ÜÇ devrimci genç, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarının 36’ncı yılında hálá tartışılan konu şu:
"Ülkesini seven, elleri hiç kana bulaşmayan bu gençler neden idam edildi? İdam kararı verilmesi şart mıydı?"
40 yıl önce... Yıl 1968... Bahar aylarında üniversitelerde işgaller başlamıştı... İstanbul’da bir öğrenci lideri parlıyordu. Uzun boylu, yakışıklı bu liderin adı Deniz Gezmiş idi... Devrimci gençler, Deniz Gezmiş’in önderliğinde yabancı güçlere savaş açmış, o tarihte İstanbul’a gelen Amerikan 6’ncı Filosu’nun denizcilerini Dolmabahçe rıhtımında kovalayıp denize atmışlardı...
Heyecan kasırgası bütün yurdu dalga dalga sarmış, Amerikalı askerleri denize döken devrimci gençlerin lideri Deniz Gezmiş, gazetelerin manşetlerine taşınmıştı...
Haberler, röportajlar birbirini izliyordu. O tarihte ben Günaydın Gazetesi’ni yönetiyordum. Yüksek tirajlı Günaydın Gazetesi’nin en atak muhabirlerinden olan Ergin Konuksever, öğrenci liderleriyle resimli bir röportaj yapmış ve bana getirmişti.
Ergin, Deniz Gezmiş dahil, tüm öğrenci liderlerinin güvenini kazanan bir gazeteciydi, sağlam bir kişiliği vardı. Polisin aradığı bu gençlerin gizlendikleri yerleri biliyor, istediği an onlarla görüşme yapabiliyordu.
Ergin Konuksever, röportajında devrimci gençlerin liderlerine şu soruyu soruyordu:
"Amerikan 6’ncı Filosu’nu neden istemiyorsunuz?"
Verilen cevap şöyleydi: "Amerikalı denizciler, dostluk için değil, kadın ihtiyaçlarını gidermek için İstanbul’a geliyor, Yüksek Kaldırım’daki ve Beyoğlu Abanoz Sokağı’ndaki genelevlere koşuyorlar. Biz onların Türkiye’yi, genelev gibi kullanmasını istemiyoruz! Ülkemizi sonuna kadar savunacağız!"
Bu röportaj, Günaydın Gazetesi’nin birinci sayfasında yayımlandıktan sonra kıyamet koptu. Savcı, Ergin Konuksever’in, benim ve sözlerin sahibi öğrenci liderlerinin aleyhinde "Türklüğe hakaret" iddiasıyla dava açtı...
Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan bu davada Türk Ceza Kanunu’nun 159’uncu Maddesi’ne göre 6 yıla kadar hapse mahkûm edilmemiz isteniyordu.
Öğrenci liderleri ele geçirilemediği için Ergin Konuksever ile ben Ağız Ceza Mahkemesi’ne çıktık. Savcı, "Türkiye’ye genelev diyerek Türklüğe hakaret ettiniz" diye bizi suçluyordu. Oysa tam tersine, röportaj, Türkiye’nin genelev olmadığını, bunu böyle gören yabancılarla mücadele edileceğini, Amerikan 6’ncı Filosu’nun bu nedenle istenmediğini vurguluyordu. Bunu savcıya anlatamadık ama üç yargıçtan oluşan mahkeme heyetine anlatabildik sanıyorum... Sonunda aklanmamız bunu gösteriyor.
O tarihte ben, Günaydın’ın sorumlu yöneticiliğinin yanı sıra "Fatih’in Fedaisi Kara Murat" adlı, çok sevilen ve beğenilen dizi romanları yazıyordum. Avukatımız rahmetli Muzaffer Paksoy mahkemede, "Müvekkilim Rahmi Turan, Türklüğü yücelten, Türk’ün üstün vasıflarını gözler önüne seren tarihi kahramanlık romanlarının yazarıdır. Böyle bir kişinin Türklüğe hakaret kastı olabilir mi?" diye beni savunmuştu.
Muhabir arkadaşım Ergin Konuksever de Türklüğü ile gurur duyan ve sağlam karakteriyle tanınan yurtsever bir kişiydi. Neticede aklandık ama neler çektiğimizi anlatamam.
Olaylar devam ediyordu. Devrimcilere "şehir gerillası" adı verilmişti. Kanlı çatışmalar oldu. Bu arada Mahir Çayan Grubu, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Elrom’u kaçırıp öldürdü!
Devrimcilerin en kıyıcı liderlerinden olan Mahir Çayan ve 9 arkadaşı, 4 İngiliz teknisyeni kaçırarak Niksar’ın Kızıldere Köyü’nde gizlendikleri çiftlik evinde, güvenlik kuvvetleri tarafından kuşatılıp havan toplarıyla ve roketlerle öldürüldü. (30 Mart 1972)
Deniz Gezmiş, bu tür kanlı olaylara hiç bulaşmamıştı ama kader ağlarını örüyordu.