Sert Erdoğan ifadelerinde: “Birleşmiş Milletler sen ne işe yararsın?” Bu işin baş sorumlusu sensin!” şeklinde eleştirirken, BM’nin esas kararlarının alındığı Güvenlik Konseyi 2015-16 dönemi geçici üyeliği için adaylık başvurumuzu da kendisi yaptı.
Yani Erdoğan, şiddetle eleştirdiği Güvenlik Konseyi’ne girmek için çok da arzulu. Bu makamı ülkemiz ya da kendisi için büyük bir prestij olarak görüyor. Halbuki, eğer seçilirsek ne Gazze’ye ablukayı kaldırabilecek, ne de Kıbrıs’a ambargoyu.
BM’ye eleştirilerini sürdürürken "Dünya barışını sağlamak için Birleşmiş Milletler bu görevini yerine getiremiyorsa kendini “check” etmesi lazım, gözden geçirmesi lazım. BM Güvenlik Konseyi'ne bakıyorsunuz, zaten orası 5 tane ülkenin iki dudağının arasında. Onlar ne derse o. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı sevilmez, tabii sevilmez. Doğruları söyleyen bu dünyada nerede sevildi ki, ama biz doğruları söylemeye devam edeceğiz." ifadelerini kullanırken sadece Türkiye’deki seçmeninin kendisini ciddiye aldığının da çok farkında.
Amerikan askerlerinin 2011’de Irak’tan çekilmesinden bugüne devam eden mezhepsel ve etnik bölünmeler, özellikle Irak'ın Sünni Arapları ile Kürtlerini Şiilerin siyasi egemenliğinden rahatsız ediyor, Başbakan Nuri Maliki hükümeti tarafından Irak’ın bütünlüğüne yönelik ayrımcılık yapıldığını düşünüyorlardı.
ABD’YE GÖRE IRAK’TAKİ SAYILARI BİN İLE 2 BİN ARASINDA
Irak’taki siyasi çatlaklar ABD askeri varlığının çekilmesine kadar kontrol edilebiliyordu. Ancak, Amerikalıların çekilmesi sonrasında başlayan şiddet ortamı 2013 yılında büyük ve kalıcı ayaklanmaya dönüştü. ABD istihbaratına göre sayıları 1000 ile 2000 arasında olduğu tahmin edilen Sünni isyancı grup Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve müttefikleri geçen yıl önce Felluce gibi önemli kenti dahil olmak üzere Anbar eyaletinde çeşitli şehirler, hatta Bağdat’a 20 km kadar yakınlarında kontrolü ele geçirmişlerdi bile. Herkes Suriye’deki iç savaşta yaşanan şiddetten kaygı duyarken, 2013 yılında Irak’ta yaklaşık 9 bin kişi öldürülmüştü.
ESAD’IN MİG’İ VAR, MALİKİ’NİN CESSNA’SI
Peki, Beşar Esad’ın Suriye’de kısmen de olsa kontrol edebildiği ve püskürtebildiği IŞİD, nasıl oldu da Irak’ta bu kadar ilerleyip Musul’u, Tıkrit’i alıp Bağdat’ın kapısına dayanabildi. Bunun cevabı çok basit. Esat, Suriye’deki IŞİD teröristlerine Mig savaş uçakları ile bomba yağdırırken Irak’ın tek bir savaş uçağı bile yoktu. Amerikalılar kendi etnik gruplarına karşı kullanırlar diye Bağdat yönetimine güvenmiyordu. Bunun verilmesini başta Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi istemiyordu.
ABD, Bağdat’taki Şii merkez hükümetinin bu silahları gerek Sünni Müslümanlar gerekse Kürtler üzerinde kullanmasından çok, Başbakan Maliki’nin Suriye lideri Esad’ın devrilmesi için istekli davranmaması ve sırtını İran’a doğru yöneltmesinden de endişe duyuyordu.
ABD, PASLI TANKLARI BIRAKTI, UÇAKLARI VERMİYOR
ABD’nin John Hopkins Üniversitesi’den Sosyolog Karl Alexander’ın “Fakirliğin kökleri” üzerine Baltimore eyaletinde 1982 yılında ilkokula başlayan 800 çocuk üzerinde başladığı ve geçtiğimiz hafta yayınladığı araştırma sonuçları bize bu konuda güzel bir ışık veriyor.
Profesör Alexander’ın 30 yılını verdiği çalışma sonuçları; fakir aileden doğan çocukların erişkinliklerinde de fakir kalma ihtimalleri neredeyse kesin. Araştırmada sadece 33 çocuk, düşük gelirli kategoriden orta gelirli kategorisine yükselebilirken, sadece yüzde 4’ü üniversite mezunu olabilmiş.
Çıkan sonuca göre; bir ailenin kaynakları ve açtıkları kapılar çocuklarının yaşam yörüngeleri üzerinde adeta uzun bir gölge oluşturuyor. Yani fakir doğduysan, ne kadar çabalarsan çabala, gelecekte yine fakir kalma ihtimalin çok yüksek.
Aktör Freeman ise “Fakirlik genlerimizde mi?” sorusunu sorarken, belgeselinin tanıtımı için katıldığı bir programda bu sorunun cevabını “Hayır! Çünkü ben fakir doğdum. Ama artık fakir değilim! Bu ülke son yıllarda giderek azalsa da zengin olma şansı veriyor “ şeklinde veriyor. Ancak, Hollywood’da yaşadığı evini yıllar sonra neden Mississipi’deki doğduğu fakir köye taşıdığı sorulunca; “Kanım çekti. Kendimi en rahat orada hissediyorum” cevabı ile çelişkiye düşmüyor mu?
Fakirlik genlerle mi geliyor? Yoksa, monarşiden bugüne gelen ve köylüye dayatılmış eski bir dünya düzeni mi? Bazı bilim insanları Avrupa’daki zenginliği genetik çeşitleme ve karışıma bağlarken, bazıları buna itiraz edip, sömürgeciliğe bağlıyor. Bu tartışılmaya devam etsin, Çin Seddi’nden tutun, Mısır piramitlerine, Golden Gate köprüsünden, Londra metrosuna, ya da Afrika’daki Elmas madeninden tutun da Soma’dan çıkarılan kömüre kadar, sayısızca fakir insan canlarını bir avuç lokma için vermedi mi?. Hiç düşündünüz mü? Fakirlik olmasa o en mutlu anımızı sembolleyen elmas yüzüğü, altını kim çıkaracaktı? Soğuk evimiz nasıl ısınacak? Demiryolları nasıl yapılacak, lokomotifler nasıl çalışacak?, insanlar birbirlerine nasıl kavuşacaklardı?. İşte bu yeni dünya düzeniydi. Yeni Hollywood filmleri “Elysium” veya “Hunger Games” de fakirler ve zenginlerin birbirlerinden ayrı yaşadıkları dünyaları bize buna alıştırmıyor mu? Gerçekten ileride öyle mi olacak? Kimilerinin fıtratında fakirlik, kimilerinde zenginlik mi olacak?
Soma faciası sonrası; Başbakan’ın “Bu işin fıtratında var” sözlerini büyük bir kesim “Fakirlik de bizim fıtratımızda var?” diye algılıyor. Başbakan İstanbul’a yeni havalimanı temelini atarken, çevreden toplanıp getirilen köylüler büyük alkış kopararak, sanki hafta sonları oradan Bodrum uçağına bineceklermiş gibi sevinmeleri nasıl açıklanabilir? Kendisinin zenginleşemeyeceğine inanan halk, “Hiç değilse içimizden birileri zenginleşiyor” diye seviniyor.
İşgalci Fransız ordusu Suriyeli direnişçileri bastırmak için Şam’ı 18 Ekim 1925 gecesi başlayarak 48 saat süreyle havadan uçak ve top atışlarıyla bombalamış, en az bin 400 sivil yaşamını yitirmişti.
Fransa’nın Suriye projesi raydan çıkınca
Suriye’de acıların durması, katliamların sorumlularının yargılanmasını herkes istiyor. Ancak, Suriye’deki katliamların 2011 yılı Mart ayında başladığını kabul etmek, meseleyi çözmek için yeterli değil. Fransa’nın 1920’de planladığı Suriye projesi raydan çıkmaya başlayınca giderek artan isyanları bastırmak için bombaladığı Şam dışındaki diğer şehirlerde de en az 6 bin sivil hayatını kaybetmişti. Fransa, bugün Suriye’deki katliamların sorumlularının yargılanmasını isterken, aynı yerde kendi uyguladığı ölümcül şiddetin hesabının bir gün kendisinden de sorulacağından endişeleniyor olmalı ki, BM’de reklama yönelik sorumluluk havası atıyor.
BM’de içi boş reklam kampanyası
Fransa, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 62 üye devletin desteğini alarak Güvenlik Konseyi’ne sunduğu tasarının, Suriye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran anlaşmaya taraf olmaması nedeniyle onaylanması durumunda bile, ceza mahkemesi savcılarına sadece iddia edilen ihlalleri soruşturma yetkisi vermekten öteye gitmeyeceğini, ayrıca Rusya ve Çin tarafından veto edileceğini çok iyi biliyordu.
Rusya’nın BM nezdindeki hızlı, uzun ve çok iyi İngilizce konuşan Daimi Büyükelçisi Vitali Çurkin, tasarıyı kamuoyuna dönük içi boş bir “reklam kampanyası” olarak tanımlarken, onaylanması durumunda Suriye için barışçı çözüm bulma çabalarına sekte vuracağını ileri sürmekte çok haklıydı. Suriye konusunda Güvenlik Konseyi’nde Çin sessiz kalmasına rağmen, her tasarıya Rusya ile birlikte karar vermiş, 2011 yılı Mart ayında başlayan ve en az 150 bin kişinin yaşamını yitirdiği iç savaş süresince Güvenlik Konseyi’ne getirilen üç tasarıyı daha birlikte veto etmişlerdi.
Fransa’nın başta olduğu Türkiye ve diğer Batı ülkeleri Suriye’de barışın bir türlü sağlanamaması ve Esad yönetiminin devrilmemesinden Rusya ve Çin’i sorumlu tutmaları anlaşılabilir. Ancak arka planda neler yaşandığı ve çatışmanın köklerini anlamak için Fransa’nın 18 Ekim gecesi katliamını, Suriye’yi bölme planlarını ve sonuçlarını iyi okumamız gerekiyor.
Her şey 'Modern Ortadoğu Tarihi'nde var
Aslında etkinlikler, geçen hafta sonu Karaçay Türklerinin yaşadığı New Jersey’nin Paterson şehrinde yaklaşık 100 kişinin katılımıyla başlamıştı Bu yürüyüşe ilgi öyle düşüktü ki, Türk Silahlı Kuvvetleri Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı bünyesinde bulunan 75 kişilik Mehter Takımı, katılımcılara sadece mini bir konser vermekle yetindi.
Türk Günü Yürüyüşü’nün organizatörü Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu (TADF) Başkanı Atilla Pak, perşembe günü Wall Street’teki Geleneksel Bayrak Çekme töreninde, bayrağımızı sessizce göndere çekip yarıya indirdikten sonra düzenlediği basın toplantısında, Soma faciasının üzüntüsünü yaşarken festival yapamayacaklarını ve iptal kararına derneklerden gelen yoğun istekler üzerine karar verdiklerini söyledi.
Geçtiğimiz ay yürüyüş hazırlıkları bünyesinde Ankara’daki temaslarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na “Türkiye’yi dışarda eleştirmenizden rahatsızlık duyuyoruz” şeklindeki çıkışı sonrası basında eleştirilerin odak noktası olan TADF Başkanı Pak, AKP çephesindeki temaslarında Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’i devleti temsilen üst düzey resmi katılımcı olarak New York’a davet etmesine rağmen, başta bu isteğe “Olur” diyen Çiçek, “Soma Faciası” ardından seyahatini hemen iptal etmişti. Yürüyüşe her yıl katılan New York kökenli eski bakan Egemen Bağış ise ailesi ile birlikte Florida’da tatil yapmayı tercih ederken, hükümeti temsilen yürüyüşe sadece Dışişleri Bakan Yardımcısı Naci Koru ve Başbakan’ın Kürt Açılımı sürecinde oluşturduğu “Akil İnsanlar” kadrosunda yer alan Hülya Koçyiğit’in katılacağı açıklanmıştı. Ama yürüyüşün iptali kararı onlarda New York’a gelemedi.
ABD’deki Türk seçmenler hedefleniyordu
Aslında, bu yılki Türk Günü Yürüyüşü AKP için çok önemliydi. ABD’de yaşayan Türklerin önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanacak olmaları 40 bini sadece New York’ta bulunan 85 bin kayıtlı seçmen için AKP’ye iyi bir kampanya fırsatı sağlayacaktı.
CHP’nin Washington temsilcisi Yurter Özcan, partisine üye kaydetmek ve sandık temsilcileri atamak için uzun süredir geniş bir gönüllü kadrosuyla yoğun bir çalışma içindeyken MHP’de bir çalışma yok. Ancak, ‘’Amerika Türk İslam Ülkü Ocakları Derneği’’ geniş bir üye tabanına sahip.
Her yıl en az 3 bakan ve 10 milletvekili ile Türk Günü Yürüyüşüne katılan AKP, burayı en sağlam ve etkili bir platform olarak kullanıyordu. Yürüyüşün iptaline rağmen AKP’nin New York’taki Gezi Parkı eylemcilerine karşı ve Cemaate alternatif ABD’de kurduğu bir başka platform var. “Her şey Türkiye İçin Platformu” isimli bir organizasyon Başbakan Erdoğan’ın ve AKP için propagandalara çoktan başladı bile. Tanıtma Fonu’ndan gelen maddi yardımlarla kurulan bu yeni platformun başkanlığını THY’nin ABD’deki üst düzey yöneticilerinden İbrahim Danışmaz yürütürken, Anadolu Ajansı’nın Kuzey Amerika Pazarlama Direktörü Cahit Oktay da faaliyetleri bizzat kendisi organize ediyor.
Hafta başında yaşanan bu olayla ABD’nin en zengin kulübü, tıpkı Manchester United gibi taraftarının sahiplendiği “Şeytan” benzetmesini kabul ederek sahiplendi. Bakarsınız yakında onlar da logolarına bir şeytan resmi koyuverirler. Bu olay bize taraftar camiasındaki çok önemli bir trendi gösteriyor. Taraftar tuttuğu kulübün şeytan olmasını istiyor. Kulüplerin de taraftarın bu isteğine hiç de karşı olmadığı çok açık.
ABD beyzbol ligindeki ezeli rakipleri Boston Red Sox’un başkanı Larry Lucchino, 2002 yılındaki bir röportajda sadece Yankees’i karalamak maksadıyla yaptığı “Şeytan İmparatorluğu” yakıştırması New Yorklular tarafından öyle büyük ilgi gördü ki, kulüp resmen kullanmasa bile Yankees taraftarı ve spor medyası maçlarda bu sloganı kullanmaya başladı. Çünkü hem rakipleri hem de taraftarı şeytan yakıştırmasından çok memnun kalmıştı.
MANU’YA BASIN YAKIŞTIRDI
DÜNYANIN en büyük ve zengin iki spor kulübü tartışmasız Manchester United ve New Yankees kulüpleri. Tarihleri şampiyonluklarla dolu her iki kulübün en büyük ortak özellikleri ikisinin de kulüp ruhunda “Şeytancılık” yatması. Son haftalarda ülkemizde de gündeme geldiği gibi ‘’Kazanmak için her yol mubahtır’’ mantığı ile 1970’li yıllarda İngiliz medyasının “Kırmızı Şeytanlar” nitelemesi yaptığı Manchester United, taraftarın da beğendiği bu yakıştırmadan o kadar memnun kaldı ki, kulübün resmi logosuna elinde bir tırmık tutan şeytan figürü ekledi. 1993 yılında oynanan ilk Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde Kırmızı Şeytanlar ile eşleşen Galatasaray, Ali Sami Yen Stadı’nda oynanan rövanş maçında rakiplerine “Madem şeytansınız, öyleyse cehenneme hoş geldiniz” pankartları açarak, şeytancılığı taraftarının ruhuna aşılayan ilk kulübümüz oldu.
Bunun öncesinde 1980’li yıllarda Sarıyer’de top koştururken hızı ve umulmadık çalımları ile “Şeytan Rıdvan” unvanı verilip Fenerbahçe’ye transfer edilen, şimdiki TV yorumculuğunda ise bu yakıştırmayı devam ettiremeyen Rıdvan Dilmen’i de hatırlatalım.
TARAFTAR KULLANMAYA BAŞLADI BİLE
GELELİM, bizdeki şeytanlara.. Fenerbahçe taraftarı ve yönetimi kuşkusuz Yalçın Doğan’ın kitabında yazdığı gibi “Fenerbahçe Cumhuriyeti” benzetmesini çok beğeniyor. Bu kitapta yer alan örneklere göre Şükrü Saracoğlu’nun başbakan olduğu dönemde bile Fenerbahçe Başkanlığı’nı bırakmaması, Türk ordusu içinde gücünün fazla olduğu iddiaları, hatta Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Batur’un futbolcu transferinde bir lisansı İstanbul’daki maça yetiştirmek için Ankara’dan bir savaş uçağı havalandırdığı anlatılmaya devam ediyor. Bu ayrıntılara dikkatli bakıldığında Fenerbahçe’nin bir ikinci cumhuriyetten çok gerçekte bir “Şeytan Cumhuriyeti” olduğu hükmüne de varabiliriz. Ancak, taraftar daha çok cumhuriyet benzetmesini sahiplenmiş durumda. Fenerbahçe camiası içinde “1907 Gençlik” gibi kulüplerini şeytan ile özdeşleştiren ve şeytan resimleri kullanan ve şeytan olmakla övünen gruplar da var.
ŞEYTANA PABUCUNU TERS GİYDİRENLER
Başkan Obama’dan tutun, tüm Amerika’da herkesin konuştuğu olay sosyal medya da büyük patlama yaparken, Türkiye’de yeterince bilinmeyen, bizdeki futbolun aksine kahverengi oval şeklinde, elde taşınan topla oynanan bu futbol maçında neler oldu ben size anlatayım;
NFL liginin daha üçüncü haftasında Seattle’in sahasında oynanan Green Bay Packers ve Seatle Seahawks arasında oynanan maçta Packers 12-7 öndeyken maçın bitimine sadece 8 saniye kala Seahawks oyun kurucusu (Quarterback) Russell Wilson, Packers’in sayı alanında bekleyen forvet arkadaşı Golden Tate’e doldurmasına bir pas attı. Tate ile birlikte Packers savunma oyuncuları bu topu havada yakalamak için yükseldiğinde, Packers savunma oyuncusu M.D. Jennings, Tate’in elini koymasına rağmen bu topu havada kesip kontrollü bir şekilde yakalayıp birlikte sayı üretilen bölgede yere düştüler. Stattaki 80 bin izleyici ve maçı canlı izleyen milyonlarca seyirci bu olayı net bir şekilde görürken, hakemler Tate’in topu yakaladığına hükmederek Seahawks adına “touchdown” yani sayı verdi. Ve, tüm itirazlara rağmen Seahawks maçı 14-12 kazandı. Halbuki TV görüntülerinde top çok net bir şekilde Jennings’in kontrolündeydi ve olası bir sayı engellenmişti. Maç 12-7 Green Bay Packers galibiyeti ile bitmeliydi
Peki ABD’nin bir numaralı liginde hakemler her türlü teknolojik yardıma rağmen bu hatayı nasıl yaptılar? Çünkü, bunlar ligin gerçek hakemleri değildi. NFL hakemleri sezon başında, maaşlarının artması ve daha fazla emeklilik geliri isteyerek greve gittikleri için yerlerine küçük liglerden tecrübesiz, atama hakemler yerleştirilmişti. Hatta, bu maçta yanlış kararı veren hakemlerin kadınların iç çamaşırlarıyla oynadıkları “Lingerie Football League’den atıldıkları halde NFL’de göreve başladıkları ortaya çıkınca olay iyice skandala dönüştü.
Başta NFL’e büyük utanç verecek gibi görünen bu olay, ABD’de gündeme öyle bir oturdu ki, futbol bilen –bilmeyen herkes bu keyifli tartışmanın içine daldı. TV’deki spor programları izlenme rekorları kırdı. Başkan Obama dahi Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı öncesi Twitter’dan tartışmaya katılarak “İki ayrı yöndeki NFL taraftarları bir an önce grevin sona ermesine umutlansınlar” diye uyarıda bulundu.
Sayıları 121 olan hakemler yıllık 150 bin dolar maaş alırlarken, NFL yönetimi yıllık 18 milyon dolar tutan maaşları 19 milyon dolar’a yükseltmesine rağmen, hakemler bu ücretin daha da artmasını, paranın bir havuz sisteminde yönetilmesini ve part-time statüden çıkartılıp NFL kadrosuna alınmalarını istiyorlar.
NFL yönetimi bir kaç milyon dolar daha tasarruf edeyim derken bir sezonu 9 milyar dolar değerinde olan bu kazançlı ligi, tecrübesiz hakemlerle büyük tehlikeye soktuğunun geçte olsa farkına varmıştır. 15.5 milyon kişinin TV’den canlı izlediği bu maç için toplam 250 milyon dolar bahis yapıldığı, bunun yüzde 85’inin paralarını Packers’e yatırıldığı belirtilirken, hakem hatası sayesinde paralarını Seahawks’a yatıranlar da bu hakem hatası sayesinde ceplerini doldurmuş olmalılar.
DÜNYA basketbolunun kalbinin attığı NBA’de 2011-2012 sezonu şampiyonluğuna Miami Heat ulaştı. Daha play-off final serisi başlamadan pek çok kişi tarafından favori gösterilen genç Oklahoma City Thunder’ı son maçta 121-106 yenen Heat, zorlu seriyi 4-1’lik sonuçla kazandı. Takım bu şampiyonlukla tarihindeki ikinci NBA zaferini elde etmeyi başardı. Bu şampiyonluğun baş mimarı, hem normal sezonda hem de finallerde MVP (En değerli oyuncu) seçilen LeBron James oldu.
Hakkında konuşan herkesi ‘mahcup’ etti
Bundan iki sene önce, kendisini takip eden milyonlarca hayranını hayal kırıklığına uğratarak yıldızının parladığı Cleveland Cavaliers’tan Miami Heat’e gitme kararı veren, LeBron James’in doğru bir karar aldığı sonunda ortaya çıktı. Şimdi tek soru; Dwyane Wade’in takımı Miami Heat’e katılarak şampiyonluklar serisi yaşamayı hedefleyen LeBron, Michael Jordan gibi 6 ya da Kobe Bryant gibi 5 şampiyonluk yaşayabilecek mi?
Durant’in nefesini ensesinde hissedecek
NBA’de şimdiye kadarki dokuzuncu sezonunu tamamlayan 27 yaşındaki ‘Kral’ lakaplı yıldız oyuncu, bundan sonra her sezon önüne konulan şampiyonluk hedefine ulaşma stresi yaşayacak. 23 yaşındaki Oklahoma’nın yıldızı Kevin Durant’in nefesini daima üzerinde hissedecek. Kariyerindeki ilk zaferi elde eden LeBron James şimdi ise, kendini geliştirmenin yanı sıra Michael Jordan, Tim Duncan, Shaquille O’Neal ve Kobe Bryant gibi yıldızları başarılarıyla geride bırakma mücadelesi verecek.
Yıldızları kıskandırdı
MIAMI Heat’in yıldızı LeBron James’in ilk şampiyonluğu kariyerindeki dokuzuncu sezonunda geldi. NBA tarihinde iz bırakan efsane isimlerin kariyerlerindeki ilk zaferine ulaştığı sezon sayıları şöyle;
OYUNCU SEZON