Ölüm kimseye yakışmıyor

‘‘ÖLÜM ona yakışmadı.’’

Son yılların moda lafı. Çok da şık hakikaten. Ölenin yakınlarını onore eden... Fazla söze de gerek bırakmıyor. ‘‘Yakışmadı’’ dediniz mi söylenecek her şeyi söylemiş oluyorsunuz.

Fakat benim sinirime dokunuyor. Tabiri caizse taktım bu lafa. Zira buradan ölümün bazı kişilere yakıştığı sonucunu çıkarıyorum. Zaten herkesin arkasından söylenmiyor. Bakıyorum falanca vefat etmiş, fakat kimseden tık yok. Anlıyorum ki ölüm ona yakıştı.

Hayır insan merak ediyor, acaba bana yakışacak mı yakışmayacak mı diye.

Ölüm kimseye yakışmıyor arkadaşlar, fakat ne yapacaksınız yakıştırılmış bir kere.

* * *

Aslında anlıyorum tabii bu lafı edenlerin ne demek istediklerini.

Bir şey demek istemiyorlar. Sadece insan konduramaz ya ölümü yakınlarına, sevdiklerine... Gayet masumane söylenmiş bir laf yani.

Siz de öküz altında buzağı aramayın. Kimse ‘‘Kansere çare arayan bilim adamına hayat yakışır da kahvede pişpirik oynayan adama ahiret uygun düşer’’ demek istemiyor.

Ama kabul edin ki bazı kişilerin yokluğu daha çok sayıda insanın, hatta bütün toplumun hayatını etkiler. Bazı ölümlere daha çok yanılır.

Fakat yine de ‘‘Yakışmadı’’ dememek lazım. Kimine yakıştırır, kimine yarıştırmazsak Hitler'den ne farkımız kalır arkadaşlar?

Çok mu abarttım?

Hayır, bu lafın kafalarda ‘‘Bunlardan daha çok var nasıl olsa’’ya kadar gidecek olmasından korkuyorum.

* * *

Bir de ölüm biçiminin yakışıp yakışmaması hususu var.

En taze örnek Ercan Arıklı. Arıklı'ya bir halk otobüsünün çarpmış olmasından duyulan dehşet neredeyse kaybından duyulan üzüntünün önüne geçecekti.

Gerçi duyunca ben de çok şaşırdım, o an ‘‘Ercan Bey sokakta gezmez ki!’’ gibi saçma sapan bir düşünce geçti aklımdan ama çabuk toparlandım. Üzeyir Garih de orada oluşunu garipsediğimiz bir yerde kaybetmişti hayatını. Demek kimse sandığımız gibi sırça köşkte yaşamıyor.

Arıklı ne türlü ölseydi yüreğimize su serpilecekti acaba?

Ölüm de düğün gibi, kişinin şanına şerefine uygun mu olmalı?

Ben size bir şey diyeyim mi, ölümün en fecisi yatak döşek yatarak, bile bile, bekleye bekleye, can havliyle doktor doktor gezerek, gün sayarak, o kahredici süreci yaşayarak ölmek. Hani illa ölümü de iyisi, kötüsü diye ayıracaksak ‘‘küt’’ diye geleni en iyisi vallahi.

* * *

Bu vesileyle Ercan Arıklı'nın kaybından duyduğum üzüntüyü de belirteyim. Gerçi tanışmıyorduk ama yaptığı işleri takip eden biri olarak uzaktan uzağa sever sayardım. Hem kim olursa olsun bütün ölümler etkiliyor beni.

Birçok ünlü gazeteciyi bu mesleğe kazandıranın o olduğunu biliyoruz. Beni de 2 yıl önce böyle aniden, hem de 51 yaşındayken aramızdan ayrılan Orhan Olcay teşvik etmişti yazmaya. O götürmüştü yazdıklarımı Ertuğrul Özkök'e. Şimdi ikisinin erken ölümlerine bakınca, birilerinin ‘‘Bu kadınları kim musallat ettiyse başımıza...’’ dediğini düşüneceğim neredeyse.


MIŞ-MUŞ

Türkiye'deki Rus kızları seks kölesiymiş.

Esas bizim adamlar onların kölesi.

*

Türkiye'nin mönüsü ‘‘çay+peynir+simit’’miş.

E, olacak o kadar; daha düne kadar başımızda mönüsü ‘‘çay+bisküvi’’ olan başbakan vardı.

*

Erdoğan, AB'ye orduyu övmüş.

Kan kusup ‘‘Kızılcık şerbeti içtim’’ diyor.

*

Giyilebilir bilgisayar geliyormuş.

Geriye bir tek döllenebilir olanı kaldı.
Yazarın Tüm Yazıları