Bayramın üçüncü günü, öğleden sonra. İstanbul'un Boğaz kıyısındaki bir semtinde, müdavimi olduğum bir kafede oturmaktayken, biraz ötedeki yine müdavimi olduğum komşu kafeden oturduğum yerin sahiplerine bir telefon geldi.
‘‘Üç şüpheli kız dolaşıyor, dikkat edin!’’
Meraklıyım ya, fırladım dışarıya...
Baktım, karşıdan geliyorlar. Biri 6-7 yaşlarında, ötekiler genç kız. Etrafa bakına bakına yürüyorlar.
Ünlü balıkçıyı kestirdiler gözlerine. Daldılar içeri. Ben de arkalarından tabii.
İçerisi kalabalık. Kadınlar çantalarını sandalyelerinin arkasına asmışlar, bir sohbet bir kıyamet, kimse kızların farkında değil.
Garsona, ‘‘Amcamızla yengemiz buraya geleceklerdi, onlara bakıyoruz’’ dediler. E, mümkündür, parayla imanın kimde olduğu belli olmaz.
‘‘Sen ne yapıyorsun bu arada?’’ diyeceksiniz.
Suçun oluşmasını bekliyorum tabii. Orada ne müşteriyim ne görevli. Hatta kızlardan farksızım, ortada fol yok yumurta yokken ‘‘Ne yapıyorsunuz burada bakayım?’’ desem, onlar da bana aynı soruyu sorma hakkına sahipler yani.
Fakat çok beklememe gerek kalmadı; bir yandan garsonu lafa tutarken öte yandan birkaç çantayı usulca aldılar sandalyelerin arkasından, kapıya yöneldiler.
Hemen kestim önlerini, ‘‘Bırakın o çantaları’’ dedim.
Büyük olanı, ‘‘A, ben seni televizyondan tanıyorum’’ dedi.
‘‘İyi de sen bırak o çantayı’’ dedim, bıraktı yere.
Bu arada yüzünde oluşan ifadeyi nasıl anlatsam size... ‘‘Aşkolsun! Ben seni o kadar seveyim, sen bana göz yumma ha?’’ bakışı diyeyim, siz gözünüzde canlandırın.
Fakat iyi polis olamazmışım ben. Büyüklerle halleşirken küçüğü kaçırdım. Elinde çantayla fırladı kaçtı dışarı. Ama ne kadar? Sadece beş metre.
Bundan sonrası arbede.
Bir bağırış, bir çağırış...
Ne olduğunu anlayamayanlar...
Çantasını çaldırdığının yeni farkına varanlar...
Çocuklara lanet okuyanlar...
Beni kahraman ilan edenler...
Bir omuzlara alınmadığım kaldı. Düğünüm olsaydı bu kadar çok el sıkışıp öpüşmezdim herhalde. Fakat insan bayağı havaya giriyor. Politikacılara falan hak verdim. İnsanın gaza gelip kendisini álemin kralı zannetmesi çok kolay. Uzatmayayım, her daim sokakta olmamın halkıma bir faydası dokundu. Fakat dokundu da ne oldu? Etraftakiler, ‘‘Bir saate kalmaz serbest kalır onlar’’ dedi.
Olabilir. Çocukların üzerinde delil yok zira. Demek bir dahaki sefere ‘‘Bırak çantayı’’ demeyeceğim. Hatta polis gelene kadar sımsıkı tutmasını sağlayacağım.
Veya ben de çoğunluğun olduğu yere geçiş yapacağım. Yani, ‘‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ diyenlerin yanına. E, ne yorayım kendimi, bir saat sonra serbest kalacaklarsa...
MIŞ-MUŞ
Başkan Bush, Irak'a hayalet gibi inmiş.
Üç beş ay önce de Azrail gibi inmişti.
*
Şenay Akay, boşanacağı eşine Elele dergisi aracılığıyla mektup yazmış.
Siz ne zannediyorsunuz, boşanmanın da eti, sütü, tüyü var.
*
Türkler temizlik káğıdı kullanmayı sevmiyormuş.
A, böyle söylenmez ki bu! ‘‘Türk kirlenmez’’ diyeceksiniz.