Yıllık izninin bir bölümünü kullandığından falan değil.
Hep merak ederdim başka köşelerde gördükçe... Hani güvercinin ayağına mı bağlayıp yolluyorlar bunu diye... O zaman ulaşmaması doğal olabilir. Nihayetinde kuş bu... Hesap mı sorulur...
Fakat artık iletişimin neredeyse ürkütücü boyutlara geldiği bir çağda yazının gitmemiş olması pek inandırıcı gelmiyor tabii...
Ancak başına gelince anlıyor insan. Gitmeyebiliyormuş hakikaten. ‘Kaytarma’nın bir başka deyiş şekli değilmiş ‘yazının ulaşamaması.’ Ulaşamayabiliyormuş işte basbayağı.
Demek ki faks makinesinin kıçından çıkan, faksın yerine ulaştığına dair bilgilerin yer aldığı o káğıt parçasına inanmayacaksınız! O yalan, bu yalan... Bu da yalan demek!
Fakat esas paniği sizinle benim aramdaki zincirin halkalarını oluşturan arkadaşlar yaşadı tabii. Bugünlerde kendimi her türlü iletişime kapadığımdan bana ulaşıp ‘Yazınız gelmedi’ diyemediler. Bense o saatlerde görevini yapmış, bitirmiş biri olmanın rahatlığıyla keyif yapmaktaydım.
Ne yapalım oldu bir kere... Her şerden bir hayır doğarmış, bu sefer iki hayır doğdu. Salı için ulaşamayan yazı perşembe için ulaştı, dolayısıyla bendenize piyangodan bir gün dinlenme çıkmış oldu. İkincisi, şu okumakta olduğunuz satırlar vücuda geldi.
İletişememenin de bir faydası var netice olarak!
Aynı tas aynı hamam
Kimbilir Beyaz Saray’a ‘kritik buluşma’ için bu kaçıncı gidişimiz... Fakat başımızdakilerin ‘ABD’yi seveceksiniz’ demesi ilk oluyor.
Aslında severiz biz ABD’yi...
Yurtdışına, okumaya olsun, yerleşmeye olsun gitmeye niyetlenenlerin ilk kapağı atmak istedikleri yer orasıdır.
Fakat bir yandan da sokaklara dökülüp protesto ettiğimiz başka ülke yoktur.
Bir nevi biraz uzamış kadın-erkek ilişkisi gibi... Biraz nefret, biraz aşk, biraz alışkanlık, biraz mecburiyet, biraz hayranlık duyma, biraz sinir olma...
Çok bilmişler ABD’nin bizimle ilgili emellerini anlatır dururlar yıllardır... Az bilmişlerin öyle uzun uzun analizler sentezler yapacak halleri yoktur elbet ama onlar da lağımın tıkanmasını bile ABD’den bilmek suretiyle ‘emel’i özetlemiş olurlar.
Fakat işte insanoğlunun en nefret ettiği kişinin, aslında en önemsediği ve kendini en sevdirmek istediği kişi olması durumu burada da kendini gösteriyor. Demek ki ömrümüz gelmiş geçmiş başkanların bakışından mana çıkarmakla geçmekte.
Şimdi yine kimbilir kaçıncı kez yorum yapacağız... Bush’un Tayyip Erdoğan’ın elini sıkarken gözünü sağdan sola doğru devirmiş olmasının, ABD’nin bize bayıldığının ve daha da ötesi Türkiye’siz yapamayacağının bir işareti olduğu hususunda...
Ve daha bir sürü şey...
Siz bu satırları okuyuncaya kadar, misal Bush’un Erdoğan’ı dış ya da iç kapıda karşılaması üzerine Taklamakan Çölü’ndeki kum tanesi sayısı kadar yorum yapılacaktır.
Ve kimbilir kaçıncı kez hiçbir şey değişmeyecektir. Amerika bildiğimiz Amerika, Türkiye bildiğimiz Türkiye olarak yoluna devam edecektir.
MIŞ-MUŞ
AKP ‘Laikliğin teminatıyız’ demiş.
Belki de laikliği başka bir şey zannediyorlar.
13 yaşındaki kız asker kaçağı diye defalarca askerlik yoklamasına götürülmüş.
Durumumuzu merak eden varsa, uzun lafın kısası budur!