Harvard Üniversitesi’nden İstanbul’un risklerine bakış
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
13 Ekim’de ABD’deki Harvard Üniversitesi’nde “Risk ve Şehir: İstanbul Örneği” adlı çalıştaya davet edildim.
Yedi saatlik zaman dilimini bir gün arayla bir batıya bir de doğuya doğru geçerek gidip geldim. Size , Harvard’da öğrendiğim ilginç ayrıntıları anlatacağım.
Önce kendime “Yirmi öğrenciye 30 dakika sunum yapmak için gidiş geliş 30 saat uçulur mu yahu” diye kızdım. Ne zaman “hayır” demeyi öğreneceğimi bilmiyorum ama Harvard’a iyi ki gitmişim. Çünkü Prof. Ulrich Beck gibi Avrupa’nın en önemli sosyoloğuyla tanışmak ve afete hazırlık durumumuzu tartışmak fırsatını buldum. Prof. Beck’in, “Risk Toplumu” kitabı ile günümüzün sosyoloji biliminde yeni bir pencere açan önemli bir düşünür olduğunu bilmiyordum. Bilseydim herhalde onunla uzun boylu bir tartışmaya filan giremezdim!
JAPONLAR NE DEDİ?
Prof. Beck, konuşmasında riskin matematiksel bir şekilde ifade edilemeyeceğini söyledi. Benim konuşmam ise risk eşittir tehlike olasılığı çarpı zarar görebilirlik denklemi üzerine kurulmuştu! Beck’e göre günümüzde bilim o kadar güçlü bir hale geldi ki artık kendi etkilerini ne tahmin ne de kontrol edebiliyor. Bilim, hesaplanması mümkün olmayacak kadar büyük riskler oluşturuyor. Örneğin nükleer füzyon, genetik mühendislik ve iklim değişimi alanında toplumların kendisinin bilimin bir laboratuvarı haline geldiğini iddia ediyor. Benzer şekilde afet yönetimi de insanları laboratuvar deneği olarak kullandığını ima ediyor...
Tokyo Üniversitesi’nden gelip İstanbul ile Tokyo’yu karşılaştıran Japon profesörleri dinleyince de İstanbul’da hızla azalan yeşil alan faturasını depremde çok kötü bir şekilde ödeyeceğimizi anladım. İkinci Dünya Savaşı’nda Tokyo hava saldırılarıyla bombalanırken Japonların binalardan çıkıp toplanmak için belirledikleri “açık alanlar” bugün deprem, yangın gibi afetlerde tahliye, toplama amaçları için korunuyor. İstanbul gibi büyük bir depremi bekleyen Tokyo için “Deprem Sonrası Yeniden Yapılanma Master Planı” hazırlanmış. Bizim “İstanbul’u etkileyecek bir depremden sonra ortaya çıkabilecek 140 milyon tonluk enkazı ne yapacağız” sorusuna bile verecek kolay bir cevabımız yok. Bu soruya “Ben olsam enkazı İstanbul Boğazı’na dökerdim. Böylece hem tehlikeli tanker hem de İstanbul’un trafik problemini çözerdim!” gibi kaçamak bir cevap vermek zorunda kaldım.
İslam sanatı ve mimarisi üzerinde uluslararası alanda en önemli otoritelerden biri olarak kabul edilen Harvard Üniversitesi profösörlerinden Gülru Necipoğlu, yaptığı sunumda 1509 ve 1754 yıllarında İstanbul’da yaşanan depremlerle beraber 1660 yılındaki Büyük Yangın’ı anlattı. Bu afetler sonucu İstanbul’daki iyileştirme ve yeniden yapılandırma çalışmalarından bu gün için alınacak birçok ders var. Gülru Hoca’nın “Architectural Culture in the Ottoman Empire” adlı ödüllü kitabı bu konuda önemli bir kaynak. Türkçesi Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkacak olan bu kitabı afet yönetimiyle ilgilenenlerin de okuması şart.
Harvard ve Bilgi üniversitelerinde dersler veren mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Sibel Bozdoğan, çalıştaydaki konuşmasında, 1894 depreminden, 1908-20 yıllarında İstanbul’da yaşanan yangınlarından söz etti. 1960’lara kadar “Güzelleşen İstanbul” sloganıyla yapılan imar çalışmalarını anlattı. 1905 yılında hazırlanan İstanbul yangın sigorta haritasını gösterince de şoke oldum! Böyle bir şeyi bugün hayal bile edemiyoruz. İmar, gecekondu ve şehirleşmenin afetlerle olan ilişkisini anlamak için de Sibel Hoca’nın kitaplarını okumak şart oldu. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ABD’de master ve doktorasını yapmış olan Dr. Neyran Turan, Rice Üniversitesi’nde hoca olarak çalışıyor. Neyran Hanım’ın sunumu İstanbul Boğazı’ndaki tanker trafiğinin oluşturduğu riskler üzerineydi. Bir mimarın bu konuyla ilgileneceğini hiç ummazdım! Evet, İstanbul Boğazı’nda örneğin Beşiktaş önünde LPG ve ham petrolü taşıyan tankerlerin çarpışması durumunda 1 milyon kişiyi kaybedebiliriz! Daha da kötüsü bu risk için ne tahliye planımız ne de deniz itfaiyemiz var! Şimdi fay hatlarına takılmadan olaylara nasıl bir bütün olarak bakılabildiğini ve Harvard’ın neden dünyanın en iyi üniversitesi olduğunu da anlamışınızdır sanırım.