BİRKAÇ senede bir dekorasyonum gelir benim. Yine geldi. Peki gelince ne olur? Evi tepeden tırnağa yenilerim demek isterdim fakat değil.
Gerçi bir kalkışma durumu yaşarım ama tepe kısmında kalırım, tırnağa kadar inemem. İşin orta yerinde sıkılıveririm, ruh durumum değişir, kimi eşyaya kıyamam, karar kıldığım tarzdan vazgeçerim, vs.
Netice olarak evin her bir köşesi ayrı telden çalar. Çünkü değişime sehpalardan başladıysam koltuklara kadar gelemediğimden bir bakarsınız sehpalar bir uzay istasyonundan aparılmış gibi dururken koltuklar paşa dedemden kalmış gibidir. Bir sonraki operasyonda ise tam tersi. İkisinin denk geldiği vaki değildir.
* * *
Aslında şu dekorasyon dergileri olmasa oturacağım oturduğum yerde fakat mümkün değil. Ağır tahrik durumu var. Mankenleri gördükçe karısından cayan erkeklere döndürüyorlar insanı.
Ne tasarımlar... Hani altına neyin ne olduğunu yazmasalar anlamak mümkün değil. Belki de bu bilinmezlik cezbediyor adamı. Bazılarının ise ne olduğunu uzun uzun anlatmalarına rağmen anlayamıyorum şahsen. Gerçi bakınca Türkçe ama ben yine de sökemiyorum. Tasarımca diye bir türü var Türkçe’nin. Kursu falan olsa gideceğim.
Bakın, kumar meraklısıysanız arkadaşlarınızla objeler üzerine bahse girebilirsiniz. Sizin ‘sandalye’ dediğinize başka biri ‘lamba’ diyecektir ama netice olarak o şeyin aslı ‘lavabo’dur mesela.
Hakikaten özellikle lavabolar... Yani böyle tekámül görülmemiştir. İnsanın gönlü razı olmaz helada durmalarına. Al salonun orta yerine koy! ‘Görmemişin lavabosu oldu’ desinler.
* * *
Tekámülde lavaboyu sandalye izliyor. Çanta saplı tekerlekli sandalye yapmışlar mesela. Tekerlekli dediysem, sakat sandalyesi gelmesin aklınıza; bu oradan oraya kolay taşınsın diye.
Hayır, bir sandalye ne kadar dolaştırılır evin içinde... Benim bildiğim masanın kenarında durur. Nasıl, neden ihtiyaç hasıl oldu bu türlüsüne... Tut sapından çeke çeke pazara git bari. Arada yorulunca açar oturursun. Bir yerinde sepeti falan da vardır muhakkak. Bakmayın siz öyle hilkat garibesi gibi ürünler yarattıklarına, tasarımcılar fonksiyona da çok meraklıdırlar aslında. Bir taşla üç fonksiyon vururlar. Bir sehpa yapmışlar mesela, yan çevirince tabure, ters çevirince gazetelik oluyor.
Böyle birkaç parça eşya alacaksınız eve... Sonra geleni gideni eğlendireceksiniz. Şapkadan tavşan çıkarır gibi. Masadan koltuk, koltuktan şifonyer...
* * *
Yukarıda sözünü ettiğim saplı sandalyeyi bir öğrenci tasarlamış. Ne yapsın çocukcağız... Dört bacaklı normal bir sandalye yapsa çakacak. Mecburen şeyini çomaklamış.
Bu yine iyi. Bazıları var ki tam plastiğe şekil verirken ustayı telefona çağırmışlar, konuşma uzun sürmüş malzeme öylece sandalyeye beş kala donmuş kalmış gibi. Etrafında döner durursunuz, neresine oturayım diye.
Lambalara ise hiç girmeyeyim. Sadece şunu söyleyeyim, yakında adamın içini boşaltıp ağzından bir ampul sarkıtabilirler. Bakmışsınız bütün deliklerinden soft ışık sızıyor. Bu derece yani.
MIŞ-MUŞ
‘Of of’ adlı şarkısıyla çıkış yapan Gülşen, yılbaşı gecesi için bir otelden 52 bin dolar, 2’si business 11 gidiş-dönüş uçak bileti, 2 süit, 5 çift kişilik oda istemiş.
Of of! Kömür gibi yanma sırası bizde.
Sokak çocuklarının sayısı 40 bini aşmış.
Ben sizin yerinizde olsam bi bakarım çocuğum odasında mı diye.