Her zamanki gibi direniyorum. Temmuza kadar atkısını boynundan çıkarmayan tedbirseverler gibi bir önceki mevsimi yaşıyorum.
Benimki tedbirden değil gerçi... İşten güçten, en çok da üşengeçlikten.
‘Köşe yastığı’ durumu denilebilir benimkine ama evde durduğum da yok ki. Her neyse içime rağmen 12 ay hüküm süren bir mevsim bu. Benim kadar ruhuyla bedeni çelişen (çekişen mi demeliyim yoksa) biri daha yoktur. Ruhum daima ‘kalk gidelim’ durumundadır. Fakat zavallıcık neticede tek başına ne yapabilir, beden doğrulmayınca pır pır ettiğiyle kalıyor.
Bakın benim için sokak kedisi benzetmesi yapılabilir. Onlar da hep sokaktadırlar ama fazla uzağa gidemezler. Bir alan içinde dolaşıp dururlar benim gibi.
Diyeceğim, ruhuma inat oturuyorum.
* * *
Şimdi ‘oturmak’ deyince...
Başka nerede bu kadar hayat bulmuştur bu sözcük?
Kim hakkını vermiştir bu kadar?
- N’apıyosun?
- Hiç, oturuyorum.
Dünyanın başka neresinde iki kişi arasında böyle bir diyalog geçer? Birbirine ‘oturmaya’ gidenler var mıdır başka yerlerde de?
Birbirine oturma vaat eden bizden başka kaç kişi vardır yeryüzünde?
‘Oturma’ odamız bile var.
Ve oturmayı başlı başına bir iş olarak gördüğümüzden herhalde ki otururken başka bir şey yaptığımız yok. Hani kitap okusak, elimizde bir işle meşgul olsak bir yandan...
Hayır! Öyle oturuyoruz.
Bakın etrafa... Her yer oturan insanlarla dolu.
Hani var ola ola en sonunda sözlüğe girdi ya ‘Derin devlet’... ‘Oturmak’ fiilini sözlüğe otura otura biz sokmuş olabiliriz.
MIŞ-MUŞ
‘Eş durumu’ daraltılıyormuş.
‘Eş durumu’nun daralttığını biliyorduk da...
AKP’de vitrin değişiyormuş.
Vitrin için ürün ithal edeceklerse tamam da depodaki mevcutlardan olmayacak mı yine bu iş?