ASLINDA hiç sevmiyorum ölenin arkasından bir şeyler yazmayı... Başsağlığı falan da dilemeyi beceremiyorum. Dilim tutuluyor sanki, konuşamıyorum. Cenazelere de gidemiyorum.
Çok takdir ediyorum görevini eksiksiz yerine getirenleri... Bir ölüm haberi aldı mı düğmeye basılmış gibi yapılması gerekenleri tek tek yapanı... Ama ben yapamıyorum işte. Çok ayıp ettiğimin farkındayım ama yapamıyorum. Uzaktan üzülüyor ağlıyor, kahroluyorum. Öyle birkaç günde de toparlanamıyorum.
Oğuz Aral için de yazmayacaktım işte. Pako için de. Ama hani ‘yoğun baskı’ derler ya... Varmış meğer öyle bir şey. Sokakta yolumu çeviriyorlar: ‘Pako için iki satır yazmayacak mısınız?’ Kardeşimi araya sokanlar bile oldu.
Duygularımı öğrenmek istiyorlar. Nasıl olabilir duygularım... Bir kere bazılarının ‘hastalık’ diyebileceği ölçüde seviyorum hayvanları... Pako üstelik tanıdığım, kucağıma alıp okşadığım bir köpekti. Gazetelerde sevgili babasıyla gördüğünüz fotoğrafları, Bekir Coşkun’la yaptığım röportaj sırasında çekilmişti.
Pako yazmaya başladıktan sonra ben de bütün okurları gibi onun duygularını, anılarını, sırlarını paylaşan dostu olmuştum ayrıca. O satırları hakikaten o yazıyor gibi geliyordu. Yani Bekir Coşkun’un başarısı sayesinde daha sıkı fıkı olmuştuk Pako’yla. Bir de adaşımdı.
Sıradan bir sokak köpeği olsaydı da bir şey değişmezdi gerçi... Rex öyleydi mesela. Kaybolduğundaki üzüntümü hatırlarsınız... Hálá yaram kapanmış değil.
Hastalığını biliyordum Pako’nun. Hazırlıklıydım yani. Ama üzüntüyü azaltmıyor bu.
Şimdi ‘Bize cennetten de yaz’ diyenler var Pako’ya... Ben aynı fikirde değilim. Oradan sadece ağlatabilir artık bizi... Oysa burada zehirlenen, sokağa atılan, topluca öldürülen, dövüştürülen köpekler, hain insanlar var. Pako yumuşacık üslubuyla yumuşatmaya çalışırdı o insanları... Şimdi Gorbi aynı görevi üstlenebilir. Bayrak yarışı gibi...
***
Sevgili Oğuz Aral’a gelince...
Ne diyeyim... Bu memlekette ‘Cumhuriyet kuşağı’, ‘68 kuşağı’ gibi bir ‘Gırgır kuşağı’ yaratmış adam...
Şimdi kim telefon edip uzun uzun akıllar verecek bana? Bir yemekte benim de duyabileceğim şekilde, ‘Ablan iyi hoş da biraz da dinlemesini bilse’ demişti kardeşime. Çünkü o da konuşmayı daha çok sevenlerdendi, meydan ona kalsın istiyordu.
Oğuz Aral giderken tek başına da gitmedi üstelik. Bir sevdiğimizi daha götürdü beraberinde. Avni’yi.
Öf! Şu ölüm ne fena şey!
Böyle yazılardan sık sık yazmak icap etmesin ne olur...
MIŞ-MUŞ
Profesör Vefik Alp, ‘Marmaray ölüm makinesi olacak’ demiş.