Paylaş
Yaz yakın. Ölüm gibi iki şey var: Biri lazerden randevu almak, diğeri spor salonlarında boş koşu bandı bulmak. Oldu da bir heves tam da bu mevsim spor salonuna attınız kendinizi. Sorarım size: Tehlikenin farkında mısınız?
Bir kere salonu tanıtmak için gezdiğin zaman kesinlikle içeriye büyü falan yapıyorlar. O ilk haliyle, başladıktan sonraki hali aynı olmuyor. Herkes mutlu, hocalar sevecen, ilgili. Aletler boş, grup dersleri kıvamında. Sanki iki ay içinde 34 beden olacakmışsın gibi gaz veren biri yanında. Kayıt oluyorsun, ödemeyi yapıyorsun, hoop, hoş geldin gerçek dünya!
O uzay mekiğine benzeyen aleti boş yakalarsan ne âlâ! Oldu da buldun. Bitmedi. Salondaki hocalara, zarif bir biçimde, hedefini tek tek izah etmen gerekli. Sonra sana bir program hazırlıyor; günün 4 saatini orada harcaman şart.
Yaa bi dur, ben daha yeni başladım. Hayatımda hareket namına yaptığım tek şey, kapı açmak. Hoopi hadi dört saat koşturacağım şimdiyle nasıl başlarım. Bunun ben bile farkındayım da senin işin bu, nasıl anlamazsın!
Disko topu gibi taytlar
Hocaların aşağılamaları da pek enteresan, kuaför ya da doktor aşağılamasıyla yarışacak cinsten. Ne bileyim işte, sen “bir iki kilo fazlam var, biraz hoplar zıplar ter atarım, şu kollarım da gitsin” derdindesin. Fakat o, seninle aynı fikirde değil: “Tatlım, öyle bir dünya yok. Bedenin bitmiş, yağ oranın uçmuş. Bugün yarın ölürsün ben sana diyeyim!” Fazla kilon varsa, daha korkunç. Zaten hassassın, zaten yaralısın, üstüne karşındaki adam meme kaslarını oynata oynata sana “Şunu, sonra bunu yapacaksın bin tekrar. Vaktin kalırsa salonu da bi sil süpür” diyor. Yetmiyor, daha da sıralıyor: “Üç sene sonra belki 3 kilo verirsin. Bir de sana yemen gerekenlerin listesini çıkarayım, aa çıkaramıyorum, çünkü listede yemek yok. Sen o kiloları bir günde yapmadın, mucize bekleme şimdi.”
Sürekli etrafta cici cici dolaşan, ‘gym müdavimi’ kızları görmek daha can sıkıcı. Orası onların sosyalleşme, cilveleşme alanı. Ben ve benim gibiler içinse, “en az kullanılan duş hangisi” diye panik yapma yeri. Zaten onca koşmuşum, sırtımdan ter üstüne ter atmış, grup derslerinde topböceği gibi ordan oraya yuvarlanmışım; boynuma havluyu atıp elimde meyve suyumla nasıl güzel durabilirim? Kulaklarımdan soluk alıp veriyorum yahu!
Başladığın gün pespaye gidiyorsun. Evde eski bir tişört, pazardan alınmış bir penye tayt, tamam. İkinci gidişin biraz daha farklı oluyor. Sonra yarım atlet deniyorsun, göbeğini görüp vazgeçiyorsun. O yanar dönerli koltuk fiyatına olan taytlarda aklın kalıyor. Gidip alıyorsun, salonda disko topu gibi alev alev yanıyorsun.
Salon biraz büyükse saunası filan varsa içinde oh ne güzel. İlk günler ne var ne yoksa hepsini tek tek denemekle geçiyor vaktin. Şuraya da gireyim, ay havuza da atlayayım, ayy bi de şurada on dakika durayım. “Millet enayi gibi saatlerce hoplasın zıplasın ter atmak için, bak saunada 10 dakikada nasıl hallettim işimi” diye cinlik yaptığını sanıyorsun. Bir de tabii sürekli kafan karışık: Şimdi ben yemeğimi, spordan önce mi yiyeceğim, sonra mı? Önce yemesem, tansiyonum düşüyor. Sonra yedim diyelim, yaptığım onca hareket boşa gidiyor sanki. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor orada. Son bıraktığımda “günde 10 tane haşlanmış yumurta yersen karın kasın çıkar” lafı dönüyordu.
Bundan yüz yıllar, bin yıllar sonra adamların bizden kalan kalıntılara bakıp şu lafı edeceğine kalbımı basarım: “Eski insanlar da bi garipmiş, küçücük odalara girip, tıkış tepiş enerji atmaya çalışırlarmış, ayin gibi bir şey herhalde!”
Yakındır yakın.
Paylaş