Paylaş
Bunun psikolojide bir adı var mı bilmiyorum ama unutmaktan, unutulmaktan o kadar korkuyorum ki okuma yazma öğrendiğim günden beri günlük tutuyorum. Üstelik ben, başıma gelenleri insanlara anlatmaya bayılan biriyim. Tuttuğum günlükleri de zaten eve gelen arkadaşlarıma yüksek sesle okurdum.
Sonra gel zaman git zaman hayatımıza internet girdi. O günlükleri blog’da yazmaya başladım. Ardından “Bunu kitap yapalım” dediler. “Kim okur ya bunu’ diye düşündüm. “10 tane satsa bana yeter” dedim. Valla billa anlamadım, aldı yürüdü.
“Bunu film yapalım” dediler, evde taklalar falan atmadım açıkçası. Aklıma ilk gelen, “Sevgili adayıyla buluşmaya giderken bacaklarımı almayayım, irademe sahip çıkayım. Spora başlamadan önce 5 kilo vereyim de rezil olmayayım. Eski sevgilimin yeni sevgilisinin ana kızlık soyadına kadar öğrenmek için 3 gece uykusuz kalayım” diyen bi kızın hayatı, bir filme kahraman olacak kadar nasıl ilginç olabilir. Neticede hayatım baştan aşağı hatalarla dolu. Sevgilim benimle ilgilensin diye evi yaktım. Tam işler yoluna giriyor diyorum, sonra bir bakıyorum elime yüzüme bulaşmış.
Ardından “eski sevgilini Murat Boz oynayacak” dediler. Allahımm bunu neden başta söylemediniz! Adam Twitter’a ilk geldiği zaman, “Murat Boz, gel beni Boz ehüehüehü” diye tweet atmıştım. Hayır, yani bilsem. “Albümünüz ne güzel, sizi doğuran ana ne şanslı, ne efendi adamsınız, hürmetler” falan yazardım.
“Seni Büşra Pekin oynayacak” dediler ama o kızın bacaklar hamster gibi iki kürdan, benim popo malum stadyum kadar!
Öyle böyle derken, ne olacak ne bitecek... Bir taraftan heyecandan ölüyorum; diğer taraftan çok korkuyorum. Yazdığım bir hikâye olsa, benim için hava hoş. Hayatım o, geçmişim. O karakterler hâlâ yaşıyor, hâlâ devam ediyor yani.
Bi kendinizi yerime koyun, bi koy Allah aşkına. Düşünsene böyle bir yüzleşmeye hazır hisseder misiniz kendinizi? “Keşke az sabretselermiş, ölmemi bekleselerdi” demedim değil tabii. Bir yandan da “Kime nasip olmuş böyle bir olay” diye böbürlenmedim desem yalan olur. Feci havalı bir olay, orası ayrı bir konu.
- “Aa nasılsın ya, görüşemiyoruz?”
- “Ne olsun ya işte, benim de filmimi çekiyolar falan...”
Ardından ilk afişi gördüm, gözlerimden kan aktı kan! O çilekli gömlek ne yarab! Bütün kitap boyunca bombeli saça yardırmışım da yardırmışım, saçın önünü bombe yapmışlar. Tırnaklarımla bileklerimi kesecektim, nefes alamıyordum. Arkadaşlarım orama burama kolonya dökerken, “Ya saçmalama, otobiyografin değil kızım bu, film film! Yüzüklerin Efendisi’ni düşün!”
Bana verdiği örneğe bak. Yazarı duysa, adam kafasına market poşeti geçirerek kendini öldürür.
Beni ben yapan şeyler nerede?
O süreç boyunca kırılmalar, küsmeler, off diyorum! Sadece burnumdan nefes alıp vererek bir saat boyunca hiç es vermeden küfredebildiğimi fark ettim. Beddua desen, kendimi bu konuda acayip geliştirdim.
Sonra o hiç gelmeyecek zannettiğim gün geldi çattı. Filmi izlemekten çok korkuyordum. Panik atak krizleri geçirdim gibi şeyler söylemeyi çok isterdim ama ben kriz anlarında idrar yolları enfeksiyonu geçiriyorum. Önce “izlemiyorum” dedim! Sonra “Ne demek izlemiyorum, o benim hikâyem tabii izleyeceğim” dedim. Sonra izlemiyorum, izliyorum diye 798 tane fikir değiştirdikten sonra ‘bahsedilen karakterlerin hepsiyle’ izlemeye karar verdim. Zaten Pekmez’in kim olduğunu bildikleri için ona davetiye gitmiş. Cazgırlık yapacaksak, hepimiz yapalım diye. Babam, kardeşim, utanmadan başkasıyla gelen Pekmez.
İlk 10 dakika domuz gibi oturdum sonra Allah kahretsin çok komik yapmışlar, gülmeye başladım. Sağ tarafıma döndüm, babam benden çok gülüyor. Kız kardeşim onları bir kaşık suda boğacaktı, o da gülüyor. Gülüyorsun yani. Büşra Pekin çok iyi! Diğer oyuncular desen keza aynı şekilde. Günlüklerimden çok kopuk şeyler var, evet. Karakterler çok değişmiş. Beni ben yapan şeyler yok. Marilyn Monroe yok, Sezen Aksu yok, Zürafa yok, tespitler yok, internet yok, iç dünyam yok. Ama çok komik bir film var ortada. Korktuğum şeyler garip bir şekilde beni rahatlattı. Benim hayatım hâlâ devam ediyor, dokunulmamış gibi.
Onu izlerken asıl düşündüğüm şey ise; bundan 5 sene önce İstanbul’a ilk geldiğim zamanlardı. İş başvurusunda bana, “Bundan 5 sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” diye sormuşlardı. “‘Çocuğun bezini bu gece sen değiştir’ diye kocama bağırıyor olurum herhalde” demiştim.
“Biz size döneriz” dediler, insan kaynaklarında olan kadın evine gidene kadar kapısının önünde beklemiştim. İstanbul’da hiçbir yer bilmiyordum, iş yerini de zaten İstanbul’a değil, güneş sistemi dışında başka bir gezegene koymuşlar. Dolmuşları bulmak için dağ tepe aşıyosun!
Geçmişe dönüp, kafasını otobüsün camına yaslayıp, dan dan dan diye beyin sarsıntısıyla kendini öldürmeyi düşünen, kalacak yeri olmadığı için bir valizle misafirhanelerde dolaşan, çalıştığı kanalın tuvaletinden tuvalet kâğıdı çalan o kıza, “Eski sevgilini rezil etmek için açtığın blog’unu günlük haline çevirdin. Günlüklerin kitaba çevrildi. 4 tane kitabın var. Aylarca çok satanlardan inmedin. Sana bir de internet fenomeni diyorlar. Bundan rahatsız olacaksın benden söylemesi. Hürriyet’te yazıyorsun. Hayatından esinlendiler, film yaptılar. 28 yaşında bunların hepsini tek başına başardın kız!” desem sanırım, “İstanbul’da uyuşturucu bedava herhalde” diye düşünürdüm.
Bu benim başarı hikâyem. Hayat çok garip, bundan 5 sene sonra acaba ne yapıyor olacağım? Dizlerimi karnıma çekip, ana rahmine dönmeyi istediğim, içli içli ağladığım günlerde kurduğum bütün saçma sapan hayaller gerçek oldu. O yüzden hayal kurun, eminim gerçekleşecektir.
İlk 10 dakika domuz gibi oturdum. Ama sonra gülmeye başladım. Allah kahretsin, çok komik yapmışlar! Sağ tarafıma döndüm baktım, babam benden çok gülüyor.
Paylaş