HANİ kapı çalınınca bir telaş ortalığı toplayan kadınlar vardır... Ivır zıvırı koltuğun, çeri çöpü halının altına sokuşturan...
Ya da misafir odalarını hatırlar mısınız?.. Gençler bilmezler. Her evin bir misafir odası vardı eskiden. Adı üstünde, misafir gelmediği zamanlarda ev halkının kapısından adım atmadığı odalar... İçeriye kabul gününden kabul gününe girilir, sehpaların tozu alınır, koltukların üzerindeki çarşaflar kaldırılır, ayın 29 günü yaşamayan oda bir günlüğüne hayat bulurdu.
Kabul gününü de bilmeyen vardır şimdi. Kadınların her ay misafir kabul ettikleri bir günü olurdu. Ayın ilk çarşambası mesela... Ya da her ayın bilmemkaçı. Herkes bilirdi ki Nebahat Hanım kurabiyeleri, poğaçaları hazırlamış, çayı demlemiş bekliyor. ‘Günüme gelmedin’ sitemleri, ‘O benimkine bir kere geldi, ben onunkine iki kere gittim’ hesapları yapılırdı.
Fazladan insan yüzü gördüğü de olurdu misafir odalarının. Mesela komşu çocuklarının ‘Müsaitseniz bu akşam annemler size oturmaya gelecek’ dediği günlerde...
Misafir odasını gören, ev sahibinin pek temiz, pek tertipli olduğunu zannederdi. Oysa yolları oturma odasına düşseydi bir... Biri ortada öbür teki çekyatın altına kaçmış terlikler, içi dışına çıkmış gazete, iki gündür mutfağa gitmeyi bekleyen boş bardaklar, dolu küllük, oraya buraya saçılmış ıvır zıvır...
Belki de Anadolu’da hálá varlığını sürdürüyordur misafir odaları... Neyse ki biz buralarda dünyaya bir kere gelindiğini idrak etmiş bulunuyoruz. Evin en güzel köşesinde, en güzel koltukların üzerinde fink atıyoruz. Misafirlik bir şeyimiz kalmadı. Her şey bizim. Gerçi yine de koltukların üstüne kılıf diktiren var hiç olmazsa. Tam şeyttiremedik yani. Genler izin vermiyor.
* * *
Nereden aklıma geldi şimdi bu konu... NATO’dan. İstanbul’da yapılacak NATO zirvesine hazırlıklar bana aslen pasaklı fakat görünüşü kurtarmakta başarılı olan kadınları hatırlattı.
Hummalı bir çalışma var İstanbul’da. Zirve için gelecek olanlar ‘Pes doğrusu! Bu temizlik, bu düzen...’ desinler diye uğraşılıyor.
Bakın bu durumu haberli hastane teftişlerine de benzetebilirdim. Şimdi aklıma geldi. Ya da kızların görücüye çıkma hadisesine... Oğlan tarafı kızı görür beğenir, düğünden sonra ‘Bu kız o kız mı?’ deme noktasına gelir hani...
Bunca benzetmeden sonra diyeceğim şu: Güvenliğin sağlanması ve organizasyon hazırlıkları dışında bir hazırlık yapılması gerekiyorsa birileri geleceği zaman, o ülkenin daha çok fırın ekmek yemesi gerekiyor demektir. Ve demektir ki bunca zaman burada yaşayan bizlere reva görülen şartlar pek de matah değildir.
Fakat ben şahsen çat kapı geleni içeri buyur edemeyeceğimiz bir İstanbul’umuz olduğunu düşünmüyorum. 24 saat yaşayan bir şehir... Olacak artık o kadar. Ama işte yabana olduğumuz gibi görünemiyoruz bir türlü. Yöneticilerin hepsi misafir odalı evlerde büyüdüler çünkü. Birkaç kuşak sonra ancak...
MIŞ-MUŞ
Eurovision dolayısıyla tüm Avrupa bize hayran kalmış.
Zaten ikisinin ortasını görmedik hiç; ya düşmandırlar ya hayran!
Telekom’da ucuzluk başlıyormuş.
Faturalar, konuşmaların içeriğine uygun olsun diye düşündüler herhalde.