New York’tan zihin açıcı fikirler

New York sokaklarında, metro durak girişlerinde İstanbul ilanları var. Times Square’in en can alıcı noktasında üç dev billboard’u kapsayan Türkiye ilanı kadar büyük değil ama bütün şehre yayılmış. Altında da şehrin en büyük modern sanat müzesi MoMa’nın imzası... Serginin ismiyse bir başka güzel: Destination (İstikamet) İstanbul!

Geçen hafta kaçırmış olanlar için özetliyorum, geçen hafta New York’ta MoMa’nın her sene bir şehirden tasarımlar topladığı sergi açıldı. Benim kitabımı da bu serginin bir parçası olarak seçtiler. Ben de New York’a ilk kez bu vesileyle gitmiş oldum.
Ben lisedeyken hocalarım tam burs vererek Amerika’ya göndermek istemişlerdi. Tüm Amerikalı ekip, “Eğer orada okuması gereken bir insan varsa o da sensin deli olma!” diyerek ailemi ikna etmek için ziyarete gelmişlerdi. Ailem ısrarlardan rahatsız olup ‘kızımız giderse kalır’ diye izin vermemişti. O gün bu gündür korkuyordum New York’a gitmekten. Çok şeyler kaçırmış olmaktan için için ürküyor, pişmanlık yaşamak istemiyordum. Evet, pek çok konuda enteresan tarafları var ve insanı besleyebilecek pek çok öğesi var. Ancak bizdeki potansiyel, kıpırdanma ve kıvranmayı ne kadar sevdiğimi ve beni heyecanlandırdığını fark etmek Amerika yolculuğumun en önemli kazanımıydı galiba. Yapmak istediklerimle ilgili ellerim ve beynim kaşınarak döndüm.

BİR ARADA YAŞAYABİLMEK

New York’u en etkileyici kılan; büyük cadde sokakları, inanılmaz şovları ve tiyatroları değil, insanlarıydı benim için. Tüm o çeşitlilik ve bir arada yaşayabilmenin olabilmesi ve herkesin kendi olarak bunu yapabilmesi dünyanın hiçbir yerinde görmediğim bir duygu. Kendin olabilme özgürlüğü lafta değil, gerçekten her yerde var. Adeta Mevleviliğin yüksek bir mertebesi gibi, bir diğerini hoşgörüyle karşılamak değil...
Diğerini görürken herhangi bir farklı görüşün olmaması hali. Bu üstelik sadece siyahın beyaza, dinlerin birbirine gösterdiği bir durum değil. Yapılan işlere de yansımış bir durum. Bizim mutfağımızın “Böyle yapılmaz! Şunlar ancak böyle yapılır”ları çoktur. “Ama bir de böyle denesek çok güzel oluyor” sesleri bugüne kadar son derece cılızdı. Toleranssızlığın en güzel göstergesi! Osmanlı mutfağını da inanılmaz; New York ve Londra’yı da dünya gastronomi merkezleri yapan aynı davetkârlık ve açık görüşlülük. Farklıyı hakir veya yanlış görmek duygusunun ne kadar ağır ve hantal bir olgu olduğunu kendimize zaman zaman hatırlatmamamız gerekiyor. Bu şekilde, kaynayan yaratıcılığımızın memleket malzemeleriyle birleşip fışkırmasını görmememiz için hiçbir sebep yok.

YEMEK VE YARIŞMA PROGRAMLARINDAKİ FARK

Televizyonlarda onlarca yemek programı ve yarışma programı var. Yemek bizde onlara göre çok daha mübarek ve nimet diye adlandırılmasına rağmen, Türkiye’deki gibi ‘iğrenç’ deyip çöpe atılma hali çok daha az. Bu konudaki hassasiyetimden dolayı canım acıyıp izleyemiyorum bizdeki programları. Yemek yarışmasında da şarkı yarışmasında da verilen geri bildirimler son derece yerinde ve daha iyiyi yapmaya teşvik edici. Amacın olay çıkarıp bekçiyi dövmek değil, üzüm yemek olduğu o kadar net anlaşılıyor ki! Bu şekilde de yüksek reytinglerin alınabileceğini görmek insanlık adına iç rahatlatıyor.

MoMA ’DAKİ TÜRK TASARIMCILAR

Türk tasarımcıların işlerini görmek, MoMa ziyaretindeki kalabalıkların sepetlerini tasarımlarımızla doldurmaları, Tan Mavitan’ın hazırladığı üçgen defterin daha sergi tam olarak açılmadan neredeyse tamamının satılması öyle göğüs kabartan bir duygu ki, anlatamam. Birkaç tasarımdan örnek vermek istiyorum: Mesela Erdem Akan’ın eski bira şişeleriyle 80’lerin kristal kesim viski bardalarını birleştirdiği bardaklar. Koray Özgen’in geleneksel çay tepsilerinin, tertemiz ve çok şık çay tepsisi yorumu Tipsy Tray. İnsanın aklını başından alan zeytin ağacından salata kaşıkları. Sadi Tekin’in ‘İstanbul’un Gölgeleri’ diye adlandırdığı köprülü, camili ve Kız ve Galata Kuleli bardak altlıkları. Ve Ela Cindoruk’un kenardan tatlı tatlı yaptığı gazete kâğıtlarından bardak altlıkları tadımlık birkaç örnek. Bu serginin bütün malzemelerini www.momastore.com veya İstanbul’daki İKSV tasarım mağazasından alabilirsiniz. Sergi gezer gibi web sitesinde gezebilir; şehir telaşından atladığımız ve yabancıların fark ettiği kıymetleri görüp keyiflenebilirsiniz.

NEFİS SANDVİÇLER VE İLANLAR

İleriki haftalarda lezzetli sandviçleri yazmak istiyordum. Yazı yazarken, içimde bazen birkaç hafta bazen birkaç ay demlenmesi gerekiyor fikrin. Bunun için oradayken İngiltere’de de bayıla bayıla yediğim Pret-a-Manger’de üç-dört sabah kahvaltısı yedim. 1986’da Londra’da kurulan bu marka adım adım büyüyor. 25-30 çeşit sandviçi ve nefis meyve sularıyla çok özel bir marka. Amerika ilanlarıysa hem felsefesini hem de duygusunu çok iyi anlatıyor markanın. Birkaçını paylaşmak istedim.
BAGET AYAKKABILAR: Her gün yapılan taze ekmekten sandviçlerini anlatmak için yaptığı ilan, bageti ayakkabı şekline sokup “uzun vadeli dayanmak için yapılmamıştır” diyor. Her mağazanın kendi mutfağı olduğunu ve tüm gün taptaze ve doğal malzemelerden yapılıp raflara konduğunu böyle anlatmayı tercih etmişler.
SİMYACI KELEBEK: Mor marul, kuşkonmaz ve frenk soğanını bir araya getirip, altına simya yazmak da sandviçleri anlatmak için nefis bir yöntem. Bunun için de kimya değil simya kullandıklarını, yani lezzetlerini sahte tatlandırıcılar koyarak değil, doğal malzemelere sadece yıkayarak eriştiklerini söylüyorlar.
MUZİP LİMON: Limonlu ilandaysa limonatalarında bildiğimiz limon sıkma aletini kullandıklarını söylerken İngilizce her şeyin çok kolay olduğunu anlatmak adına ‘easy peasy lemon squeezy’ (limon sıkarcasına kolay) deyimini kullanmışlar.

AÇ AĞZINI UÇAK GELİYOR!

Bu yolculuğa tasarımcı bir arkadaşımla çıktık. İkimiz de yanımızda birer yedek bavulla gitmiştik. Bir bavul dolusu tasarım objesiyle dönüyoruz şimdi. Kısıtlı yerimde ufak ufak paylaşabileceğim: Bu hafta uçak şeklindeki çatal. Çocuklara yemek yedirmek için evrensel olarak “Baaaaak uçak geliyooo!” derler ya. Akıllı bir adam “E madem öyle, bari çatalı uçak şeklinde yapalım, inandırıcı olsun” demiş. Gel de deli olma!

MARİFETLİ MAARİF TAKVİMİ

Bezelyeler tane tane!
Son levrekleri yiyip, denizi biraz dinlendirmek lazım.
Taze sütler bollaştı. Buzağılar doğdu. Peynir ve yoğurdunuzu kendiniz yapıyor musunuz?

HAFTANIN SÖZÜ

Gideceğimiz yolun bir sonucu olması iyidir ama sonunda, aslolan yolculuğun ta kendisi.
(ERNEST HEMINGWAY)
Yazarın Tüm Yazıları