Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu
Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu
Prof.Dr. Mikdat KadıoğluYazarın Tüm Yazıları

Üniversitelerimiz bir futbol takımı kadar bile

Bunlar normalde burada bulaşmak istemediğim "önemsiz" konulardı. Fakat farkında olmasak da bunlar, havadan-sudan gibi önemli konulara, çevre politikalarımıza, akıl ve bilincimize de zarar veriyor. Yine maalesef, bizi Dünya onuncusu yapan futbolumuzdaki bazı doğru anlayış ve uygulamalar bile üniversitelerimize giremiyor!

Bütün bunları, saygın bir kurumun hakemli bir dergisindeki "küresel ısınma" başlıklı makaleyi okuyup şoke olduktan sonra yazmaya karar verdim. Öyle ki, İstanbul’daki yazarın makamı ve unvanı yerinde ama makalede doğru bilgiyi ara ki bulasın! Zatı muhteremin "makale"sini okuyunca neler öğrendim neler: "Ozon tabakası deliniyor" muş, "şimşek çakmaları ile birlikte ozon oluşuyor"muş ve bir de "Ozon Tabakasını Yok Eden Canavarlar" varmış! "Montreal Protokolü’yle alınan kararların ne ölçüde uygulandığı da bilinmiyor"muş! "Türkiye Kyoto Protokolü’ne 2004 yılında taraf olmuş"muş!..

Dünyadan ve literatürden bihaber olan muhtereme kim bir şey söyleyebilir ki! Bölüm ya da anabilim dalı onlardan sorulur; oradakilerin çoğu zaten onun öğrencisi (yani onları o yetiştirmişmiş!) ve onları işe alan da o. Nankörlük ve saygısızlık olmaz ki, otokontrol ya da etik olsun! Sonuçta işte böyle gençlerimizi yetiştirip bizi de aydınlatıyorlar!

EĞİTİMİN KANSERİ AKADEMİK KENDİLEŞME

Öğretim üyesinin öğrencisini işe alması olarak tanımlanan bilimsel-akademik kendileşme (academic inbreeding), üniversitelerimizin bilimsel gelişmesinin önündeki en önemli problemdir. Çünkü akademik kendileşme, bilimsel çalışmalara ve başarılara zarar verir. Hem kuruma, hem de adaya zarar verdiği için eğitimde bir kanser olarak kabul edilir. Akademik kendileşme, bilimsel zayıflıkları örten "akademik diktatörler" yaratır. Bu nedenle, dünyanın en iyi üniversitelerinde hiç kimse doktorasını aldığı bölümde öğretim yardımcılığı, yardımcı doçent ve öğretim görevlisi kadrosuna atanamaz. Bizde ise rektör bile aynı üniversitedeki hocalar arasından oyla seçilmek zorundadır.

Dikkat; artık futbolda bile olamayan şeyler bunlar! Düşünün; sizin tuttuğunuz takımı oluşturan futbolcular, kendi aralarından birini oylama yaparak teknik direktör seçiyor. Ayrıca sizin takım, sadece alt yapısından yetişen futbolcular tarafından oluşturulsaydı ve emekli olana kadar da aynı takımda oynasalardı, takımınızın ve Türk futbolunun dünyadaki yeri ne olurdu? İşte üniversitelerimiz demokrasi, iyi çocuk, bizim çocuk gibi popülist uygulamalar ile böyle bir duruma düşürülmüş. Sonra da soruyoruz, "Türk üniversiteleri neden en iyi değil?" Türkiye’de kaç kişi, üniversitelerimizdeki bu popülist uygulamaların çok tehlikeli boyutlara ulaştığının farkında ki!

İleri Dünya’da bilimsel gelişmenin temel taşı, fikir ve uzmanlığın değişiminde yatıyor. Türkiye’de ise, örneğin İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden doktorasını almış biri, "Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde iklim dersleri veremez" diye gülünç raporlar düzenleniyor! Sonra da "kimse taşraya gelmiyor", "yeni açılan üniversiteler kağıt üzerinde kaldı", "30 bin öğretim üyesi eksikliği var" gibi gelsin timsahın gözyaşları.

BİLİMDE PARMAK USULÜ SEÇİM OLMAZ

Bildiğim tek doğru bir şey varsa, o da, bilimde parmak usulü seçime yer olmadığıdır. Ne olur; kriterler yani liyakat. Bilimde, zürriyetini devam ettirmek, vb. için kimse kendisini kopyalamaz, yani öğrencisini işe almaz. Ne olur; dünyanın her yerinden konunun en iyisi aranır, bulunur. Eğer bunları yapamazsanız bilim ve teknolojide ilerlemeyi unutun gitsin.

Askerdeyken öğrenmiştim, "Görevi ihmale sürükleyen merhamet vatana ihanettir!" Yani, acıma veya anaçlık duygusu ile öğrencisini işe alanlar ve demokrasi, vb. gibi sözde seçimler ile üniversiteleri oyalayanlar yanlış yapıyor. Dünyanın terk ettiği bu yanlışları kabul etmek istemeyenler ilim-irfan sahibi olamaz. Çünkü "Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz".

YÖK, Başbakanlık gibi kurumlar, sadece bu konuları düzeltip, ülkemizde doğal sirkülásyonu sağlayabilse, yeni üniversitelerimiz bile uçar! "Hooop fincancı dükkanına fil gibi dalmayalım arkadaş!" diyorsanız, o zaman gelin en azından bundan sonra Güney Kore’yi örnek alalım. "Yeni akademik kadroların yarısından fazlasına kendi mezununuzu alamazsınız" şeklindeki kuralı üniversitelerimizde bir geçiş önlemi olarak yürürlüğe koyalım. Özetle ve unutmadan askerde bağırdığımız gibi "Her şey vatan için" olsun. Ya da artık yalancı çoban gibi kimse ağlamasın!
Yazarın Tüm Yazıları