Tıpkı "Leyleklerin göçü", "koyunların kuzulaması" falan gibi benim de "ev arama" zamanım var.
"Peki senede iki kere taşınıyor musun?" diyeceksiniz.
Hayır.
Hatta şöyle söyleyeyim, bir araştırma yapılsa, "aynı evde en uzun oturanların"ın bir listesi oluşturulsa (hani yapılıyor ya böyle mana yoksunu araştırmalar) listenin en başında yer alırım.
Alışkanlıklarımdan kolay kolay vazgeçemiyorum. E, ev dediğiniz de az buz alışkanlık yaratmaz insanda.
Tamam oturduğum evden vazgeçmiyorum ama ev arama huyumdan da vazgeçmiyorum. Demek bu da alışkanlık olmuş. Ruh durumuma göre bazen yatırımcı ruhum kabarıyor, bazen annemleşiyor "Dünyada mekan, ahirette iman" diye düşünüyorum...
Bazen deniz görmek istiyorum, bazen toprağa basmak...
Bazen "mahalle"de yaşamak ağır basıyor, bazen bir sitede güvende olmak...
Uzatmayayım bu naçiz yazarınıza senede iki kere emlakçılarla içli dışlı olmak kısmet oluyor.
Zaten konumuz da bu.
Emlakçılar yani.
Hani hep anlatılan bir şey vardır...Adamın biri deniz manzaralı diye götürüldüğü evin hiçbir yerinden denizi göremeyince, emlakçıya sormuş da, emlakçı karşı apartmanın penceresini göstermiş... Katiyen bir efsane değil bu.
Geçenlerde bir ev gezdim. Elbet deniz manzaralı diye. Fakat karşı apartmanın penceresinden bile göremeyince denizi... Emlakçı uzaktaki bina yığınlarının arkasında hareket etmekte olan, yaklaşık 10 santimetre uzunluğunda, düşey bir çizgiyi işaret etti.
Neymiş o dersiniz?
Bir gemi direğinin tepesi.
"Siz buna deniz manzarası mı diyorsunuz?" dedim.
"Şu anda Boğaz’dan bir geminin geçmekte olduğundan haberdar oldunuz mu olmadınız mı?" diye bir karşı soruyla cevap verdi emlakçı.
Düşününce, haklı!
Diyecek bir şey bulamadım. Daha doğrusu nutkum tutulduğundan...
Peki "yeşillikler içinde" deyince ne gelir aklınıza?
Bir heves düştüm yine bir emlakçının peşine...
Gide gide bir bodrum katına gittik.
Ve karşımızda yosun tutmuş bir istinat duvarı! Rutubetten...
Fakat adam yemin etse başı ağrımaz!
Yosun yeşil mi, yeşil!
İleride emlakçı anılarımdan bir kitap oluşturmayı düşünüyorum.