‘Size Anne Diyebilir miyim?’ programında bir damat adayıyla bir gelin adayı iddiaya girmişler, gelin adayı iddiayı kaybedince ceza olarak damat adayının ayaklarını yıkamış.
‘Şakası bile fazla kaçtı’ diye duyurdu bizim gazete.
Bence hiç de değil. Yani iddia üzerine falan değil, sahiden yıkayabilir bir kadın bir erkeğin ayağını. Bir tuhaflık yok bunda.
Şimdi şöyle...
Káğıt üzerinde eşitsizlik istediği kadar giderilmiş olsun...
Kadın hálá ailenin sadece çocuk doğurmaktan ve ev işlerini kotarmaktan sorumlu üyesi olarak görülürken...
İsteyip istemediğine bakılmaksızın ‘karılık görevi’ni yerine getirmek zorunda bırakılırken...
‘Namus’u onun bunun iki dudağı arasındayken...
Sevdi diye öldürülürken...
Ha bire kızlık zarı duruyor mu diye bakılırken...
Tecavüze uğradığında tecavüzcü değil de kendisi ayıklanıp toplum tarafından cezalandırılırken...
Bir de kocasının ayağını yıkasa ne olur yıkamasa ne olur.
Misal, İsveç’te isyan edilse bu duruma, normaldir. Fakat burada tuhaf kaçıyor. Sen kalk leğene giden yola taşları tek tek döşe, sonra leğeni görünce ‘A olmaz!’ diye bağır!
Kimse hiçbir şeyden tırsmıyor, bir tek leğenden... Şartlı refleks olmuş adeta.
Her türlü cinselliği yaşayıp bir tek kızlığına dokundurtmayan, sonra ‘el değmemiş’ olarak kocaya giden kızlar misali... Her şey var bir tek leğen yok!
Leğen olmayınca kadın ezilmiş olmuyor öyle mi?
Hıh!
Fareli koğuşun kemancısıyla şarkıcısı
Haftalık dergisinden arayıp ‘Kiminle aynı koğuşta kalmak istersiniz?’ diye sorduklarında markette, kasanın önünde alışveriş arabasını boşaltıyordum.
Günde üç-beş kere dergi ve gazetelerden arayıp soruyorlar eksik olmasınlar... ‘Falanca konu hakkında ne düşünüyorsunuz?’ Bazen tuvalette oluyorum. İnsan kendi kendiyle gurur duyuyor... Tuvalette bile fikir saçmaktan...
Bu arada tuvalete cep telefonuyla girdiğimi anlamışsınızdır. Sanki direkt ABD Başkanı’na bağlı kırmızı telefondur... Hani koskoca başkan ‘Nerede bu kadın!’ demesin, anında cevap verebileyim... Onun için yanımdan ayırmıyorum.
Eskiden ne yapıyorduk bilmiyorum. Evden çıkıp üç saat dönmediğimizde... Karda yolu kapanan köy misali şununla bununla irtibatımız kesildiğinde... Ben şimdi birisine üç saat ulaşamasam öldüğünü düşünürüm.
Neyse uzatmayayım, Haftalık dergisinden ‘Kiminle aynı koğuşta kalmak istersiniz?’ diye sordular. Kimi istemediğimi de...
Dediğim gibi, o anda sepeti boşalttığımdan cevabım aceleye geldi. Oysa en az üç seneyi bir arada geçirmek söz konusu olan. Eş seçmek gibi bir şey. Daha da beter hatta. Eşle 24 saat dip dibe oturulmaz. Diyeceğim hiç olmazsa on dakika düşünseydim...
Fakat insanın aklına ilk gelen en doğrusu oluyor galiba. Bekir Coşkun dedim arkadaşlara... Şimdi düşününce seçimimde bir değişiklik yok.
Neden Bekir Coşkun?
Hayvan sevgisinden.
Faresiz koğuş olur mu? Sanmıyorum.
Peki benimle beraber fareyi beslemeye kim razı olur? Vardır belki başkaları da ama Bekir Coşkun banko isim. O, ben ve faremiz uyum içerisinde yuvarlanır gideriz.
Ne mutlu ki o da beni seçmiş. ‘Ben keman çalarım, Pakize şarkı söyler’ demiş. Fareli koğuşun kemancısı ve şarkıcısı!
Vallahi hiç de fena değil. İçerisi dışarıdan daha iyi olacak gibi. Mesele hapisliğimizi aynı günlere denk getirmekte.
Kiminle aynı koğuşta olmak istemediğime gelince... Hakkı Devrim.
Neden derseniz, bu durumda girişim olur, çıkışım olmaz gibime geliyor. Hakkı Bey eninde sonunda şişler beni.
Bir dakika!
‘Ne koğuşu, ne hapsi?’ dememiş, konuya yabancı kalmamışsınızdır herhalde. Yeni TCK’yı duymayan var mı?
Not: Şu anda yasanın yürürlüğe giriş tarihinin ertelendiği haberi geldi. En az iki ay daha özgürüz çok şükür!
MIŞ-MUŞ
Erdoğan Tunuslu gazetecilere ‘Thanks, siz how are you?’(Teşekkürler, siz nasılsınız) demiş.
Türk gazetecilerini soracak olursanız Sayın Başbakanım... Biz are not well. Because vardır new TCK.
Selülitin suçlusu östrojenmiş. Ne hormonmuş ama... Varlığı bir dert, yokluğu yara.
5 vekilden biri obez sınırındaymış. Aman canları sağ olsun, yedikleri yemek olsun!