SAĞLIK kontrolü nedeniyle gittiğim Londra’da bir süre tatil yaptım.
İngiltere ilginç bir memleket... Kraliyetle yönetiliyor ama demokrasinin en ilerisi bu ülkede... Her türlü fikre tahammül ediyorlar. Eyleme dönüşmediği sürece (küfür ve hakaret dahil) her şeye hoşgörüyle bakıyorlar.
Bilindiği gibi, Hyde Park’ta ünlü bir köşe var. “Speakers Corner” adı verilen bu yerde, kafası kızan bir insan yalnız Başbakan’a değil, Kraliçe’ye bile sövebiliyor. Polisler, bir portakal sandığının ya da bir taburenin üzerine çıkıp veryansın eden o kişiyi sadece birer seyirci gibi izliyorlar. Çevreyi rahatsız edecek bir eylem olmadığı sürece, ağzına geleni söyleyen konuşmacıya hiç müdahalede bulunulmuyor.
Londra’nın merkezi olan Westminster bölgesindeki İngiltere Parlamento Binası’nın karşısında, birçok protestocu çadır kurmuş, orada yatıp kalkıyor, sabah-akşam İngiltere hükümetine sövgüler yağdırıyor, polis onlara da müdahale etmiyor.
İngiltere’de demokrasi alabildiğine geniş...
Herkes içindekileri dökecek!
Bu, İngiliz vatandaşlarının en doğal hakkı olarak görülüyor.
Ancak... Protestoların eyleme dönüşmemesi şart!
Çevrelerine zarar veren insanlara karşı polis acımasız ve gaddar!
Olay çıkartan ya da çıkartmaya kalkanların vay haline!
Başka insanlara zarar verilmeyecek!
* * *
Kensington bölgesinde bir yangın oldu. Russel sokağında restore edilen bir bina, ansızın alevler içerisinde kaldı.
Biz dumanları gördük, alarm zillerinin çaldığını duyduk, daha “Ne oluyor? Ne yapabiliriz?” dememize fırsat kalmadan itfaiye araçlarının siren sesleri duyuldu. 5 dakika içinde Russel sokağına üç itfaiye arabası girdi. Yol kenarındaki yangın musluğuna hortumu bağlayıp kısa sürede yangını söndürdüler.
Böyle bir yangın olayı İstanbul’da olsa, birkaç bina tutuşup kül olduktan sonra yangın söndürülebilirdi. İtfaiye yangını geç haber alır, araçlar dar sokağa giremez, girse bile, sağa sola park eden otomobillerden geçemezdi.
* * *
40 yıldır Londra’da yaşayan arkadaşım Bora Paran’la kenti dolaşıyoruz. Öğle vakti, bir lokantada yemek yiyeceğiz. Etraf boş görünüyor. Bora “Hayır, oraya park edemeyiz” diyor. “Burası sokakta oturanların yeri.”
Yol kenarları boş görünüyor ama park edilmemesi için her yerin ayrı bir sebebi var. Kimi itfaiye musluğunun önü, kimi, sakatlara ayrılmış yer, kimi taksilere tahsis edilmiş...
Sokaklarda sürekli olarak “Belediye warden’leri” dolaşıyor. “Warden” sözcüğü “bekçi, muhafız” anlamına geliyor. Bunlar bir çeşit “Park polisi görevi” yapıyorlar. Görevleri sadece yanlış yere park eden araçları tespit ederek onlara ceza yazmak!
Kim olursa olsun, ister İngiltere Başbakanı Cameron, isterse Prens Charles olsun, eğer yanlış yere park ederlerse, cezayı yerler! Kurtuluş yok! “Belediye Warden’leri” sokak sokak dolaşıp, trafik kurallarına aykırı park etmiş olanlara basıyorlar cezayı... Ağır olan cezalar, tekrarı halinde daha da ağırlaşıyor. Rüşvet olanaksız!
* * *
Bu bir çeşit park polisliğinin, İstanbul başta olmak üzere bütün büyük kentlerde kurulması, bizde park sorununun çözülmesinde büyük faydası olabilir. Olabilir ama yapamayız tabii...
Biz sadece şikâyet ederiz, sonra da “Böyle gelmiş, böyle gider” deriz. Aslında tam tersini söyleyip “Böyle gelmiş, böyle gitmez” demeliyiz ama diyemiyor ve sıkıntı çekmeye devam ediyoruz. Yalnız park konusunda değil, demokrasi ve özgürlükler konusunda da öyleyiz!