Sözde değil özde belgesel sevenlerdenim. Özellikle değişik kültürlerle ilgili olanlara bayılıyorum.
Bunların bazıları insanın haline şükretmesine de yarıyor. Geçenlerde Afrika’daki kabilelerle ilgili iki belgesele denk geldim mesela...
Birinde "kız çocuklarının memelerinin erken çıkmasına ailenin müdahalesi"ydi konu.
11-12 yaşlarında bir kız çocuğu...
Büyüklerinin fikrince memeleri biraz erken davranmış!
Bu ne demek?
"Erkeklerin ilgisini erken çekmek" demek!
Ne yapmak lazım?
Anne ile büyükanne biliyorlar ne yapılacağını... Bir odunu ateşte ısıtıp ısıtıp basıyorlar kızcağızın memelerine!
Ötekinde ilk gençlikten yetişkinliğe geçecek erkek çocukları var. Ama yok öyle direkt geçiş!
Sırt, göğüs, bacak, kol, karın... Vücudun herbir noktası jiletle küçük küçük doğranıyor. Bir çadırın içinde, her ihtiyarın önünde bir genç, ortalık kan gölü, bağırmak, inlemek ayıp!
Nedir dertleri?
Timsaha benzemek!
Ne olacak benzeyince?
Oralarda böyle sorular sorulmaz!
"Şükretmek" dediğim bu. Bizim hiç olmazsa olan bitene mantıklı cevaplar arama ve zaman zaman bulabilme durumumuz var. Bizden haberdar olsalar, onlar da kendi hallerine şükrederler herhalde. Zira komşunun oğluyla bakıştı diye aile meclisi kararıyla öldürülen kızlara hiçbir Afrika belgeselinde rastlamadım henüz.
*
Bir şarkıcı kız çocuğu vardı... İbrahim Tatlıses’in himayesinde... Azeri kızı Günel.
22 yaşına gelmiş. Son fotoğrafları vardı gazetelerde. Tanıdığımızda 13 yaşındaymış.
Benim bildiğim, insan 50 yıl sonraya bile taşır yüzünü. Çocukluğunuzu bilmeyen birine ilkokulda çekilmiş bir sınıf fotoğrafınızı gösterin mesela... Otuzbeş çocuğun içinden bulup çıkarabilir sizi.
Fakat Günel... Yok canım, o değil o!
Olamaz!
İnsan büyür ama bu kadar değişerek büyüyemez!
Ya da şöyle söyleyeyim... Şu anda kaynananıza benzeyen küçük kızınız için üzülmeyin. 9 yıl sonra bakmışsınız Angelina Jolie!
Mümkün yani.
*
Benim neyim eksik?
Piyasaya adım atan herkesin aklına ilk bunu sormak geliyor.
İsim de veriyorlar... Hülya, Gülben, Hande...
Kimsenin kimseden bir eksiği yok elbet.
Bakıyorsunuz onun da sesi var, bacağı var, dudağı, memesi, kaşı gözü var. Hatta "fazlası" da var! O ismini verdiği kişiler, zamanında ağızları laf yapıp da bu soruyu soramamışlardı mesela!
Estetikten yoksun, sevimsiz binaydı. Ama "Bu ne yahu!" demek hiçbirimizin aklına gelmiyordu. Daha doğrusu ortalık biçimsiz ve sevimsiz bina kaynadığı için hangi birine tepki göstereceksiniz...
Fakat tabii battı da ne oldu?
Evvel Allah batanı aratacak birini koyarız yerine!
Bekleyin, görün!
*
Fransa Cumhurbaşkanı...
İtalya Başbakanı...
Son olarak Romanya Başbakanı... Ülkesinin en ünlü aktrisiyle gizli aşk yaşıyormuş.
Bizimki biraz demode mi kaldı ne?
Hayır, benim korkum AB’ye uyum yasaları çerçevesinde bizden de böyle bir şey talep etmeleri!
Ne bilelim... Olmazsa olmaz bir durumdur belki de, baksanıza!
*
Issız Adam yatak odamıza girdi!
Meğer herkes müzik eşliğinde sevişirmiş!
Ünlüler bir bir dökülüyor... Kimi Kamasutra filminin soundtrack albümüyle, kimi Harem grubunun şarkılarıyla sevişiyormuş.
Olaya mum ışığını dahil edenler de var.
Bense şunu bilir şunu söylerim, hazırlanılan sevişmeler genellikle gayet sıradan geçer.
En şahane sevişmeler "spontane" olanlardır.
Ha, müzik eşliğinde seviştiği de olur insanın. Ama şöyle: Siz yatağa devrildiğinizde o anda televizyonda reklamlar bitmiş misal İbo Şov başlamış, İbrahim Tatlıses "Ah Keşkem"i söylüyordur.
Ne çıkarsa bahtınıza yani!
MIŞ MUŞ
Æ Baykal "Çarşaf siyasi simge değil" demiş.
Yakında "Türbanın çiçeklisi siyasi simge sayılmaz" falan da diyebilir.