Bu kahverengi küçük kavanozdakiler yeni girdi hayatımıza.
Önceleri bir iki taneydiler, şimdi eczanelerde ayrı reyonları var.
Birini soruyorum eczacıya, ‘‘Bu neye yarıyor?’’, eczacı anlatıyor, ‘‘Bunsuz yaşayamam’’ diye düşünüyorum.
‘‘Peki bu?’’ O da öyle.
‘‘Ya Şu?’’ O da.
‘‘İnsan ömrü uzuyor’’ dedikleri bu olmalı. Durduk yerde uzayacak hali yok. Ömrümüzün uzayacak kısmı küçük kahverengi kavanozlarda bizi bekliyor.
Hepsinden alıyorum en sonunda.
Kalsiyum, magnezyum, çinko, demir...
Naturel soya, şu, bu ve A'dan Z'ye tüm vitaminler.
Sırası gelmişken, bize sadece A, B, C ve D vitaminlerinin varlığını belleten, çocukluğumun eğitim sistemine ‘‘Size verdiğim emekler haram olsun’’ diyorum.
* * *
Yalnız bir sorun var.
Gün boyu başka hiçbir şey yiyip içmeden, sırf bunlardan birer tane yutmaya kalksam, gün bitiyor yutulacak vitamin ve mineral bitmiyor.
Bir yandan şu da var, uzun yaşayayım derken vaktinden önce gitmek de istemiyorum. Arkamdan ‘‘Vitaminden çatladı’’ demesin kimse.
Onun için her biri iki mineral, üç vitaminden oluşan paketler hazırladım kendime. Sırayla her gün birini açıyorum.
‘‘Neye dikkat ettin gruplarken?’’ derseniz, hangisinin hangisiyle buluşunca neler olacağını bilmediğimden sayıca daha az olan sesli vitaminlerden birinin yanına, sayıca fazla olan iki sessiz vitamin koymak suretiyle bir denge sağladım.
Yani şöyle:
A, B, H
E, C, K.
Bazen de etraftan bilgi akışı oluyor. Ona göre ayarlama yapıyorum.
Mesela, ‘‘Demirin emilmesi için yanında C vitamini almak lazımmış’’ diyor biri, hemen ikisini buluşturuyorum.
Kısaca vitamin ve mineral manyağı oldum diyebilirim.
Bakalım neler olacak bana.
İyi takip edin.
Bir nevi ‘‘fare’’niz olayım.
Rin Tin Tin
Aileye bir ‘‘Pakize’’ daha katıldı.
Hani terk edilen köpeklerin adı ‘‘Pakize’’ olsun demiştim ya geçenlerde... Tam haftasıydı ki ablam kucağında bir ‘‘Pakize’’yle çıkageldi.
Kadıköy'de iskeleye doğru yürürken adamın birinin peşinden koştuğunu görmüş bu minik Terrier'in. Ailecek meraklıyız ya hayvanlara... İlgilenmiş hemen.
Adam, ‘‘Bir hayvansever arıyor herhalde’’ demiş ve hızla uzaklaşmış. Ablam ne olduğunu anlayamadan kalabalığa karışıp kaybolmuş. ‘‘Her halinden belliydi onun köpeği olduğu’’ diyor ablam.
Köpek bir müddet o yana doğru koşmuş, sonra çaresiz bükmüş boynunu. Gelip geçen pardösülü adamları koklamış umutla.
Siz olsaydınız ne yapardınız bu manzara karşısında? Yani köpeği o halde görünce?
Boşuna sorulmuş bir soru. Kusura bakmayın, kabalık edeceğim biraz. Ne yaptığınız belli.
Kadıköy Meydanı'nın en civcivli saatinde, yüzlerce kişi... Bir tek ablam... Bir tek o ilgilenmiş.
‘‘Alıp götüreyim, benim köpeğim olsun’’ diye düşündüğünden değil.
Köpeği var zaten, ikincisi mümkün değil apartman dairesinde. E, benim kedilerim var, biliyor ki alamam. Bir keresinde köpeğini getirmişti de bizimkiler kulağını parçalamışlardı zavallı hayvancağızın.
Her şeye rağmen kucaklamış getirmiş işte. Başka türlüsü olamaz ki bir hayvansever için. O köpek orada bırakılamaz.
Uzatmayayım, ertesi gün bir yuva bulmak üzere bir geceliğine yeğenimin evine yerleştirdik köpeği. Yani biz bir gecelik olduğunu zannediyorduk. Yeğenim daha önce arka arkaya ölen iki köpeğinin ardından çektiği acılar yüzünden kararlıydı yeni bir köpek almamaya.
Fakat köpek daha kararlıymış. Meğer kıçına yer etmeyi kafasına koymuş gelirken. Bir gece yetti yeğenimi tavlamasına. Son kale de düşmüş oldu böylece.
Biz artık bütün tersanelerine girilmiş bir aileyiz. Ama girenler düşman değil, dost.
* * *
Adı Rin Tin Tin oldu.
Gerçi yazının başında ‘‘Pakize’’ dedim ama, bizimkilere benden gına gelmiş olmalı ki göbek adına zor razı ettim.
‘‘Köpeği terk edene iki laf etmeyecek misin?’’ diye soracak olursanız, hayır. O beni okumaz ki.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan bu sefer de Ortadoğu'ya Saddam seferine çıkıyormuş.
En kötü sonuca hazır olun.
3 günlük balık kürüyle kırışıklar azalıyormuş.
Yalnız hazırlıklı olun, pullanma sorunu başlayabilir.
Dışişleri Bakanı Yakış, ‘‘Baykal'ı 40 yıldır tanırım, hiç değişmedi’’ demiş.
Herkes sizin genel başkanınız değil ki.
Erdoğan Kıbrıs konusundaki eleştirilere cevaben,
‘‘Dik durmasını bildik ama asla diklenmedik’’ demiş.
Kıbrıs politikamız ‘‘dik’’lik üzerine kurulmuştur zaten, bundan önce de burnumuzun dikine giderdik.