Çocukluğumuzdan beri kulaklarımızda çınlar “Ev alma komşu al” sözü...
Bu söz ile büyüdük biz, hepimiz.
Ama eş dost sohbetlerinde konu olanlar hep “kötü komşu” örnekleridir. Gürültücü, kavgacı, yaygaracı, selamsız-sabahsız ya da çok meraklı olanlar... Geçmişte yaşadığımız her yerde benzerleri oldu, hatta onlar çoğunluktaydı ancak inanın iyi örnekler de var. Can dostu olmayı bilen komşular yani, inanın bana var onlardan...
Demetim mesela... Başında iki sevimli başbelası ve onların başına sardığı canavar gibi de bir anası var. Her yıl alır Emre’mi götürür Çeşme’ye. Onun tabiriyle “onlar Emre’ye alışık, Emre onlara”... Çok mutlular bir arada.
Şu anda bıraktık Emre’yi Çeşme’de, dönüyoruz eve... Ondan “rahat” olmayı öğreniyorum, her gördüğümde. Sakin olmayı. Hayatı yavaş yavaş yaşamanın aslında doğru olduğunu...
Aylacığım... Yaşam dolu olmayı, eline bir şarap kadehi alıp, diğer bahçeye kadar yürüyüp, salona oturup, karşısında çocuk emzirmeye çalışan kadına moral olmayı... Hatta o doğururken, sadece dostuna yardım etmek için ambulanstan atılmak pahasına susmadan konuşabilmeyi... ıçindeki heyecanını kaybetmemek için her yolu denemek gerektiğini de...
Nilgün Abla... Yeni taşınan, hiç tanımadığı birilerine daha o saniye yiyecek, içecek taşımaya başlayarak “Sizin bebeğiniz var, yardım etmek lazım” demenin ne büyük bir iyilik olduğunu... Bu kadarcık bir düşüncenin bile birilerinin yaşamında bir şeyleri nasıl değiştirebileceğini...
Bahar Ablam... Tam organize olmanın ne demek olduğunu onu her gördüğümde daha iyi anlıyorum. Hem iş, hem ev, hem sosyal ortamlarda... Hem bu kadar doğal hem de bu kadar profesyonelce yaşamın nasıl yönetileceğini... Önceliğin ailen ve çocukların olsa da tüm bunların içinde kendine iyi bakman gerektiğini de... Erdem... Onu çok yeni tanıdım ama “çok büyük sıkıntıların içinde” bile yüzden gülümseme silinmeden durulabileceğini gördüm. Benzeri sorunlarla boğuşan insanların kendilerini koyverdiğine şahitken, onda “hayat seni umursamıyorum ve yenerim” duruşu gördüm.
Esin Abla... Rahmetli Osman Yağmurdereli’nin ona hâlâ deli gibi aşık olan eşi... Hiç tanımayan biri görse, “Osmanım” diyerek anlattığı kocasını yaşıyor sanır. Dolabında giysileri asılı, resimleri bütün evde dolu dolu ve hiç gitmemiş gibi. Her konuşmanın, her muhabbetin içindedir Esin Abla’nın Osman’ı... Ben ondan sevmenin ne demek olduğunu ve arkada kalan sen olsan bile gideni yaşatmanın ne demek olduğunu öğrendim.
Ve biricik Nilciğim...
O benim ışığım oldu. Bir insanın başına bu gelmez, böyle de gelmez denecek bir hikayenin sonrasında dimdik ayakta duran bir anne gördüm. Kendini çocuklarına adamış, onları sarıp sarmalamış bir anne. Biliyorum çoğu şeyi içine atıyor ama ben ondan “bir annenin nasıl ayakta kalabileceğini” gördüm... Bugün demek istiyorum ki size: Her evde bir hikaye var, hepsinde bilmediğiniz şeyler... Aslında yan daire, karşı ev, arka sokak. Belki de hepsinde yaşantınıza ortak olacak birileri var.
Diyeceğim o ki... şans verin, gülümseyin, “günaydın” deyin yakın çevrenize...
Ben komşularımdan başta yalnız olmadığımı, sonra ise akrabalarımızdan once onların yanında olduğumuzu öğrendim.