BİLMİYORUM cuma gecesi beni seyrettiniz mi televizyonda. Bugüne kadar görülmemiş, duyulmamış yepyeni şahane bir programa başladım.
Konuklar geliyor, karşılıklı oturup sohbet ediyoruz. Aralarında mutlaka bir-iki ses sanatçısı da oluyor, onlar sohbet aralarında çıkıp iki-üç şarkı attırıyorlar.
Nasıl?
Dedim ben size... Daha önce benzerini görmemişsinizdir.
Hani sağlığın, her şeye rağmen hayatta olmanın kıymetini bilmek için ara sıra hastane, mezarlık ziyaretinde bulunmak gerektiğini söylerler ya... Bu televizyon işi de öyle bir şey. Yani o beğenmediğiniz, burun kıvırdığınız, dalga geçtiğiniz programların kıymetini bilmeniz için bir televizyon programı da sizin yapmanız gerekiyor.
Ben yaptım nitekim. Hem bu ilk değil. Üç-dört sene önce de denemiştim. Hem bu mezarlık ziyaretlerini periyodik olarak tekrarlamak gerekiyor. İnsanoğlunun hafızası zayıf zira. Son program teklifi geldiğinde ben çoktan eleştiri canavarına dönmüş, ağzıyla kuş tutanlara ‘Ama kuşun gagasının rengi biraz soluk’ deme kıvamına gelmiştim yeniden.
Düşünmeden kabul ettim teklifi. Ben öyle fazla düşünmem. ‘Bir beyin ameliyatı yapabilir misiniz Pakize Hanım?’ deseler, cevabım ‘Getirin neşteri’ olur. Yüzmeyi de bir gün kendimi altı katlı apartman yüksekliğinde, yani derinliğinde, denize atıvermek suretiyle öğrenmiştim.
* * *
Kardeşim program yapacağımı duyunca ‘Aklına şahane bir fikir mi geldi?’ dedi.
Yooo.
Hem kardeşim bilmiyor ki fikirsiz yola çıkmakla, en şahane fikirle bu işe kalkışmak arasında hiç fark yok. ‘O tutmaz’, ‘Bu olmaz’, ‘O teknik olarak mümkün değil’ derken karşınızdaki koltukta üç konuğun oturmakta olduğuna şükreder hale geliyorsunuz. Engelli koşuya çıktık sanki. Engellilerin de her biri 32 metre yüksekliğinde.
Yok, mazeret aramıyorum. Zaten ne menem bir program olduğunu da bilmiyorum; canlı yayın olduğundan seyretme imkánım olmadı haliyle. Öyle sonradan banttan seyretme ádeti de yok bende. Aslında bakıp eksiği yanlışı görmek lazım. Fakat kendime tahammülüm yok. Dizilerde de seyredemiyorum kendimi. Tam benim sahnede çok mühim(!) bir işim çıkıyor. Mesela, sabahtan yatağın üzerine atılmış ve bütün gün orada durmalarında bir sakınca görülmemiş, pantolon, tişört vs. ıvır zıvırın o dakika katlanıp yerlerine yerleştirilmeleri gereği doğuyor. Ya da ilaç dolabının elden geçirilerek, son kullanma tarihi geçmiş ilaçların atılması gereği...
Ama bütün bu anlattıklarım sizi hiç ilgilendirmiyor tabii. Siz televizyonun karşısına oturup ahkám kesmek istiyorsunuz. Kesin canım... Bir şey dediğim yok!
MIŞ-MUŞ
Nicole Kidman, İstanbul’a geliyormuş.
Aman onun NATO’yla bir ilgisi yok di mi?
Hükümet ve işverenin tespitine göre büyümüşüz ama işsizmişiz.
Size bir iyi bir kötü haberimiz var!
Monica, kitabında kendisini açık büfeye benzeten Clinton için ‘Yalancı’ demiş.
İlişkilerde kaide budur: Çiftler önce birbirlerine düşkün olacaklar, sonra birbirlerine düşecekler.