Paylaş
Adalar denilince Prens Adaları akla gelir.
Prens Adaları İstanbul kıyılarına yakın 9 adadan oluşur. Bizans döneminde sürgün yerleri olarak kullanılan adaların aralarından sadece Büyükada ve Heybeliada imparatorun ve saraylıların yazlık mekanı olarak tutulmuştur. Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine kadar ise Prens Adaları ekaliyet ve azınlıklara ev sahipliği yapmıştır.
9 adanın en yeşili olan Heybeliada 2,35 km2’lik yüz ölçümüyle, ikinci en büyük adadır. Yıl içindeki ortalama nüfus 5.500 civarındayken, bu sayı yazları 50.000 dolaylarına kadar yükselir.
Ada’nın Rumca adı olan ve ‘bakır’ anlamına gelen Halki, adada antik dönemlerde işletilen bakır madenlerinden gelir; Antik çağlardaki Yunan filozofu Aristoteles, Halki’de o zamanlarda bakır bulunduğundan söz eder. Bakır madeni çok uzun zamandır kapalıdır.
*
Ada, Türkçe’deki Heybeli adını ise, tepelerinin ve bu tepelerin arasından geçen vadilerinin ‘heybe’yi andıran şeklinden ve uzaktan bakıldığında adanın yere bırakılmış bir heybeye benzemesindendir dolayı almıştır.
16. yüzyılda ada İstanbul’daki görülen veba salgınından kaçmak isteyen zengin Hıristiyanların sığınma noktasıymış.
1924’te Prof. Dr. Sever Kamil yönetiminde kurulan sanatoryum İstanbul’un ilk sanatoryumudur.
İsmet İnönü sanatoryumda bir süre kalmış, ondan sonra da adayla bağlarını hiç koparmayarak sık sık adada kalmıştır. İnönü, ailesiyle beraber, şimdilerde müze olarak açılan Refah Şehitler Caddesi’ndeki Mavromatakis Köşkü’nde ikamet etmiştir. İstanbulluların da en önemli gezi yerlerinden olan Heybeliada, Değirmentepe, Taşocağı Tepesi, Makarios Tepesi ve Ümit Tepesi olarak dört tepeden meydana gelmektedir.
Yazarların adası diye bilinen Heybeliada’ya biz de bir yazar olarak ziyaret edelim istedik. Hem yazar ve politikacı Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) hem de gazeteci, yazar ve tarihçi Ahmed Rasim (1865-1932) de burada yaşamışlar.
*Heybeli’nin barındırdığı tarihi mekanlardan en önemlilerinden biri Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Kemerlerin Meryemi) ama ziyaretçiler tarafından görülemiyor, çünkü deniz lisesinin sınırları içinde kalıyor. İçindeki dini objeler ise Heybeliada Ruhban Okulu’na taşınmış. Panaghia Kamariotissa Kilisesi aynı isimdeki manastırın bir parçasıymış ve İstanbul’un 1453’teki fethinden önce yapılmış son Bizans kilisesiymiş.
Burada gömülü altı Rum Ortodoks patriği arasında, 4. Murat tarafından 1638 senesinde idam edilene kadar patriklik görevini tam altı kez üstlenmiş olan Cyril Lucaris de var.
*
Adaya Kadıköy’den gemiyle geçtik. Adaya vapurla yaklaşırken, üzerinde bulunduğu tepeye egemen olan Rum Ortodoks Papaz Okulu’nu (bugün, Denizcilik Lisesi’nin bir bölümüdür) ve Değirmen Tepesi’ni, Su Sporları Kulübü’nün üst tarafına kurulmuş olan ihtiyar yel değirmenini görüyorsunuz.
*Adanın güneydoğu burnunda, vapur durağının hemen yanında, iki kuleli ana binası ve minyatür ‘imanıyla Deniz Lisesi yer alır; iskelelerin hemen kuzeyinde de balıkçılar için küçük bir liman vardır.
Ada lezzetleri ve Girit Mutfağı
Adaya indiğinizde adadaki butik kafeler ve balık restoranları sizi karşılıyor.
Biz onlar içerisinde Girit mutfağını menüsüne çok güzel yansıtan, Ege otlarını ve yemeklerini de bulabileceğiniz Zehra’da yemek molası vermeye karar verdik.
Ömer Beydeş ve yeğeni Zehra Lüleli işletiyor mekanı. Zengin bir menü içeriğine sahip mekan.
Geçen haftalarda ipe sererek kuruttukları meyhanelerin vazgeçilmezi olan çirozlara yetişemedik.
Ömer Beydeş Girit kökenli olduğundan anne babadan kalan Girit yemeklerini araştırarak gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor.
Bazı malzemeleri Ege’den, İzmir’den getirirken her hafta Kadıköy’den de tedarik yapıyor.
İzmir Seferihisar’dan getirttiği sakız enginar ile sakız baklanın buluştuğu zeytinyağlı enginar ile enginar dolmasının tadına bakıyoruz. Dolmanın içi de dışı da mükemmel pişmiş.
İzmir Mordoğan’dan gelen ahtapotlar önce çuvalda denizde bekliyor, denize vuran dalgalar dövüyor ahtapotu. Özel pişirme soslarından sonra size yumuşacık lokum gibi bir ahtapot geliyor ama nar gibi kızarmış halde. Bu hale nasıl getirdiğini sır gibi anlatmıyor. Lezzeti tek kelime ile mükemmel.
En doğal haliyle sübyenin mürekkep sosuyla birlikte tadına bakıyoruz. Beybi kalamar, levrek marin bir çok balık lokantasının ötesinde bir lezzet.
Yemek yerken çok önem verdiğim, tabaklarımız yemek boyunca üç defa değişiyor.
Ekmeklerimiz hem kızarmış, hem de mısır unundan yapılmış çeşitleriyle birlikte masamızda iken bize Ege’nin ve suyun ötesinin ezgileri eşlik ediyor.
Meyhanenin kuzu kellesi de çok meşhur ki, sakatata bayılırım. Ama biz tercih hakkımızı mezelerden yana kullandığımızdan bir başka zamanda denemeye karar veriyoruz.
Taze patatesten ve kabaktan yaptıkları patates ve kabak cipsini yerken çıtırdıyor.
Tuzla buluşarak yaklaşık bir yıldır bekletilen sardalyanın lezzeti de çok güzel.
Cibez, hardal otu ile birlikte yaptığı tereyağlı sıcak otu denediğimizde çok beğendik.
Torikten yaptığı lakerdalar kalmamış, maalesef başka zamana bıraktık onları da.
Üç kiloluk Granyöz’den yapılmış balık pastırması da enfesti.
İzmir’den gelen kınalı bamya, zeytinyağlı taze fasulyenin tadı muhteşemdi.
Girit usulü etli arapsaçı, sugato, Girit kabaklı hohlus, Candiye usulü sakızlı karanfilli pişi, kabak çiçeği doşması da menülerinde yer alıyor.
Mevsimine göre menülerini oluşturan Ömer Beydeş ve Zehra Lüleli, tatlılarında ise sakız adasından getirdikleri sakızı kullanıyorlar. Lorlu Girit tatlısını yemek sonrası tatmalısınız.
Kuru cacık, Girit sıyırtma ve favayı da çok beğendim.
Balık olarak ayrıca özel bir sosta yarı pişirilen levrek pazı yaprağına sarılarak size geliyor.
Bugüne kadar yediğim en güzel yemeklerden biriydi. Tarihi bir köşkte kalmanın dayanılmaz keyfini yaşadık.
Adada otel yok, pansiyonlar ve küçük butik oteller var. Bunlardan biri de tarihi bir Rum evini restore ederek misafir olacağınız Ay Myra Köşk Butik Otel’e misafir olduk.
Lezzetleri kadar misafirperverlikleri de muhteşem olan bu ikili, bizi dönüşte vapura kadar yolcu etti. Heybeliada’dan dönerken heybemize bir tutam lezzet, bir tutam dostluk ve de adanın huzurunu koyarak döndük. Zihnimizde kalan Rıfat Ilgaz’ın Heybeliada için yazdığı şiir;
Nasıl sevmezsin Heybeli’yi,
Ne evim, ne bahçem var,
Ne iskelesinde sandalım.
Ne param var savuracak
Çamlarına, denizine, ay ışığına!
Ne asfaltına tırmanacak dermanım.
Rüzgârında payım var, olsa olsa
Bir nefeslik.
Paylaş