Paylaş
Plazada çalışmanın en temel kuralı yakınmak ve şikâyet ettiği mevzuun bir parçası olmaktır. Beyaz yakalı, ‘Sürekli toplantıya girdiği için iş yapamamaktan’ yakınır ama bunu söylerken sağ işaret parmağı çılgınca toplantı daveti atıyordur. Beyaz yakalı, ‘Powerpoint sunum hazırlamaktan çalışamadığını’ söyler ama slaytlar olmadan bakkaldan ekmek bile alamaz haldedir. Beyaz yakalı, plaza dilinin ne kadar saçma ve komik göründüğünü, “Çok irite (rahatsız) edici değil mi?” diyerek protesto eder. Ama belki de bu ‘case’i ‘set’ ettiğimiz (bu durumu, ayarladığımız) bir toplantıda tartışmalıyızdır. Başka türlü krizi ‘handle’ etmek (ele almak, idare etmek), ‘brain storming’ (beyin fırtınası) yapmak ve ‘input’larımızı (veriler, girdiler) masaya yatırmak mümkün değildir. Ve plazalardaki temel sorunların arkasında hep başkası vardır. Özeleştiri kavramı (İngilizcesi bile) pek uğramaz buralara.
Ancak plaza Türkçesi kullanan beyaz yakalılara biraz haksızlık ediyoruz bence. Japonya’da Line gibi bir teknoloji devinin CEO’su İngilizce bilmez. Japonya değerli insan yetiştirmek, Japonca da teknoloji üretmek için başka dillere ihtiyaç duymaz. ABD’de “İngilizcemizi koruyalım” kampanyaları ses getirmemektedir.
Teknolojiyi tüketirken dünya lideri, üretirken dünya tembeli olan bir memlekette ithal edilmiş kurumsal payelerin geçer akçe olması sürpriz değil. Ancak soruna plaza Türkilizcesi’ni konuşanları yargılayarak değil, bir teknoloji firmasında çalışanların neden tüm okumalarını İngilizce yapmak zorunda olduğunu sorgulayarak yaklaşmakta fayda bulunmakta.
Bu yazının temel amacıysa ‘corporate’ hayatın (şirket yaşamının) bir parçası olan bazı İngilizce terimlerin ne anlama geldiğine açıklık getirmek.
Aggregator: Birden fazla kaynaktan belli tipte içerikleri toplayan site ya da yazılım. Rakibin de içeriğine yer verilecekse “Ama aggregator olacağız” diyerek yüreklere su serpmeye yarar.
Deadline: İşin teslim tarihi. Gerçek bir çapkındır. Sarkmasıyla ünlüdür. Fırtınalı ilişkiler yaşar. Ona sadık kalanlar da genelde bir elin parmaklarını geçmez.
Penetrasyon: Buna hiç girmeyelim.
Benchmarking: Başarılı bir iş ya da organizasyona öykünme.
Monetize etmek: Yapılan işi paraya çevirmek. “Para kazanamıyoruz” dememek için İngilizce terimini söyleyerek fakir ama havalı kalmayı başarabilirsiniz.
Push etmek: Kurumsal dırdır.
Best practice: Bir işin yapılmasının en pratik ve doğru yolunu biri daha önce bulmuştur. Zaman kazandırır. Ayrıca söylemesi çok karizmatiktir.
Brief: Reklam sektöründe müşterilerin ajanslara verdiklerini iddia ettiği şey.
Eskale etmek: Kurumsal dünyada “Seni abime söyleyeyim de gör!” anlamına gelir.
Konsolide etmek: Ne anlama geldiğini bilmeden her koşulda kullanıp asla ofsayta düşmeyeceğiniz terim.
Paylaş