Babaannem gibi olmama iki ay kaldı. Başbakanımızsa olmuş bile. YTL’nin görücüye çıktığı gün ‘Simitin yeni fiyatı 3 kuruş’ demiş, Babacan ‘30 kuruş’ diye düzeltmiş.
Babaannem son yıllarında paranın değerini bilmez olmuştu. Yani kaç paraya ne alındığını... Mendiline sardığı emekli maaşından komik harçlıklar verirdi bize. Bazen bir çikolata almaya bile yetmeyecek, bazen de çikolata fabrikasından hisse alabilecek kadar. Tabii bize öyle geliyordu, yoksa babaannemin mendilinde ne arar o kadar para. Tamam bir zamanlar hayat daha ucuzdu belki ama emekli maaşıyla fabrikadan hisse alacak kadar olmadı hiçbir zaman. Demek o günlerde idrak konusunda bizim de ondan farkımız yokmuş.
Mendile sarmak deyince... Yaşlılıkta parayla garip bir ilişki kuruluyor galiba. Bir arkadaşımın bir zamanlar yüzlerce insanı yanında çalıştırmış, elinden ne büyük paralar gelmiş geçmiş olan babası son günlerinde bir çorap tekinin içine doldurduğu bozuk paraları sayar dururdu.
Uzatmayayım, hakikaten YTL beni zorlayacak, biliyorum. Zira ben saatler ileri ya da geri alındığında bile bocalayan biriyim. Bir süre adapte olamıyorum. Yatarken kalkarken, randevu verirken eskiden yeniye, yeniden eskiye çevirme yapıyorum durmadan.
Şimdi de başıma gelecekleri biliyorum. Elimdeki 20 liraya 20 lira muamelesi yapamam mesela. İlla bileceğim, eskiden ne idi. Ona göre değerlendireceğim. Bu durumda hayat bayağı yorucu olarak benim için. Gerçi zihin açıcı da olabilir bir yandan. Bulmaca çözmek gibi. Ayaküstü ha bire altı sıfır koy, dört sıfır at...
Biraz da yabancı dil meselesi gibi olacak bu iş. Hani yabancı dili az bilenler cümleyi kafada Türkçe kurar ya önce... Bu da o hesap. TL düşün, YTL öde! Baktım çok zorlanıyorum, alışverişi hayatımdan çıkarıp, zorunlu tasarrufa giderim.
Fakat kafam ne kadar karışık olursa olsun, bu sıfırların atılması hadisesinin ucuzluk anlamına gelmediğini biliyorum. Her ne kadar başbakanımız ‘Allah bir daha bol sıfırlı günler göstermesin’ demek suretiyle hayatın kuruşlarla ifade edilecek kadar ucuzladığı intibaını yaratmak istese de... Adamın adı ‘Nizamettin’di, ‘Nizam’ olarak kısalttık. Adam aynı adam. Huyu suyu, kaşı gözü... Paramıza olan budur. Kimse yemesin bizi.
Etik değil diye diye
Doktor hastasına aşık olamazmış. Olursa etik olmazmış.
Aşkın aklı, fikri, mantığı vardır zira. ‘Olmaz’ dedin mi anlar, oturur oturduğu yerde!
Efendim, Zeynep Tokuş jinekoloğuyla aşk yaşıyormuş da... Mesele bu. Bir ilişki sürüp gidiyor, biz de tartışıyoruz. Doğru mudur değil midir? Doğru olmadığına karar verdiğimizde evlenmiş olurlar bakarsınız.
Üniversitelerdeki hoca-öğrenci aşkıyla işyerlerinde patron-personel aşkı da etik değil biliyorsunuz.
İyi ki anneme sormuyorlar. Bu liste uzar gider yoksa.
Komşunun oğlu...
Arka kapının dış mandalı bile olsa, akrabalar...
E, benim kendi eklentilerim de var tabii. Arkadaşlarımın, değil beraber olup ayrıldığı, uzaktan beğendiği biri bile asla!
Nikáh konusunda henüz siftahımın olmaması bu liste yüzünden olabilir. Etik değil diye diye...
Şaka bir yana, hayatımda böyle saçma şey duymadım. Sarkıntılık, taciz, istismar falan değil ki... Bu iki kişi birbirini beğenmiş. Hatta belki de aşık olmuşlar. Bir önceki aşamada ilişkilerinin doktor-hasta ilişkisi olmasının ne mahzuru var? Aşk zaten insanın karşısına zırt pırt çıkan bir şey değil. Çıkmışsa bir de etiğe kurban gitmesin bari.
Fakat laf jinekologdan açılmışken, bu meseleden bağımsız olarak, aklıma takılan bir hususu sizlere aktarmadan geçemeyeceğim.
Oldum olası erkek jinekologlar kafamı kurcalamıştır. Kadının vücudunda iğne deliği kadar açık bir yer görse, artık öldür Allah kendini oradan alamayan erkek kısmı, bir odada belinden aşağısı çıplak bir kadınla yalnız kalınca nasıl olur da aniden erkekliğini unutur? Hakikaten hayrete düşürüyor bu durum beni.
Hani ‘Erkeğin en şaşırtan yönü nedir?’ diye abuk sorulardan birini sorsalar bir gün, bunu söylerim cevaben.
Demek gerektiğinde düğmeye basıyorlar. Fakat nedense hani üzerinde ‘kırınız’ yazan, camın içindeki yangın alarm düğmesinden bile az çalışıyor bu düğme.
MIŞ-MUŞ
Aşk romanları artık satmıyormuş. Yeni neslin denemekten okumaya zamanı yok.
Alerji yapmayan kedi geliyormuş. Ne o öyle ‘Taze yufka geldi’ gibi...
Erdoğan gecenin ikisinde Gül’ün uçağını merak edip gezmiş.
‘Gece gündüz çalışıyoruz’ dedikleri bu demek.
Yaygın kanının aksine çocuklar için bilgisayar oyunu faydalıymış.
Bu ‘yaygın kanı’ denen şey yalancı dolma gibi bir şey zaten.
Cem Özer’le Nurgül Yeşilçay, geline de sürpriz olan bir nikáhla evlenmişler.