Bodrum'a doğru

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Efendim, bilirsiniz eskiden Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayan insanlar yaz gelince daha serin olması hasebiyle yaylalara çıkar; kışın ise havanın nispeten daha yumuşak geçtiği kıyıdaki evlerine geri dönerlerdi. Sonra ne olduysa oldu; artık derimiz mi tekamül etti, beynimiz mi bilmiyorum; bunun tersini yapmaya başladık. Üşüdükçe üşüyesimiz, terledikçe terliyesimiz geldi.

Gazetelerde ‘‘Cehennem sıcağı’’nın yolda olduğu haberlerini okuyunca ‘‘Bu İstanbul kavrulsa kavrulsa ne kadar kavrulur. Ben en iyisi kalkıp Bodrum’a gideyim, sıcakları orada karşılayayım’’ dedim. Bodrum’un kendi sıcağı zaten cehennemi aratmaz, üstüne üstlük hakiki ‘‘Cehennem sıcağı’’ da gelince bakalım nasıl olacak? Merak bu ya, insanların kaynama noktaları var mıdır, varsa kaç santigrattır, bu, kaç fahrenhayta tekabül eder, öğreneceğim.

Ayrıca sıcaktan yağlarım erir mi ona da bakacağım. Çünkü ben, İzmir’de yaşadığım yıllarca iplik gibiydim. O zamanlar bu yaşta olmadığım ayrıntısını unutmuş değilim, ama asfaltında yumurta pişen bir memlekette vücuttaki yağların erimesi de mantığa pek aykırı değil. İstanbul’da adeta ‘‘Yayık’’ gibi oldum. Vücuduma giren her şeyin yağını ayırıyorum. Yayıktan tek farkım, ayırdığım yağı katiyen dışarı vermeyip kendi bünyemde saklıyor olmam.

***

Grup oluşturmak hiç zor olmadı. ‘‘Bodrum’’ deyince herkes dünden razı. Bir tek kardeşimi razı edemedim. Teklifime teklifle karşılık verdi. ‘‘Ben Sibirya’ya kaçıyorum; ne de olsa ablamsın, seni severim, benimle gel.’’ Kabul etmedim tabii. Bunun üzerine bir tavsiyede bulundu. ‘‘Bak bakalım, eğer Bodrum’un sıcağı yetmezse Gelibolu’da orman yangını varmış, seni helikopterle tam ortasına bırakıversinler’’ dedi. İkimiz de babama benzemesek, anneme kardeşliğimiz konusunda ciddi sorularım olacak. Yani, hal ve gidiş yönünden Guatemala’daki herhangi biriyle daha çok benzerlik içindeyiz.

***

Grubun kararı arabayla gitmek. Eyvah! Ben araba yolculuğuna hiç dayanamam. Zamanında bu yüzden kaç turneyi yarıda bıraktığım oldu. Arkadaşlarım ‘‘O zaman arabalar at arabası gibiydi, şimdi uçak gibi. Yerde misin, gökte misin anlamazsın’’ dediler. Şimdi giderayak birbirimize gireceğiz.

Bir kere, benim turneye çıktığım yıllar o kadar gerilerde mi kaldı? Yani neyi ima etmek istiyorlar? İkincisi benim her türlü konforu haiz arabalardan haberim yok mu?

Uçak gibi olması, sağımızdan solumuzdan geçen kamyonları bulut farzetmemizi mümkün kılar mı?

İçinde ne kadar rahat olursak olalım bilmem kaç kilometre yolun her santimetresine tekerleklerimizi değdirmeyecek miyiz? Ve bu değdirme işlemi 1 dakikası bile kıymetli hayatımızın tahminen 700 dakikasını almayacak mı?

Bunları onlara sormadım, içime attım. Her şeye rağmen kara yolculuğunun beni cezbeden bir tarafı var. İzmir’e, anneme uğrayacak olmamız. Ayrıca yolculuğun bir kısmını deniz yoluyla gerçekleştireceğiz. Bandırma’ya kadar arabalı vapurla gideceğiz.

***

Birden Bodrum için uygun kıyafetim olmadığını farkettim. Nedense her seyahat öncesi, hatta her sokağa çıkış öncesi gideceğim yere uygun kıyafetim olmadığını farkederim. Gelenek bu sefer de bozulmadı. Bodrum’da insanı aynı anda hem giyinik hem soyunuk gösteren kıyafetlere ihtiyaç var. Bunu daha önceki gidişlerimden biliyorum. Şöyle yakası kolu olan bir şey giyip çıkamazsınız. Tuhaf tuhaf bakarlar. İlla paçanız kesik, yakanız düşük, sırtınız oyuk olacak. Yüzdeye vurursanız, vücudunuzun görünen kısmı görünmeyen kısmından daha fazla olacak.

Hemen uygun kıyafetler ayarlandı. Yalnız bir sorun daha var. ‘‘Oraya gittim, otele yerleştim, mayomu gyidim, havuzun kenarına geldim’’ diyelim. Herkes yanık. Ben aralarında ‘‘Köyden indim şehre’’, daha doğrusu ‘‘Şehirden indim kasabaya’’ gibi durmaz mıyım? Dururum.

Peki, bundan daha büyük ayıp var mı? Yok. O halde derhal solaryuma gitmem lazım. Yola çıkana kadar, orada ayrık otu gibi durmayacak bronzluğa erişmem lazım. ‘‘Huydur çeker’’ derler ya, ben de anneme çekmişim. Annem temizlikten bir gün önce yardıma gelecek kadına ayıp olmasın diye ön temizlik yapar. Ben de öyle yapacağım. Bir nevi ‘‘Altlık’’ yani.

***

Bavulum, tenim ve psikolojim tatile hazırız. Yenikapı’dan Bandırma feribotuna gelinceye kadar her şey yolundaydı. Feribottan inip de arabaya biner binmez ardı ardına iki şok yaşadım. SİGARA İÇMEK YASAK VE CEP TELEFONLARINIZI KAPATIN. ‘‘Uçak gibi’’ dedikleri buymuş meğer. Uçağın en kötü tarafı nedir? Sigara ve cep telefonu yasağı değil mi? Burada da yasak. Hay ‘‘Uçak gibi’’ olmasaydı, ben ‘‘araba gibi’’ arabaya razıydım. Uçağa benzemeyen bir tarafı var: Uçak sizi gideceğiniz yere ‘‘bir çırpıda’’ götürüyor, bu götürmüyor.

Aklıma tatilimi Bandırma’da geçirme fikri geldi. Hiç fena bir yer değil. Buradan Erdek’e de geçerim diye düşündüm. Koskoca Vehbi Koç bilmez miydi, Bodrum’a gitmesini. Tatillerini her zaman Erdek’te geçirirdi. Belki de uzun yaşamasının sırrı buydu. Ben bunu kafamda evirip çevirirken bir baktım ki Bandırma’dan çıkmışız.

Ben de on beş dakikada bir ‘‘ihtiyaç molası’’ isterim. Böbreğime de yasak koyacak değiller ya. Nitekim istedim. Vermediler. ‘‘Numara yapma, sen 2.5 saat sahnede kalıyorsun, ihtiyaç molası mı veriyorsun?’’ dediler. Vermediler. ‘‘Numara yapma, sen 2.5 saat sahnede kalıyorsun, ihtiyaç molası mı veriyorsun’’ dediler. ‘‘Ayol üç şarkıda bir sazın birine taksim yaptırıp, nereye kayboluyorum zannediyorsunuz’’ dedimse de inandıramadım. Sonunda 200 km’de bir durmak üzere anlaştık. Güya 200 km. 1 saate tekabül ediyormuş. Yalan! Öyle olsa Bodrum’a dört saatte varmamız lazımdı. Yalanlarını yüzlerine vurdum zaten. Akhisar’a girerken ‘‘Sizin hesabınıza göre Bodrum’a geldik, ancak med-cezir hadisesi okyanustan buralara kadar gelmiş, deniz çekilmiş’’ dedim.

***

İzmir’e girdik. Ah anılarım. Anneme, uğrayacağımı bildirmemiştim. Eve yaklaşırken rica minnet açtığım cep telefonundan aradım. ‘‘Beş dadika sonra sendeyim’’ dedim. Annemin arka arkaya sıraladığı sorular şöyle: ‘‘Hayrola bir şey mi oldu?’’, ‘‘Kardeşin nerde?’’, ‘‘Sen çalışmıyor musun?’’, ‘‘Yazını yazdın mı?’’ Benim cevaplarıma gelince: ‘‘Hayırdır anneciğim, üç dört günlüğüne Bodrum’a tatile gidiyorum’’, ‘‘Kardeşim İstanbul’da, gelmek istemedi’’, ‘‘Anacığım biliyorsun cuma, cumartesi çalışıyorum; bugün pazar. Yazımı Bodrum’dan fakslayacağım.’’

Annem bizim her hareketimizin altında bir ‘‘felaket’’ yattığı kanaatindedir. Gülerken görse ‘‘Ne oldu, başınıza bir iş mi geldi?’’ diye endişelere gark olur. İnsan hangi vahim olay karşısında kahkaha atar Allahaşkınıza?

Daha önce yazdım mı, hatırlamıyorum, ikinci baskı oluyorsa kusura bakmayın. Alibeyköy'ü ne zaman su bassa, annem sele kapıldığımız düşüncesiyle ağlayarak bizi arar. Hem de Etiler'le Alibeyköy arasındaki mesafeyi bile bile. En sonunda annemin yüzünü kara çıkarmamak için Alibeyköy'e taşınacağız.

‘‘Bir türlü Bodrum'a gelemedin’’ dediğinizi duyar gibi oluyorum ancak malumunuz uçakla gitmiyoruz. Haliyle yol uzadıkça yazı da uzayacaktır. Üstelik şimdi ‘‘tefrika’’ modası var. Bodrum'u yaşamak istiyorsanız, Cumartesi'yi bekleyeceksiniz.

...........

Mış muş...

Tantan'ın yasaklarından sonra İstanbul'da ne ses kalmış, ne seda.

Sayın Tantan, siz önce kendi soyadınıza bakın. Ne o gürültü öyle, tan tan tan tan...

Bu kış kadınlar canlı renkler, iri çiçekler ve el örgüsü kazaklarla sıcacık olacaklarmış.

Peki geçen yıl bize kakaladığınız siyah, çiçeksiz, makine örgüsü kazaklar ne olacak? Allah sizi bildiği gibi yapsın e mi?

Banu Alkan, ‘‘Tarihi üzüm yedim’’ demiş.

E, doğru, ilk yediğiniz üzümün asması çoktan tarih olmuştur.

Sibel Can, ‘‘Hakan artık beni rüyasında göremez’’ demiş.

Geceleri çıkıp bizzat rüyadan rüyaya geziyor da Hakan’ınkine uğramayacak.

Ecevit, ‘‘Reform yapılmasaydı, devlet çökecekti’’ demiş.

Bu reformları yumurta kapıya gelinceye kadar erteleyenleri n’etmeli?

İngiltere’de bir çift 19 yıl aradan sonra cinsiyet değiştirip tekrar evlenmişler.

Onca ameliyat kıyamet yine aynı adamı (kadını) almak için miydi?



Yazarın Tüm Yazıları