Kimi ilgilendirir bilmiyorum ama olanı size de iletmek istiyorum. Oradan başka bir yere geleceğim çünkü.
Salı günkü yazımda annemin bayramlarla sürmekte olan kuvvetli bağından söz ederken, laf davulculara gelmişti. ‘‘Herkesin aksine, kahve ikram edip kapı aralığında sohbet bile etmiştir davulcuyla’’ demiştim.
Anlattı telefonda... Ayrı ayrı tam üç davulcu gelmiş bu bayram kapıya.
Birinciye tahmin ettiğim gibi, ‘‘Eline sağlık yavrucuğum’’ demiş. ‘‘Senin yaşıtların baba parasıyla aldıkları arabalarda fink atarlarken...’’ falan da deyip azdırmıştır çocuğu, bilirim. Anlatmaz bize o kadarını.
Neyse... Birkaç saat sonra ikincisi gelmiş.
Siz olsanız ne yaparsınız bilmiyorum ama, annem buna da esas davulcu muamelesi yapmış. ‘‘Yalan söyleyen birinciydi belki’’ diyor; e, haksız sayılmaz.
Akşama doğru üçüncü çalmış kapıyı. Artık patlarsınız değil mi? I-ıh, annem patlamaz. Ya esas davulcu buysa?
‘‘Hiç mi bir şey söylemedin anne?’’ dedim.
Söylemiş.
‘‘Yavrum, iki arkadaşın daha geldi sabahtan, herhalde nöbetleşe çaldınız davulu’’ demiş.
O kadar. Şekerini, bahşişini eksik etmemiş yine de.
Şimdi düşünüyorum da... Ben olsaydım ne yapardım?
Bir kere, daha birinciye harlardım. ‘‘Nereden bileceğim her gece geçenin sen olduğunu?’’ diye başlar, saat kaç olursa olsun, ‘‘Bu saatte kapı çalınır mı?’’ diye bitirirdim.
İkinciyle üçüncüye yapabileceklerimi ise söylemesem daha iyi olur. Kötü örnek olmayayım şimdi aportta bekleyenlere.
Fakat yakın zamanda yaşamış olduğum bir olayı anlatayım, fikir sahibi olmanız için.
Vakit, benim için sabahın körü, yurdumun diğer evlatları için öğlen olmuşken kapım çalındı. Kalktım açtım háliyle. Karşımda bir kurye. Elinde bir zarf tutuyor, fakat vermiyor. Önce hakkımda edinmek istediği birtakım bilgiler var.
Kimliğim, telefon numaram...
Öyle zırt pırt herkese telefon numarası vermiyorum. Hayır, bir şeyden değil, numarayı alanların iyiliğini düşündüğümden. Gecenin bir yarısı yataklarından kalkıp beni aramak zorunda kalmasınlar diye. Yapıyorlar çünkü.
Uzatmayayım, ‘‘Telefonum yok’’ dedim.
‘‘O halde veremiyorum zarfı’’ dedi.
Zannedersiniz Beyaz Saray'dan gizli evrak geldi. Halbuki biliyorum ki alt tarafı bir davetiye.
Bir şey demedim. Sadece çektim zarfı elinden, küçük parçalara ayırıp yere attım. Kapıyı kapattım.
Durum bu.
Şimdi size bir soru:
Bilin bakalım kim kendisini daima daha iyi hissediyor?
Adeta sinir üretim merkezi gibi çalışmakta olan ben mi yoksa annem mi?
Merak ediyorum, kimsenin aklına gelmedi mi bu çocuğun ruhunu tedavi ettirmek...
Burun diye yüzünün ortasında iki delikle ameliyattan çıktığı gün mesela... Neden ana babası bunu tutup hastanenin psikiyatri bölümüne sürüklemedi?
Veya sapasağlam kendine bir tekerlekli sandalye aldığı gün... Ya da akşamdan kendini ACE'li sulara yatırırken...
Annesi, ‘‘Oğlum masum’’ demiş geçen gün. Hani 300 çocuğa cinsel tacizde bulunduğu iddiası var ya...
Masum tabii. Suçlu olan kendileri. Çocuklarının işini gücünü, parasını pulunu idare etmeyi akıl etmişler de tuhaflığına çare bulmayı düşünememişler.
Belki de yaklaşımım alaturka. Öyle ya, oralarda her koyun kendi bacağından asılıyor. Koyun çocuğunuz bile olsa. Ben kardeşimin yediğine içtiğine bile müdahale ettiğimden çocuklar da tutulup kulağından doktora götürülür zannediyorum, ne bileyim.
Şimdi diyeceksiniz ki: ‘‘Başımızda binbir dert varken bize ne Michael Jackson'dan?’’
Haklısınız.
Fakat bu şöyle bir şey... Hani karanlıktan korkar da avaz avaz şarkı söylersiniz... Ya da sizin ölümcül hastalığınız vardır da komşunun sivilcesini dert edersiniz... Ne bileyim işte, dertleri, acıları hafifletmek için dikkati başka tarafa vermek... Vardır elbet psikiyatride bir adı.
Yoksa ben de sizin gibi düşünüyorum, ne üzüleceğim Michael Jackson'a...
MIŞ-MUŞ
Bir bilimadamı kadında orgazm sorununu bitiren cihaz icat etmiş.
İcatla uğraşmak daha kolay geldi demek adama.
Hindistan'da 76 yaşındaki bir adam 68 yıldır hiçbir şey yemiyormuş.
Eyvah! Bunun olabilirliği üzerine kibrit kutusu kadar beyaz peyniri de keser şimdi bizim diyetisyenler.