Paylaş
Ortaokuldan beri kendi saç rengimi görmüyorum.
Yaklaşık üç senedir ara ara birer günlük sarı denemelerim hariç, hep aynı renkteyim.
Saçlarım uzunken kısa saçı özlüyorum, kısayken uzun.
İlle bir yerinde bir şey yapmam gerekli gibi hissediyorum.
Ama zaten siz bana bakmayın, benim sorunum kendimle.
Bendeki sanırım bir nevi acıyı bedenden çıkarma arzusu.
Bedenimle barışmaya daha yeni yeni başladım. Kendimi suçlamaya, her şeyde yermeye bayılıyorum.
O yüzden de sanırım, en ufak bir şey olunca acısını saçımdan çıkarıyorum.
Ya da o dönem çok yemek yiyerek kendimi cezalandırıyorum.
Bunları bu arada bilinçli falan yapmıyorum.
Manyağız da o kadar da değil herhalde. ‘Hadi bakalım Pucca, bugün Akbil’ini evde unuttun. O yüzden bir buçuk porsiyon İskender yiyeceksin!’ tarzında değil yani.
Farkında olmadan. Bunun da daha yeni yeni görüyorum.
İç sesimin sürekli olarak bana ‘aptal’ demesinden gına geldi.
Bİ SUS BE İÇ SES!
Her olayda bir suçlu aramak, bulamayınca ya da karşı taraftan bir hareket görmeyince, ‘benim yüzümden’ tribine girmek inanılmaz yorucu.
Üstelik işin içinden de çıkamıyorsun. Çıkamayınca da kendi kendine acı çektiriyorsun.
Çocukken saçlarımı tek tek yolup, köklerini incelerdim. Tırnak makasıyla elimin derilerini kopartırdım.
Acıdan dayanamayacak hale geldiğim zaman ancak bırakırdım.
Büyüdükçe bu zarar vermeler daha psikolojik oldu. Evden çıkmamalar, durup dururken saçlarımı kısacık kestirmeler...
Daha fazla yemek. Bazen hiç yemek yememek. Kusmak... Yazması ya da okuması çok rahat ve kolay.
Hatta büyük ihtimalle yargılayıcı. İnanın olay merkezi insanın kendisi olunca öyle olmuyor işte.
Farkında bile değilsin ki. Bilinçaltın bunun doğru olduğunu düşünüyor. Başka bir doğru bilmemişsin çünkü.
HEP O ‘AİT OLAMAMA’ HİSSİ
Tuba Büyüküstün ve Şebnem Dönmez’in kısa saçlı fotoğraflarını görünce o günler aklıma geldi.
Büyük ihtimal onların durumu bundan değildir tabii.
Mesela Tuba “Yeter artık şampuan reklamı teklifi gelmesin, bana bile gına geldi” mi dedi?
Yeni dizisi mi var, yoksa işin altında cidden duygusal bir mevzu mu bilmiyorum.
Allah var ikisi de çok güzel olmuş, ne yapsalar yakışırmış.
Ama ben fotoğraflara bakarken o ‘ait olamama’ hissini tekrar yaşadım.
Sürekli ev değiştirmelerim, şehir değiştirmelerim...
Her gittiğim şehirde, geride bir şey bırakmamak için didinmelerim...Neyi neden yaptığımı bilmeyişlerim...
Kendimi ancak kaybedersem bulacağıma inanmam.
Bulunduğum zamandan, mekândan, insanlardan hiçbir zaman hoşnut olmamam.
Kronik depresyon desen, ‘ulan mutlu gibiyim de halbuki’ diye sürekli ikilemler arasında yaşamam.
Bunları düşünmemek için sürekli kendime sorunlar yaratmam.
Off ne kötü günlerdi be!
Ya aslında kötü de değildi, inanılmaz eğlenceliydi o ayrı.
Beni ben yapan ne varsa o günlere dair olan şeyler.
Ama şimdi artık daha mutluyum diyebilirim.
Daha doğrusu huzurluyum sanırım. Bedenimle barışınca kilo verdim, kendimi sevmeye başladıkça daha özgüvenli oldum.
Suçlamalarım geçince, evimi, yurdumu sevmeye başladım.
Varsa sizin de öyle bir sorununuz, ilk önce sürekli size ‘Aptal, salak, bak yine her şeyi nasıl bozdun. Hepsi senin yüzünden!’ diyen iç sesinizi düzeltin.
Merak etmeyin, şizofrenlik falan değil bu. Sonrası çorap söküğü gibi gelir.
Tabii bu işin psikiyatrı, psikoloğu, ne bileyim yaşam koçu olayına kadar giden durumları da var ama başlangıç en önemlisi.
Paylaş