Bir sabah bakıyoruz ki her zamanki yerinizde yoksunuz.
Sen de gittin işte.
Yeni yılın ilk dakikalarında görmüşler seni en son. Sonra yer yarılmış içine girmişsin sanki.
Önce ihtimal vermemiş sevenlerin... Çıkar gelir nasıl olsa demişler. Oysa on senedir 50 metre bile gittiğin olmamış ki.
Ama işte konduramamış kimse.
İki gün geçip de ortaya çıkmayınca sen, haber verdiler...
"Yakut gitti."
Nereye, nasıl, neden?
İlk aklımıza gelenin ne olduğunu tahmin edersin... Hani her zaman nefesi ensemizde olanlar... Bilirsin işte kim olduklarını.
Önce onlara sorduk seni.
"Biz almadık" dediler.
Zaten artık onlar toplamıyorlarmış sizi.
Şirketlere ihaleyle veriliyormuş bu iş. Ama şirketlerin adı sanı bir muamma.
Son yıllarda basın bu işin üzerinde çok durduğundan ateşten gömleği çıkarıp atmışlar üzerlerinden belli ki. Yani "Biz almadık" derken doğru söylüyorlar, yemin etseler başları ağrımaz. Ama sizin için bir şey değişmiyor Yakut. Siz yine yaşadığınız yerden alınıp götürülmüş oluyorsunuz.
Nereye, nasıl bir akıbete doğru...
Bütün kötü şartlara rağmen barınaklara götürülmüş olmanız en iyi ihtimal. Toplu halde bir dağ başında ölüme terk ediliyorsunuz.
Ha, bir kaçınızın kulağına küpe takılıp yaşadığı mahalleye geri getirildiği de oluyor tabii.
Hayvanseverlerin bastırdığı semtlerde.
Ama bunu yapanların hepsi de sizin düşmanlarınız değil. İki arada bir derede kalmışlar, ne yapsınlar.
Sizi sevmeyen öyle çok "seçmen" var ki. Yemeyip içmeyip durmadan dilekçe veriyorlar yok edilmeniz için. Senin görünce kuyruk salladığın tonton ihtiyar amcalar yapıyor bunu en çok. Belki artık hiçbir işe yaramadıklarını düşünüp bir iş yapmış olacaklarını zannediyorlar böylece.
Aşılı, ameliyatlı ve yıllardır o sokakta yaşıyor olmanız, kimseye hiçbir zararınızın olmamış olması, hiç önemli değil o takıntılı insanlar için.
Bazılarının kendi köpeği de var hatta.
İki çocuk babası adamların çocuk pornocusu çıkması gibi bu da.
* * *
Sen de gittin Yakut.
Nasıl, neden, nereye?
Bütün ihtimalleri düşündük.
Ne yapmamız gerekiyorsa yaptık.
Bakmadığımız yer, sormadığımız insan kalmadı.
Ama nafile!
Buhar olup uçtun sanki.
"Biri beğenip alıp götürmüştür" diyenler var.
Ah keşke!
Ama sen tanıdıkça sevilenlerdendin.
Cins değildin, parlak tüylerin yoktu, yaşlanmıştın.
O eşsiz mahzun bakışlarını gelip geçerken fark edebilecek bir insanoğlunun varlığından da ben şüpheliyim Yakut.
Ama yine de inşallah öyledir.
Umutsuz yaşanmaz.
Bir umudumuz da kaybolduğun saatlerde atılan havai fişekler. Her zaman çok korkar, saatlerce titrer, kendine gelemezdin. Bu defa yanında seni sakinleştirecek birileri de olmayınca, bir yere kaçtın saklandın belki.
Ama nereye?
Hem bir hafta oldu.
Fakat bir umut işte. Bu ihtimal üzerinde birleşmek hepimize iyi geliyor.
Mama kabınla su kabın yan yana, bıraktığın yerde duruyor.
Balıkçı Osman, Bekir Baba, Çakmakçı Hakan, her sabah kahveyi beraber açtığınız Şaban, Emin, bütün gece birlikte nöbet tuttuğunuz Çınar Taksi’deki dostların; seni görmeden geçerlerse burnunla dokunarak kendini hatırlattığın bütün sevenlerin, yani bütün Küçük Bebek, senin bir gün döneceğini umuyor Yakut.
Ben...
Ben kötümser biriyim.
Kimseye güvenmiyor, kolay kolay ikna olmuyorum. Ama bu defa ben de pek umutsuz değilim.
Hadi Yakut...
MIŞ-MUŞ
İngiltere’de bir kadın, bir yılda 5 çocuk doğurmuş.
I’m "oha" olmak!
Bülent Ersoy, genç sevgilisinin ana-babasının elini öpmek için Torbalı’ya gitmiş.
Gülmeyin! Bu da bir nevi hiyerarşidir. Yaşa bakılmaz.