Paylaş
Ev bulamama! Zaten çoğumuzda para öyle çok yoktu. Yani aynı anda hem emlakçı hem depozitoyu çat diye çıkartamıyorduk. Sahibinden ev bulmak mı? Allah düşmanımın başına vermesin, fazla ev sahibi olmanın insanı nasıl çıldırttığına şahit oldum. Amcasının oğluna gelin olarak düşünen mi, iş attık zannedip gece kapıya dayanan mı, iki günde bir eve erkek atmış mıyız diye kontrol eden mi! Zaten lise yeni bitmiş, baba ocağından uçmuşuz, yeni bir hayata adım atmışız, hooppp dakika bir gol bir, her çaldığımız kapı bizi s.tük zannediyor!
Öğrenciyken hayatım ev değiştirmekle geçtiği için şehrin en merkezinde de oturdum, merkeze iki buçuk saat uzaklıktaki sitelerde de. Merkezinde oturmak demek işkence bir kere. Yurda yetişemeyen kim varsa senin evinde. Ev sahibinin tantanası, apartmandakilerin baskısı, yıldıkça yılarsın. Şehir dışı dersen, en son otobüse kalmaman lazım, mutlaka duraktan sonra karanlık bir yol vardır senin apartmana giden. Bir de oralarda evler pırıl pırıl falan ama bu kez hemen bir dedikodu: “XXX’de kadın satıyorlarmış, her apartmanda iki transseksüel varmış!” Bu arada, o karanlık duraktan seni evine gidene kadar koruyanlar da yine o
transseksüeller olur.
Son otobüsü de atlamamak gerekli. Kız arkadaşını evine bırakan birkaç kişi ya da misafirlikten dönen bir aile yoksa o otobüsü ne siz düşünün ne ben! Hayatımda bilmediğim duaları o otobüste ezberledim...
İnanın öğrenciler bir araya geldiği zaman seks yapmıyor, bekaret hâlâ popüler merak etmeyin. Nasıl olmasın ki, sürekli suratımıza çarpan ‘namussuz’ damgası var. Arkadaşlarımızın evine girerken, ev sahibi duymasın diye ses çıkarmadan girmeye çalışırdık. O kadar kolay mı
bunca bakışın, düşüncenin arasında cinselliğini tanımak?
Kızlı-erkekli ev zaten en zoru... Daha kendi arkadaşların arasında hemen yerler seni: “Onca evsiz karı-kız varken gidip Hasan’larla eve çıktı, derdi belli di mi?” Hadi bunları atlattın diyelim, akraba olayı var bir de. Amerikan dizisi değil ki bu, dayım gelsin de Emre ve Berkecan’la evde batak atsın.
Sevgiliyle yaşama olayı var bir de. Kendini otomatik evliliğe hazırlıyorsun. Annemlerle tanışma, “Ay yüzük nerede?” diye sormalar, yok “Bizim iş ciddi değilse ben kalbimi sana veremem!”... Daha hayatın en başında; kariyeri, bitireceği okulu değil de millet yollu demesin diye evliliği düşünmek zorunda kalıyorsun.
Gece hayatımızı da unutmamak lazım. Zaten içtiğimiz asla alkol olmuyordu. Ucuz bira içeceğiz diye yüzde 50’si su olan bir sıvı içiyorduk. Öyle uyuşturucu partileri, bilmem ne... Bir öğrenciye düşen harçlıktan haberin var mı? İki gün dışarda yesek, ayın kalan günleri makarna yemek zorunda kalıyorduk. Kız, Reina’da çektirdiği fotoğrafı, yurt dolabının içine asıyordu!
“Oleyy, özgürlük süper!” gibi bir durumumuz daha hiç olmadı. Bir kere evde kız sayısı arttıkça eve gelen akraba sayısı da o kadar artıyordu. Memleketinden getirdiği abidik gubidik yemeklerle kapıda birisi beliriyordu.
Mesela benim hayatımın en güzel anıları hep o kızlı erkekli toplanmalarda oldu... Sessiz sinema o zamanlar güzeldi, ‘doğruluk mu cesaret mi?’ sayesinde ne yuvalar kuruldu. Batak, papazkaçtı, pisyedili; kaybedenin mahalledeki yıkık kilisede yarım saat tek başına beklemesi... Gece birbirimizi korkutmaya çalışmalar, tam uykuya dalacakken dolaptan çıkan arkadaşlar... Sonra, uyanılan sabah hafta sonuna denk gelmişse, yumurtalı ekmekli kahvaltılar... Vize ve finalleri hep bir araya gelerek, ölümü bekler gibi beklemek...
Hayatın daha da fazla, ezilmeye çalışılmış, kendini korumaktan aciz, duygusal olarak çökertilmiş kadınlara ihtiyacı yok. Biz olduk, gördük bu baskıyı, bizi bitirdiniz. Bari yeni nesil, erkek ve kadın denilen iki cinsi sadece cinsellikten ibaret zannetmesin. Tanısın birbirini bir izin verin artık!
NOT: ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’, ‘Ve Geri Kalan Her Şey’, ‘Allah Beni Böyle Yaratmış’ derken günlüğümü dörtledim. Dördüncü kitabım ‘Ay Hadi İnşallah’ satışa çıktı. Hatta bugün saat 14:00’te TÜYAP’ta imza günüm var. Valla en güzel yanı, istersen tek tek oku, istersen sırayla; istersen de 3-1-2-4 şeklinde. Tek tek okuyunca sadece “Ay Erik kimdi be?” diye bir bocalıyorsun, o kadar. Bu seri, benim günlüğüm. Altı senedir yazıyorum, altı senede başıma gelen salak saçma olaylar serisi. Ölene kadar devam ettirmeye çalışacağım bir seri, belki seversin.
Paylaş