Şahken şahbaz olan kadınlar

Kadının toplumdaki yeri çok değişti.

Yok, medyadaki kalabalığımızdan falan bahsedecek değilim şimdi, o uzun konu.

İş dünyasındaki yeri de değil dediğim. Aksine orada o kadar az ki sayıları, medya bile bulduğu yerde UFO’suna atlamış gelmiş uzay yaratığı muamelesi yapıyor kendilerine. Röportaj üstüne röportaj...

Siyasete hiç girmiyorum. Meclis’in hali ortada. Dışarıdan biri Meclis’e bakarak Türkiye hakkında karar vermeye kalksa, sırf kadınlara mahsus salgın hastalık geldi, tamamını götürdü zannedebilir.

Aslında kadını siyasete çok yakıştırıyorum ben.

Ne lazım siyaset için?

Bol çene ve kuvvetli sosyal ilişki.

İkisi de erkekten ziyade kadında yok mudur?

Kadın, iki durak yol gittiği otobüsten, yanındakinin şeceresini öğrenmiş, kendininkini de yanındakine belletmiş olarak iner. Fakat buna rağmen siyasete meyletmiyor nedense. En son yerel seçim yapıldı, bir tek Tunceli’den kadın belediye başkanı çıktı biliyorsunuz.

Uzatmayayım, bütün bunlara rağmen kadının toplumdaki yeri değişti hakikaten.

‘Nereden çıkardın?’ diyeceksiniz.

Zimmet durumundan...

Eskiden banka veznedarları, balık etli, şuh kahkahalı metreslerinin kürk ve mücevher açığını kapatmak için zimmetlerine para geçirirlerdi. Öyle filmler vardı. Ki film dediğiniz hayatın bir gerçeğidir.

Şimdiyse gazetelerin yazdığına göre mahkemeler, sevgilisine para yetiştirmek için çalıştığı bankayı dolandıran kadınların davalarını görmeye yetişemiyormuş.

‘Kadının toplumdaki yeri değişti’ dediğim bu. ‘Şahken şahbaz oldu’ da diyebiliriz.

Önemli not: Tabii ki üç-beş kadından söz ediyorum.

Olsa... Dükkán sizin!

Okuyacağınız yazı bir istek yazısıdır. Sahneden gelme alışkanlıkla istek alıyorum artık. Geçenlerde bir arkadaşım Bebek sırtlarına baktı baktı... ‘Erguvanları yazsana’ dedi.

Tarzım olmadığını söyledim fakat çok ısrar edince peki demek zorunda kaldım.

Aslında birkaç sene önce, romantik tarafımdan kalktığım nadir günlerden birinde, bir yazının içine sıkıştırmıştım erguvanları. Bakalım, tekrar deneyeceğim.

Fakat serde karamsarlık olduğundan, erguvan deyince ilk aklıma gelen ömrünün kısalığı oluyor tabii. Açtı mı açmadı mı derken bir bakıyorsunuz zamanı geçmiş. Geçen sene bu mevsimdi... ‘Galiba erguvanların da başını yedik, şimdi karşı tepelerin pespembe olması lazımdı’ dedim yanımdakilere. ‘Ooo, açtı da bitti bile’ dediler. Oysa sadece üç-dört gün erguvan gören yerlere yolum düşmemişti, o kadar.

Tıpkı insan ömrü gibi... Başında ve sonunda altımıza bez bağlandığı günlerle, kendimize bir yer edinmeye çalıştığımız günleri çıkarırsanız, erguvanların ömrü kadar bir şey kalıyor geriye.

Erguvanın durumu yine de iyi... Her sene yeniden açıyor hiç olmazsa. Bir nevi reenkarnasyon durumu. Bizim için de var gerçi öyle bir söylenti ama gidip de geleni görmedik daha.

Erguvan ve ölüm...

Hani buradakiler yetmeyip de dışarıdan edebiyatçı ithal edilse, bu ikisini bir araya getirmek hiçbirinin aklına gelmezdi herhalde. Bunun coşturan baharı var, içimizi açan pembesi var... Fakat nafile... Ruhumun karanlığını seveyim.

Bu da bana yazı ısmarlayan arkadaşlarıma ders olsun!

En iyi iki Sabancı yazısı

Sakıp Sabancı’nın ardından hepimiz döktürdük yine. Bütün ölülerin arkasından yaptığımız gibi. Yazılanların çoğunu okudum ve kendimce en iyi iki yazıyı seçtim.

Birincisi Ertuğrul Özkök’ün 13 Nisan Salı günkü ‘Nedense Hulusi Kentmen’i Hatırladım’ başlıklı yazısı...

Hani ‘uzun lafın kısası’ derler ya... Sakıp Sabancı’yla Türk filmlerinin o unutulmaz iyi kalpli, babacan zenginini özdeşleştirmek ‘uzun lafın kısası’ydı işte. Sakıp Sabancı’yı en kısa, en doğru, en çarpıcı biçimde tarif etmiş Özkök, daha ne olsun.

İkincisi, Nur Çintay’ın 11 Nisan Pazar günü Radikal’deki köşesinde yer alan ‘Sabancı ve Ben’ başlıklı yazısı...

Sakıp Sabancı’yı zaman içinde fark etmeden sevmiş olmak ve bunu ölümünden sonra şaşkınlıkla fark etmek...

Hepimiz bu şaşkınlığı birileri ile yaşamışızdır ve daha da yaşayacağız, eminim.

Acaba bu övgüleri, adet olduğu üzere, Özkök’le Çintay’ın ölümlerinden sonraya mı saklasaydım?

Neyse... Oldu artık bir kere.

MIŞ-MUŞ

TBMM Başkanı Arınç, eşiyle ilgili soru soran gazeteciye ‘Şeyini şey ettiğimin şeyi!’ demiş.

Hemen günahını almayın, belki ‘şey’lerin yerine iyi ‘şey’ler koyacaktır adamcağız.

ABD’nin boyu kısalıyormuş. Ortadoğu’yla düşe kalka...

Derviş ‘Partide sevgi yok’ demiş. Eksik o kadarsa iyi...

Erdoğan Japon trenini sevmiş, çayını acı bulmuş.

Zaten cümbür cemaat buna bakmaya gitmişlerdi.
Yazarın Tüm Yazıları