Paylaş
‘‘Bu kadar az kadın politikacı olmasının nedeni, iki 'yüz'e makyaj yapmanın zor oluşudur.’’ Bu söz Mauren Murphy'ye ait. Doğru mu acaba, gerçekten iki yüzlü mü politikacılar? ‘‘Bunu öğrenmenin tek yolu en yakınlarına sormaktır’’ diye düşündüm ve sanatçı arkadaşlarıma sordum politikacı yakınlarını. Bayram boyunca okumuşsunuzdur, bilirim dedikoduyu seversiniz. Buyurun size biraz daha dedikodu. ‘‘Kale arkası’’ olur da ‘‘Röportaj arkası’’ olmaz mı?
Röportajdan önce Ajda Pekkan'ın günahını almıştım ‘‘İşimiz iş, fotoğraflarda nasıl çıktığıyla uğraşır durur artık’’ diye. Ajda beni utandırdı. Bir kez olsun sormadı, gazetede yayımlandığında, sizlerle beraber gördü resimlerini. Hiç ummadığım biri yaptı Ajda'dan beklediğimi: Serap Aksoy. Hiç üşenmedi, taa İkitelli'ye gitti, fotoğraflarına baktı. Neyse güzel göründüğüne kanaat getirdi de fotoğraf çekimlerini tekrarlamak zorunda kalmadık.
Ajda dışında herkes röportaja yalnız geldi. Ajda'nın yanında ortak arkadaşımız, yönetmen Ayşe Ersayın vardı, ama benim adıma Ajda'dan randevu alan o olduğu için aslında bana eşlik etmiş sayılabileceğinden, Ajda için de yalnız geldi diyebilirim.
Önce yabancı sanatçıların zaman zaman gazetelerde okuduğumuz kaprisleri, erişilmezlikleri geldi aklıma, içim burkuldu. Sonra da neredeyse tuvalete bile grup halinde giden bizim kimi sözde sanatçılarımızı düşündüm, çok takdir ettim söyleşi yaptığım sanatçıları.
Ve bayram boyunca onların teşekkür mesajlarıyla başladım güne. Geçen bayram üç erkekle söyleşmiştik, kulakları çınlasın. Siz ne demek istediğimi anlamışsınızdır.
***
Bir karikatürden söz etmek istiyorum size. Ben görünce ağladım. Salih Memecan çizmiş, Aktüel'in geçen haftaki sayısında.
İki kuzucuk bir ağacın altında oynayıp zıplıyorlar neşeyle. Dillerinde bir şarkı:
‘‘... Bayramı hepimizin.’’ Biraz ilerde anne koyunla baba koç aralarında konuşuyorlar. Anne, babaya şöyle diyor: ‘‘Sen yine de çocuklara bi'şey söyleme.’’ Evet, ağladım. Öyle gözlerim falan dolmadı, bayağı ağladım.
Biraz sonra Tempo'yu aldım elime. Bir kutup ayısı, ölmüş yavrusunun başında bekliyor. Yağan kar, yavrusunun üzerini örttükçe karları kaldırmaya çalışıyor, kabullenemiyor yavrusunun ölümünü. Sonunda umudunu kesiyor, diğer yavrusunu korumak için ayrılıyor cesedin yanından. O fotoğrafı görmek lazım, anne kutup ayısının elini yüzüne kapatarak oradan uzaklaşması kelimelerle anlatılamaz.
Bu arada apartmanın kapısında altı aydır baktığım bir köpek var. Sokağın tek dişi köpeği, bir yaşında var yok. Çocukların sevgilisi, bir de isim takmışlar ona. Apartmandakiler de seviyorlardı, her şey yolundaydı yani. Derken bir gün bir erkek köpek peydahlandı, bunlar aşk hayatı yaşamaya başladılar, onu da damat dedik bağrımıza bastık.
Bana göre hava hoş, yüz tane olsalar bakacağım, o kadar seviyorum. Ama apartmandan mırın kırın etmeye başladılar. Evde kediler olmasa eve alacağım, ama maalesef alamıyorum, bahçem de yok. Apartmandakilere rica minnet idare ederken, olanlar oldu, mahallenin bütün erkek köpekleri bunun peşine düştüler. Sahne şu: Bizimki geri planda, önünde kocası, karşılarında on tane erkek köpek, karşılıklı havlaşıyorlar. Ben takviye kuvvet olarak devamlı kapıdayım. İçeri girdiğim zamanlarda durumu pencereden idare ediyorum. Dayanılır gibi bir durum değil. 24 saat aralıksız sürüyor bu. En sonunda apartmandan da isyan ettiler, zehirleteceklermiş.
Ne yapacağımı şaşırdım. ‘‘Ameliyatla kısırlaştırsam belki peşine düşmekten vazgeçerler, eski sakin günlerimize döneriz’’ umuduyla bugün kliniğe götüreceğim onu. Sonra da duruma bakacağım. Belki bir yuva bulurum ona. Tabii erkek köpeklere de bir çare bulacağım.
Nedir benim bu hayvanlardan çektiğim? Geçtiğimiz yaz Ece'yle Roma'ya gittiğimizde Navora meydanında kahve içiyoruz, bir yandan da güvercinleri besliyorum. Bir tanesi geldi, tam ayağımın dibine kondu. Bir baktım tek bacağı yok. Koca meydanda yüzlerce insanın içinde ‘‘ben’’, yüzlerce güvercinin içinde yalnız o tek bacaklı ve karşılıklı bakışıyoruz. Az kalsın alıp getirecektim buraya.
***
Çoğumuzun adını bile duymadığı bir yerde doğmuş. Hani haberlerde görürüz ya da bir Yeşilçam filminde...
Hani yolları kapanır kardan, zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğu dünyayla tümden kesilir ya ilişkisi... İşte öyle bir yerde doğmuş 1977 yılında.
Onunla aynı yaşta olan tanıdığım gençleri geçirdim gözümün önünden, onun duygularını, düşüncelerini anlayabilmek için.
Tekrar tekrar baktım yerde yatan cesedine. Daha 22 yaşında. Bunca kini nasıl sığdırdı kısacık hayatına?
Acaba ne için öleceğini biliyor muydu üzerine bombayı yerleştirirken? Hiç sanmıyorum. Onun derdi kişiseldi aslında; benim gibi, sizin gibi, ‘‘Ben de varım bu dünyada’’ demek istiyordu. İnsanca bir içgüdü yani. Bunu fırsat bildi birileri, ‘‘bunun yolu bu’’ dediler. O da inandı.
İstediği oldu. Adını öğrendik, resmini gördük gazetelerde. Siyah önlüklü, beyaz yakalı, ürkek bakışlı... sonra yerde yatarken cansız bedenini. Ama o göremedi.
mış muş köşesi
N. Erbakan, ‘‘FP benim partim’’ demiş.
R. Kutan, ‘‘Çiller'i ciddiye almıyorum’’ demiş.
‘‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’’ diye bir laf vardır, Kutan da öyle yapıyor galiba.
Aşkın saati 17.00-17.30 arasıymış.
Özgür olduğumuz tek bir şey vardı, ona da mesai saati koydular.
Baykal, ‘‘Bunların hepsi artist’’ demiş.
Ama en yakışıklısı sizsiniz.
Ecevit, ‘‘İktidara iyi hazırlandık’’ demiş.
Doğru! Aylardır pratik yapıyorsunuz.
THY dakiklikte dünya üçüncüsüymüş.
Çok şükür, ‘‘düşe kalka’’ bugünlere geldik.
R. Kutan ‘‘Hangi babayiğit iktidarı vermeyecek’’ demiş.
Yılmaz, ‘‘Bende mangal gibi yürek var’’ demiş.
Heeeyt be! Aslanlarım benim!
Cindoruk, ‘‘Ağız tadıyla seçim yapamıyoruz’’ demiş.
Seçmen de aynı dertten mustarip. Kötünün iyisini seçmek ne tat verebilir ki?
Paylaş