Önemli olan geleceği tahmin etmek değil; gelecek için hazırlık yapmaktır... Bu önemli ve içinde bulunduğumuz durumu çok iyi açıklayan sözü günümüzden tam 2 bin 500 yıl önce Antik Yunan’da Atinalı devlet adamı Perikles söylemiş.
Söylemiş de ne olmuş! Bizim memlekette “şu yıla kadar deprem olacak” filan deniliyor, millette tık yok! Ama yine de sanki hemen gidip hazırlanacakmış gibi “deprem ne zaman olacak” diye hiç bıkmadan, usanmadan da sormaya devam ediyor. İklim değişiyor, su kaynakları, sağlık, yaban hayatı, tarım, kıyılarımız, afetler, ulusal güvenliğimiz bundan olumsuz etkilenecek deniliyor ama yine kımıldayan yok. Gelecek için bir şey yapmayacak ama sırf meraktan olsa gerek yine “havalara ne oldu; böyle giderse neler olacak” diye sorup duruyorlar. Bu ısrarlı sorulara bakarak sanki küresel iklim değişimi ile ilgili de bir şeyler yapacaklarmış diye umutlanmaya başlıyorsunuz...
GİTTİKÇE SIKLAŞACAK
İşte yine söylüyorum: Küresel iklim değişiminden sonra gelecekte şehir selleri artacak! Küresel iklim değişimi yer seviyesindeki hava sıcaklığını artırıyor. Yerle yukarı seviye arasındaki sıcaklık farkı büyüdüğünden yerdeki sıcak ve nemli hava hızla yükselip kısa süreli ama şiddetli yağışlara neden oluyur. Bu durum ile giderek daha fazla karşılaşacağız! Evet gelecek, bir gün gelecek, hatta geldi bile... Şimdi bu ve benzeri bilimsel projeksiyonları sadece buradaki gibi gazete köşelerinde değil; birçok bürokratın bulunduğu ortamda da ortaya koyuyoruz. Esas soru “gelecek için kim, nasıl bir hazırlık yapacak?” Geleceği tahmin edenlerle geleceğe yönelik hazırlık yapması gerekenler aynı kişiler ya da kurumlar değil. İşte Türkiye’deki en zayıf halka da burası. Uzmanlarla uygulamacılar arasında köprü yok. Herkes kendi havasında! Bir de ister bürokrat, ister siyasetçi, akademisyen olalım fark etmiyor. Millet olarak alışkanlıklarımızı ve ezberimizi kolay kolay bozamıyoruz. Bilim ve teknolojide muhafazarkarlık, tutuculuk diye bir şey olamaz. Bilim sürekli değişir, kendini yeniler. Suetonius’e göre “Tilki, derisinden vazgeçer de, alışkanlıklarından vazgeçmez”miş. Biz de öyle! Amos Parrish’e göre ise “Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.” Şimdi anlaşıldı mı neden elimiz kolumuzun bağlı olduğu!..
JAPONYA’DA YERALTI TÜNELLERİ YAPILIYOR
Şaka bir yana dünyada alışkanlıklarını ve ezberini çabuk bozan ülkeler şehir selleriyle ciddi mücadeleye girişmiş durumda. Örneğin Almanya’da her iki mazgalın arasına yenisi konuluyor. Japonya’nın Tokyo şehrinde ise (inanamazsanız size fotoğrafını gönderebilirim) yağmur sularını tahliye edebilmek için metro tüneli büyüklüğünde tüneller inşaa ediyorlar. Ey okuyucu dünyanın bu konuyu gündemine ne kadar aldığı konusunda bana da inanma gir Google’a yaz “urban flood”. Göreceksin ki bu konuda dünyada 150 binden fazla kayıt var. Moralin bozulmasın diye “şehir seli” diye de arama yapmaya sakın kalkma! Çünkü onun ülkemizde adı bile yok. Bütün seller “taşkın” bu ülkede! “Suların bulunduğu yerde yükselerek veya başka bir yerden gelip genellikle kuru olan yüzeyleri kaplamasına sel denir.” Bütün dünyanın kabul ettiği bu tanım bizimde “Bir akar suyun yatağından taşarak arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesislerine ve canlılara, zarar vermesidir” şeklindedir. Yani Türkiye’de sel olabilmesi için mutlaka bir akarsuyun yatağından taşması gerekiyor! Yani biz oluşum yerine göre 5 çeşit olan sellerden sadece akarsu ile ilgili olanını resmen tanıyoruz! Halbuki şehir selleri, şehir içinde her yerde oluşabiliyor. Özellikle binalar, yollar ve otomobiller için inşa edilen parklar nedeniyle doğal bitki örtüsü yok edilmiş yerlerde yağışın toprağa sızması mümkün değil. Böylece şehirleşme, yüzeysel su akışını doğal yüzeylere göre 6 kat artırabiliyor. Mazgallar bu suları hemen tahliye edemiyor ve kısa bir süre içinde caddelerimiz ve sokaklarımız derelere dönüşebiliyor... Özetle, “Doğaya karşı işlenen suçun öcü, insan adeletinden daha zorlu olur” (Dostoyevski).