Mucidi kimdir bilmiyorum. Hangi aralık dilimize pelesenk oldu onun da farkında değilim. Bir tek, önemli biri sayılmak için bir duruş sahibi olmak gerektiğini biliyorum.
Elbet herkesin ister istemez bir duruşu vardır. Buna bir itirazım yok. Benim takıldığım, saç rengi gibi seçilen duruşlar.
Nedir önemli olan?
‘‘Gibi’’ yapmak, parsayı toplamak.
Bunun bilincine varanlar kendilerine şöyle iyisinden bir duruş yapıyorlar.
‘‘Duruş yapılır mı?’’ demeyin. Yapılıyor işte. Önce nasıl bir duruş istediğinize bakacaksınız. Arınmışlık, ermişlik, aşmışlık, olgunluk karışımı bir şey mi istersiniz artık... Size kalmış.
Duruşunuzu belirledikten sonra iş durmaya kalıyor ki zor olan da bu. Zira konuşmalarınız, davranışlarınız, tepkileriniz, seçimleriniz falan bu duruşa uygun olacak.
Hayır, duruş sizin kendi duruşunuz olsa kolay. Fakat ‘‘tasarım duruş’’ söz konusu olduğundan her an açık verme ihtimali var. Ayrıca insan denen yaratık öyle erdemler yumağı da olmadığından... Doğaya aykırı bir iş yapılıyor anlayacağınız. Zorluğu bundan.
Hayat sırf röportaj sorularına cevap vermek olsa kolay. Yedirir durursun. Ama yaşar giderken haliyle duruştan bir sapma oluyor.
Fakat siz şanslısınız yine de. Görmüyorsunuz o sapmaları, yer değiştirmeleri. O sizin duruşuna kurban olduğunuz insanları yakından tanıma şanssızlığına erişen bizler içinse durum facia.
İki duruş arasında gidip gelen gözlerimizin şaşı olma ihtimaline mi yanalım...
Yaşadığımız hayal kırıklığına mı...
Açık açık ‘‘Ayol sen ne numaracısın!’’ diyemediğimize mi...
Sahtekárların habire prim yapmasına mı...
Kendimize onlar gibi fiyakalı bir duruş seçemediğimize mi...
Diyeceğim, kimsenin duruşuna kanmayın. O şahane duruşun arkasında mutlaka bir de o kadar şahane olmayan esas duruş vardır.
Ya da kanın. Birilerine hayranlık duymak, özenmek yaşama sevinci verir insana.
Ama o tasarım duruşlu adamlar, kadınlar koltuk, masa, lamba misali hep vitrinde dursunlar. Önünden geçerken seyredip iç geçirin. Sakın ola alıp eve getirmeye kalkmayın. Işıkların altındaki gibi olmadıklarını görüp yıkılmayın.