Nabız ölçerim hanım!

Elimden gelse floresan lambayı yasaklarım.
‘Nereden çıktı bu şimdi?’ diyeceksiniz. Hemen söyleyeyim, İstanbul-İzmir karayolundan çıktı.

Biliyorsunuz her seçim zamanı bizler gazete çalışanları olarak yollara dökülüyoruz. İşimiz havayı koklamak ve size aktarmak. Kimimiz ‘Seçim otobüsü’ndeyiz, kimimiz ‘seçim taksisi’nde, kimimiz ‘Bilinçli seçmen’ peşinde... Bu gidişle yakında nabız tutulacak adam kalmayacak ortada. Herkes nabızcı olunca... Adaylarla anketçi şirketleri de hesaba katarsanız...

Aslında seçime falan gerek yok. Dikkat ettim, bizim vatandaşı sıkıştırıp ağzından laf almak suretiyle vardığımız neticeyle seçim sonuçları üç aşağı beş yukarı birbirine denk oluyor. Hem tasarruf da edilir bir sürü şeyden. Oy pusulası için kimbilir kaç ağaç kesiliyordur mesela... Diyeceğim, açılan sandık sayısı yerine, tutulan nabız sayısı.

*

Fakat neticeyi adaylara nasıl kabul ettireceğiz, o var tabii. Hangi adayla karşılaşsam, ki bugünlerde günde en az beş-altı adaya, arkasında dava arkadaşlarıyla, bakkal çakkal, butik, mandıra artık neresi denk gelirse gezerlerken rastlıyorum.

Ne diyordum... Ha, hangi adayla konuşsam ‘Ben kazanacağım’ diyor. Elbet, kazanacağına inanmasa neden çıksın ortaya... Ama iddialı olmalarının sebebi başka. Daha somut bir şey. Halkın sıcak ilgisi.

Oysa yanıltma konusunda vatandaş olarak üstümüze yoktur. Fakat adaylar uzaydan geldiklerinden bu gerçeği bilmiyorlar zahir. Alkışı, izzet ikramı görünce ‘Tamam, oldu bu iş.’ Alkışlayanlara sorsanız ‘Bu aday hangi partiden?’ diye, bilen çıkmaz oysa.

Ben kendimden biliyorum. Sokakta yolumu kesip öpenlere bakınca şampiyonum zannediyorum hakikaten. Ta ki içlerinden biri başka bir yazarın yazısından bahsedip ‘Çok güzel bir konuya temas etmişsiniz’ diyene kadar.

Kendimden bildiğim bir şey daha var. Ben de her adayı alkışlıyorum. Ne yapayım, hepsinin bal akıyor ağzından. Hani biri de çıkıp ‘Biraz da ben tırtıklayacağım, onun için aday oldum’ dese...

*

Konumuz floresandı değil mi? Lafı hiç bu kadar dolandırdığım olmamıştı.

Ne zamandır kara yolculuğu yapmamıştım. İşte seçim vesilesiyle Bursa antraklı İzmir yolculuğu sırasında içimde bir hüzün, bir hüzün... Hem de anneme doğru gidiyor olmama rağmen.

‘Nedir bu durum?’ diye düşünürken buldum sonunda. Floresan. Evet, yol boyunca ağlamaklı olmamın sebebi floresan.

Kasabalar köyler... Kahveler, lokantalar, benzinciler... Ağaçların gövdeleri... Yüzlerce floresan. Fakat bu ne menem bir şeydir ki etrafı aydınlatırken insanın içini karartır. Altında oturanların yüzü yemyeşil... Hele bazıları pır pır etmez mi durmadan... Hakikaten yasaklamak lazım. ‘Yaşama sevincini yok etme’ tehlikesi taşıdığı gerekçesiyle.

MIŞ-MUŞ

Prof.Dr. Onur Erol, ‘Silikonlu dudakla öpüşülmez’ demiş.

Dudaklar ikiye ayrılır: Öpülesiler, bakılasılar.

Baykal Erdoğan’a, ‘Sevsinler seni’ diye laf atmış.

Seviyorlar zaten, tek başına iktidar yaptılar.

Dürüstlük kadını etkiliyormuş.

Hangi yönde acaba? Malum, erkeğin başkasına aşık olsa da bizimle beraberliğini sürdürenini severiz de...
Yazarın Tüm Yazıları