Pakize Suda: Tarlabaşı

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Tarlabaşı'nı gezdim. Ara sokaklarını. Gitmemem konusundaki uyarılara aldırmadan. İyi ki de aldırmamışım.Ne yolumu kesen oldu ne yan gözle bakan. Akmerkez'de daha fazla gözle taciz var.

***

İstanbul'u bilmeyenler için bir açıklama. Tarlabaşı bir semtin adıdır.Neredeyse tamamı eski, koruması gereken, değerli yapılardan oluşur. Bu yapılara çivi bile çamak yasaktır. İşin garibi devletin kendisi de bu yasağa uymaktadır. Dolayısıyla binalar çürümeye bırakılmıştır. Bunun bilincine varmış olan binalar da devletin yüzünü kara çıkarmamak için hızla çürümektedirler.

Semt sakinlerinin pek hırslı insanlar olmadıkları söylenir. Bense son senelerde bu konuda semt ayrımı kalmadığını, hatta en büyük hırsızların en lüst semtlerde oturduklarını, en önemli makamlarda bulunduklarını düşünürüm.

Siz Tarlabaşı'nı Eşkiya filminde ve de Levent Yüksel'in ‘‘Bi daha’’ klibinde görmüşsünüzdür.

Durum bu.

***

Gelelim Tarlabaşı'na ne diye gittiğime. Çamaşırları yüzünden. Ana caddeden arabayla geçerken ara sokaklarda, binaların arasında uçuşan rengarenk çamaşırlar dikkatimi çeker. Cart yeşil, cart turuncu. Bizdeki çamaşırlara bakıyorum; iki grup. Beyazlar ve siyahlar. Arada tek tük renkliler de var ama biz satın almamışız. Hediye gelmiş. Belli ki eş, dost söylemeye çekinmişler ama bize baka baka içleri kararmış. ‘‘Alın arada bir bunları da giyin’’ demek istemişler.

Bu renkli çamaşırların sahipleri de renkli insanlar olmalıydılar. Bu fikrimi teyit etmek üzere gittim Tarlabaşı'na.

***

Sabah sabah; hava güneşli, sokaklar yarı gölgeli, ben yarı uykulu; dolaşıyorum.

4-5 yaşlarında iki çocuk. Biri kıçını oyuncak kamyonun kasasına yerleştirmiş; öteki bağladıkları iple onu çekiyor. Çıkan gürültü hakiki kamyonu geride bırakır. Derken akşamdan kaldığı her halinden belli olan bir adam fırlıyor evlerin birinden ‘‘Ulan o... çocukları alın oyuncağınızı s... buradan.’’ Oh! Uykum açıldı. Belki de benim öğlenlere kadar uyumam bizim mahallenin uyuzluğundan. Nerde böyle bir söylem?

***

Arkamda birisi bağırıyor. ‘‘Suaaaaaaaa.’’ Döndüm baktım; yaşlı bir amca. Çalı süpürgesiyle plastik fırça satıyor. ‘‘Bağırırken ne diyorsun?’’ diye sordum. ‘‘Süpürgeci’’ diyormuş. ‘‘Yabancı dilin var mı?’’ deseler ‘‘Yok’’ diyecek. Bal gibi var, haberi yok.

***

Tarlabaşı'nın suyu bol. Öyle olmasa herkes evinin penceresinden sokağa mütemadiyen su döker mi? ‘‘Bi dakika ben bi geçeyim.’’ Bu lafı kaç defa söylediğimi hatırlamıyorum. Sokaklar orta büyüklükte birer dere. Şırıl şırıl.

***

Çamaşırlar dediğim gibi; evden eve, sıra sıra, renk renk. Seçim öncesi parti bayrakları gibi. Çamaşırlara bakıp hane halkının fiziksel ve ruhsal yapısını şıp diye çözebilirsiniz. Herşeyleri ortada. Yalnız çamaşırları sokağa asmakla kalmamışlar işi biten leğeni de binanın dışına çaktıkları çiviye asmışlar. Sağlı sollu boy boy plastik leğenler sokakların rengine renk katıyor.

***

Semt sakinleri İstanbulluların yabancısı değil. Özellikle çocuklar. Herbiriyle en az bir kere göz göze gelmişliğimiz var. O kapkara gözleriyle. Biz arabanın içinde onlar dışarıda. Ellerinde bez, kağıt mendil, sakız, çiçek, kağıt helva... Artık o gün Allah ne verdiyse. İşte o çocuklar arabamızın camına yapıştıkları saatlerin dışında burada yaşıyorlar. Bir babaları, dört anneleri, onbeş ila yirmi kardeşleri var. Bu çocuklar hayatta her türlü çileyi çekebilirler; bir tek şey dışında. Yalnızlık. Onlar işe çıktığı zamanlarda anneleri henüz eli kağıt mendil tutmayan çocuklarıyla kapıya serdikleri battaniyenin üzerinde çay içip keyif yapıyorlar.

***

Semtin muhtarları çok müteşebbis insanlar. İki işi birden görüyorlar. İkametgah senedi alırken yanında bir de fırfırlı yatak örtüsü alıp çıkabiliyorsunuz. Ne ararsanız var. Muhtar nüfus suretinizi çıkartırken yardımcısı kolunuza istediğiniz renkten iki sıra boncuk dizebiliyor.

***

Sokakta kendi kendine konuşan çok insan görmüşsünüzdür. Onlardan biriyle Tarlabaşı'nda karşılaştım. Yaşlı bir teyze. Söylene söylene gidiyordu. Sonra muhtarın dükkanında oturup sohbet ettik. Bir tek boş laf etse ya. Nasıl aklı başında. O halde ne diye kendi kendine konuşur? Laf atanlara, ters bakanlara cevap veriyormuş. Anladığım kadarıyla cevabı fazlaca teferruatlı; uzun sürüyor. Muhatabının karşısında durup konuşsa mesele yok. Bir yandan da yürüyor. Lafın sonu geldiğinde olay mahallinden beş sokak uzaklaşmış oluyor. O sırada görenler haliyle onu kendi kendine konuşuyor zannediyorlar.

***

Bir kahveci çırağıyla tanıştım. Çırak dediysem genç değil. Usta olacak yaşı bile geçmiş. Ayakkabılar yumurta topuk; saçlar zift rengine boyanmış, ıslatılıp arkaya taranmış. Yeni evli. Yabancı bir hayat kadınıyla evlenmiş. Hani Türkiye'de kalabilmek için para verip evleniyorlar ya; onlardan biriyle. Bizimki parayı almış, nikahı basmış ama serde erkeklik var. Kadına sahip çıkmakla çıkmamak arasında bocalıyor. Korkarım bugün yarın namusunu temizler.

***

Tarlabaşı'ndan Beyoğlu'na yaklaştıkça pencereden bakan saçları sarıya boyalı esmer kadınların sayısı artmaya başladı. Ben her bir pencereye dikkatli dikkatli bakınca bir tanesi: ‘‘Kiralık ev mi arıyorsunuz?’’ diye seslendi. Neden olmasın? İnsanlar Tarlabaşı'nda oturanlarla Etiler'de oturanlar diye ikiye mi ayrılıyorlar? Ve benim elimde dünyaya gelirken verilmiş ikametgah senedim mi var?

t Mış muş...

Kanal D'deki güzellik yarışmasında dereceye giremeyen genç kız Star'da Türkiye güzeli olmuş.

Kanal D Mecidiyeköy'de, Star Güneşli'de. Demek kız Güneşli'den bakınca güzel görünüyor.

Demirel vakıf kuruyormuş. Avrupalı eski devlet başkanlarını da çağıracakmış.

Adını UCUBE koysunlar. Uluslararası Cumhurbaşkanları Eskileri.

Bir dergi Japonya başbakanının kırkiki yıl önce genelevde basıldığını ortaya çıkarmış.

Adamı öldü sayın. Hava durumu tahmininde bir derece yanılınca bile utançtan intihar eden bir milletin başbakanı durur mu hiç?

Çok çocuklu kadınlar koca dayağını savunmuş.

Savunmayıp da ne yapsınlar? Dayak yemeseler başka birşey yiyecekler. ‘‘Al sana bi çocuk daha.’’ Dayak daha iyidir.

Yazarın Tüm Yazıları