‘‘HAYATTA hiç ilgi duymadığın konu ne?’’ diye sorarsanız... Bir dakika, hiç ilgi duymadığım demeyeyim de, hani ‘‘ilgimin top teni’’ gibi bir sıralama yapsam en sondadır futbol.
Buna rağmen beni tutup tutup futbol maçlarına götürüyorlar. Yüzlerce gazetecinin içinden...
Bu sefer de Turkcell aldı Türkiye-Brezilya maçına götürdü, Fransa'ya. Gide gele Hıncal Uluç'la Haşmet Babaoğlu gibi köşemi belli günlerde futbola ayıracağım galiba.
Zaten kendimi kadere teslim ettim. Bugüne kadar verdiği hizmetten memnunum doğrusu. Bundan sonra futbol yazarı da yapacaksa yapsın beni.
* * *
Şimdilik seyahatimin maç saatine tekabül eden kısmından ziyade, diğer kısımlarını anlatmakla yetineceğim.
Zaten maçın nesini anlatayım. Olmuş bitmiş. Gerçi televizyonlardaki spor programlarında bir hafta anlatıyorlar. Ben ‘‘Şeydilmiş şeyin davası’’ diyorum bu programlara. Ne olduğunu anlamışsınızdır, açık açık yazamam takdir edersiniz ki.
Neyse uzatmayayım, şimdi bu Turkcell davette bulunduğunda dedim ki, ‘‘Bana bir hoşluk yapmak istiyorsanız şu faturaları indirin biraz, Fransa'ya gitmiş kadar olurum’’.
Takmadılar tabii.
Hakikaten anam ağladı faturalardan. Hayır bazen diyorum ki, ‘‘Acaba normal telefonların tersine cep telefonlarında görüşme yapılan değil de yapılmayan dakikalar mı fatura ediliyor?’’
Ne bileyim? Anca o zaman hesap tutuyor.
Neyse kalktım gittim netice olarak. ‘‘Pakize’’ dedim, ‘‘Sen bu gezinin ücretini peşin peşin ödedin zaten. Hatta seni Avustralya üzerinden aşırıp döndürseler Türkiye'ye yeridir’’.
Fazla mı yüklendim?
Peki, kesiyorum, Fransa'ya geliyorum.
* * *
Fransa, biliyorsunuz şarap diyarı. E, şarabın yanında ne gider? Peynir.
Allah'ımıza bin şükür, ekip olarak yıllık şarap ve peynir ihtiyacımızı temin etmiş olarak döndük memlekete. Ben daha ziyade peynir üzerine çalıştım. Dönüşte şaraplar ağır gelecek de uçak düşecek diye korkmadım desem yalan olur. İfade de ettim. Cevap olarak ‘‘Düşse düşse senin peynirlerin yüzünden düşer’’ dediler.
Bu arada yaşlandığımı anladım. Gerçi hiçbir kadının bunu idrak edecek yaşa geldiği görülmemiştir. Yaşlanmadan (!) ölüp giderler. Bakalım, insan ömrü 150 yıla falan çıkarsa, kadınların da son birkaç yılı yaşlı olarak geçirmeleri söz konusu olur belki.
Konu dağıtmakta üstüme yoktur gördüğünüz gibi. Niye yaşlanmıştım ben?
Hah buldum!
Eskiden sadece incik boncuk, koku, şu bu alırdım dışarıdan, şimdi daha çok yiyecek alıyorum. Ekmek bile getirmeyi düşündüm bir ara. Sonra utandım. Gerçi sanat eseri niyetine alacaktım; bilenler bilir, kıyıp da yiyemezsiniz. Heykeltıraşlıkla fırıncılık birbirine girmiş.
Ayol yerim bitti. Fransa'nın F'sinde kaldım. Ben bu yazıyı oralara gitmeden de yazardım.
Oturup bir de dünya seyahati yazayım bari haftaya.
MIŞ-MUŞ
Fay hattı üzerine inşa edilen Bolu Tüneli 650 milyon dolar harcandıktan sonra patates deposu oluyormuş.