Bazı sanatçılarımızın başına konan kelebek

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Kelebeğimiz uçtu uçtu, gitti bazı sanatçılarımızın başına kondu. Daha doğrusu siz kime konacağını tayin ettiniz, biz de vesile olduk; kelebeğe biraz emrivaki oldu.

Burada kimlerin ödül aldığını yazacak değilim, zaten okudunuz, biliyorsunuz. Ancak dikkatimi çeken bir şeyi belirteceğim. Hani herkes, akşam sade vatandaş olarak yatıp sabah şöhret olarak uyananlardan şikáyetçi ya; baktım da çoğunun esamesi bile okunmadı. Ağırlık yıllanmış isimlerdeydi. Kısacası siz her şeyin farkındasınız.

*

Gelelim geceye. Gelelim de öyle kolay değil. Bir davete, bir seyahate gitmeye niyetleneyim de niyetimi kazasız belasız gerçekleştireyim; vaki değil. Tereyağından kıl çeker gibi kolayca markete bile gidip gelmişliğim yok.

O gün de evden çıkmama birkaç saat kala dişim kırıldı. Kendilerinin ilk kırılışı değil, ne zaman bir şey ısırmaya kalksam aynı davranışı gösteriyorlar. Ben de her seferinde eski apartman komşum diş doktoru Nilgün'cüğüme koşuyorum, yapıştırıyor. Ve her seferinde aramızda şu konuşma geçiyor:

- Bunu bugünlük yapıştıralım ama problemi kökten halletmek üzere hemen tedaviye başlamak lazım.

- Tabii, haklısın. Hemen yarın başlayalım.

Doktor fobisi var bende, acil servislik olana kadar bekliyorum.

*

Uzatmayayım, hemen Nilgün'ü aradım yine, yok. Ne evinde ne muayenehanesinde, ne cebinde. Not bıraktım. Gece yaklaşıyor Nilgün'den haber yok. Kırık dişle gitsem olmaz; gülmek neyse de konuşmadan durabileceğim kanaatinde değilim.

*

Her şey yolundaymış gibi hazırlanıyorum. Elbet bir çaresini bulurum. Nitekim buldum. Nilgün aradığında yapacak bir şeyi kalmamıştı. Japon yapıştırıcısıyla dişimi ait olduğu yere bir daha hiç çıkmamak üzere yapıştırmıştım. Yalnız yapışkanı biraz taşırmışım, bir koşu gittim, Nilgün fazlalıkları temizledi.

*

Çok şükür bu kadar badireyle geçiştirdim. Artık geceye hazırım. Kardeşimden,

1) Japon yapıştırıcısının ne tehlikeli olduğunu biliyor musun sen?

2) Hayrola, bu ne hazırlık, sana da mı ödül verecekler?

olmak üzere günlük istihkakımı da aldım, yola koyulduk.

*

Daha Hürriyet Gazetesi'nden içeri adımımızı atar atmaz, kardeşim ikinci söylediğini geri aldı. Diğer kadınların yanında ben davetten son dakikada haberdar olmuş, ev haliyle fırlayıp gelmiş gibiyim. Hani İkitelli'yle evin arası Afyon'la Uşak arası kadar olmasa gidip yeniden yapılanacağım. Aslında eve gitmeme de gerek yok, üstümdekileri çıkarıp don paça kalsam eşit duruma geleceğiz.

*

Yolda giderken ‘‘Bu gece oraya geleceklerin hepsi modayı yakından takip eden insanlardır. Cumartesi günkü yazımda onların kılık kıyafetlerinden bahseder, hanım okurlarımı moda konusunda biraz aydınlatırım’’ diyordum. Kısmet değilmiş. Anladığım kadarıyla bu sene giyinmek moda değil.

Kolunuz, bacağınız, omuzunuz, göğsünüz, sırtınız, beliniz, göbeğiniz açıkta kalacak. Kalan yerleriniz varsa, bir kumaş parçasıyla kapatacaksınız. Ancak bu kumaşın rengi illa ki, mutlaka, kesinlikle siyah olacak. İşte senenin modası bu kadar.

*

Kadınların tamamı bu kılıkta değil elbet. İşinden gücünden çıkıp gelmiş ya da kendine özen göstermiş ama abartmamış olanlar da var. Zaten salona bakınca üç grup insan göze çarpıyor.

1) Azınlıkta olan aklı başında kadınlar

2) Çoğunlukta olan aklı memesinde kadınlar

3) Aklı ve gözü ikinci grupta olan erkekler.

Ha bir de ikinci grubun peşinde olan kameramanlar var. Onlar olmasa ikinci grup kadınları görmek neredeyse mümkün değil. O kadar zayıflar ki yandan bakınca káğıt gibi duruyorlar. Sadece boy var, en yok. Allah'tan ışıklar devamlı üzerlerinde.

Pazar eklerinde görüp hayran olduğum, çok çalıştıklarını tahmin ettiğim ama ne iş yaptıklarını bilmediğim bu küçük kadınları yakından görmek çok hoşuma gitti doğrusu, içim açıldı.

*

Gelelim sadede. Yani açık büfeye. Açık dediğime bakmayın aslında törenin sonuna kadar kapalıydı. Tamamen kapalı olsa iyi. Strech filmle örtülüydüler. Yani görüyorsunuz, dokunamıyorsunuz. Ağır işkence. Bir insan dakikada kaç defa yutkunur bilmiyorum. Bildiğim, benim bu sayıyı beşle çarptığım.

Hiç ayrılmadım büfenin yanından. Toplayıp götürmeye kalkarlarsa mani olacağım. Böyle bir ihtimal yok, biliyorum ama olsun. Sonra birden aklıma tok olduğum geldi. Buralarda dalgınlığıma gelir de olmadık bir şeyi ısırırım, dişim üzerinde kalır endişesiyle evden çıkmadan karnımı tıka basa doyurmuştum ama anlaşılan o ki bana mısın dememiş.

*

Hakikaten, neden tören sırasında yiyip içmemize izin yok? Yani ben iki işi aynı anda yapamaz mıyım? Ağzımdaki lokmayı çiğnerken, Serdar Ortaç'ın ödül aldığını idrak edemez miyim? Yoksa aslında herkesin yiyip içmeye geldiğini, karnı doyunca, ‘‘Onun bunun ödülünden bana ne’’ deyip, çekip gideceğini mi düşündüler?

Eğer böyle düşündülerse haklılar. Büfe açılmış olsaydı ben şu anda çoktan yemiş içmiş, evde işin hazım kısmını gerçekleştiriyor olurdum.

Mış muş köşesi

Depremden kaçmak için 13 saniyemiz varmış.

Bu demektir ki hepimiz

merdivenlerde sıkışıp kalacağız.

Doğan Güreş ‘‘Vekiller eşşek mi?’’ demiş.

Biz bilemeyiz, içlerinde olan

sizsiniz.

Ömrümüzuzuyormuş.

Tabii, fay hattının geçmediği

yerlerde.

Demirel, ‘‘Avrupa'nın içindeyiz’’ demiş.

İyi de, Avrupa'nın bundan

haberi yok.

Ahmet Ercan, ‘‘Deprem önceden bilinebilir’’ demiş.

Senaryolara kulak verirseniz,

herkes biliyor zaten.

Yazarın Tüm Yazıları