KİM anlattı, nereden duydum, olayın kahramanı kimdi, dahası hakikaten var mı böyle bir şey, yoksa uyduruyor muyum bilmiyorum. Ama şöyle bir şey var hafızamda:
Bir edebiyatçıydı galiba... Önceleri şiir yazmaya soyunmuşken Nazım Hikmet yüzünden vazgeçmiş bu sevdadan. Sebebi, hiçbir şairin Nazım Hikmet'in dediklerinin üstüne çıkacak bir laf etmesinin mümkün olmayacağına inanması...
Ben şiirden anlamam. Buna şöyle kanaat getirdim: Beni damardan vuran şiirleri kendini bilirkişi ilan etmiş kişiler yerden yere vuruyorlar. Demek anlamıyorum. Onun için yukarıda anlattığım anekdotla ilgili yorum yapacak halim yok. Zaten bu amaçla girmiş değilim bu konuya.
Çetin Altan'ın bir yazısını okudum geçenlerde. Ve kendimi nasıl hissettimse aklıma o edebiyatçı geliverdi.
Hani aşk, kadın-erkek ilişkisi üzerine yazıp duruyoruz ya hepimiz ha bire... Çetin Altan 38 yıl önce demiş diyeceğini. Zaten kanaatimce o da benimle aynı fikirde ki çömezlerin ağzını kapatmak için 38 yıl önceki yazısını çıkarmış vurmuş köşeye.
Olayın bir başka boyutu da şu:
Biz bir ağızdan günümüzdeki aşksız beraberliklerden şikáyet edip duruyoruz. Meğer 38 yıl önce de durum farklı değilmiş. Ortalık çoktan bozulmuş.
Gençler temize çıktılar böylece. Katil olmadıkları anlaşıldı en azından. Olay mahalline geldiklerinde ceset ortadaymış.
Neyse... Söz söylenmez ustanın sözü üstüne. Bundan sonrası Çetin Altan'ın, ‘‘Çalışmak ve Sevişmek’’ adlı yazısından...
***
‘‘...Kadın da hayatın en önemli şeyi değilse, önemlilik sözcüğü anlamsız kalır hayatta.
Ne çare ki, kadın da erkek de bu kadar tatlı, bu kadar vazgeçilmez bir hikáyeyi karşılıklı rezil etmişler ve karşılıklı birbirlerini mutsuzluğa mahkûm etmişlerdir.
.............
Sevmediğin erkek ve sevmediğin kadınla, karın doyurmak için sevmediğin yemeği yemek gibi sevişmek; hızlı çıkılmış bir merdiven solumasından başka bir şey değil midir sanki?
Ve merdiven bitince, insan o kadar yabancılaşır ki birbirine, içine adeta bir sıkıntı ve bunalma çöker.
Ama aşk, gerçek aşk, gerçek aşkın sevişmesi... Pek az insana nasip olacak kadar, bütün insanlığın ömürler boyu aranıp tarayıp da kolay kolay bir türlü bulamadığı tek ve tek mutlak mutluluk...
O kadar arandıkları halde, neden bulamazlar bu mutluluğu insanlar? Evlenme yükünün hantal ağırlıkları; mutlulukları kıskananların, mutluluklara engel olmak için yaptıkları baskılar; kadınların aşkın tadını çıkaracaklarına, aşığın canını çıkarmaya kalkacak kadar karşı cinse ezik ve hırçın olmaları; erkeklerin kadınları eşitlik dışı görecek kadar basit ve ilkel kalmış bulunmaları...
Binbir türlü saçma sapan pislik asidi ki içinde mutluluk şekillenmeden erir, kaybolur.
...............
Zenginlerin ise çokçası, tam aradığını bulamadan, bir doyup tıkanıvermişlik vardır içlerinde. Sahte nezaket ve suni heyecanlarla, bunu yutmuş görünen kadınların bir garip oyunudur onlarınki... O çevreden de pek az çıkar gerçek aşk.