Yattığım yerde tavana bakarken, lise çağlarındaki anket defteri tadında, böyle bir soru geldi aklıma.
Hemen cevapladım kendimi. Ağzımın laf yapmasını isterdim.
Bakmayın hoşunuza giden (öyle varsayıyorum) yazılar yazdığıma... Konuşmaya gelince ağzı laf yapan insanlardan değilim. En bildiğim konuyu bile allayıp pullamayı beceremiyorum. Öyle küt diye anlatıp geçiyorum.
Bakıyorum bazılarına... Sokakta bulduğu adi cam parçasını bile öyle anlatanlar var ki camı alıp müzeye koşarsınız.
Gerçi benim gibi kestirmeden gidenler de yok değil ama bakın şimdi aradaki farka...
‘‘Başkaldırının resmini yaptım’’ demiş mesela bir ressam.
Ne güzel. Oysa ben aynı eser için desem desem ‘‘Resim başaşağı asılmış’’ derim.
İşte ikisi de üç kelime. Fakat sizce de onunkinden sonra benimki ‘‘Turp yemiş nar üstüne’’ gibi bir etki yaratmıyor mu insanda?
Gerçi resim çok özel bir konu tabii; anlamak lazım. Ben bu konuda kör cahilim. Onun için bu örneği geri çekiyorum.
En iyisi yazılarımı örnek göstermek.
Şimdi bazıları benim yazıları bir anlatıyorlar ki bana... Hakikaten kendi kendime hayran oluyorum. Amerikalılar bu tarza bilmemne tarzı derlermiş de, içinde şu varmış, bu varmış da... Bakın ne dediklerini toparlayıp aktarmayı bile beceremiyorum. Ancak çok mühim bir iş yaptığımı söyleyebilirim size.
Fakat bir daha beni böyle fiyakalı laflarla öven birine rastladığımda bütün bunları bir káğıda yazmasını rica edeceğim. Çantamda gezdirip gerekli zamanlarda çıkarıp gösteririm.
‘‘Bakın aslında benim durumum budur.’’
Zatı yanımdan eksik etmeyip arada ‘‘Abi bi anlatsana benim yazıları’’ da diyebilirim tabii, bu da bir yol.
Yani kısaca, bir ballandırma ustası olmayı çok isterdim. A, bu arada bir icatta bulundum farkındaysanız... ‘‘Ballandırma ustası.’’ Bunu başlık olarak koyacağım yazıya.
* * *
Bir de ne isterdim...
Kuvvetli bir hafazım olmasını... Ki oturup anılarımı yazabileyim. Fakat maalesef hafıza sıfır.
Yılbaşı gecesi hazırlanırken dedim ki kendi kendime, ‘‘Kaç yılbaşı hatırında?’’, ‘‘Ya da kaç doğum günü?’’
Ikına sıkına dört doğum günümü hatırlayabildim.
Falancayla nerede tanışmıştık, ilk sevgilimden neden ayrılmıştım, bilmemkimle neden küsmüştük, hangi yıl nerede ne haltlar karıştırıyordum... Sıfır.
Halbuki elálem yirmi beş sene önce bakkala yarım kilo toz şeker almaya gittiği sırada kaldırımı süpürmekte olan çöpçünün süpürgesindeki çalı sayısını hatırlıyor.
Yani maalesef benim asla ‘‘Bir gün anılarımı yazarsam Türkiye sallanır’’ deme şansım yok. Türkiye rahat olsun.
Bir gün anılarımı yazarsam da bilin ki uydurmadır.
Üzülüyorum tabii bu duruma... Kendimi ‘‘eski eserlerini koruyamamış şehir’’ gibi hissediyorum. (Bendeki ilerlemenin bilmem farkında mısınız, romancılar gibi benzetme yaptım.)
Fakat bir yandan da sevinçliyim. Yaşlılığın en önemli belirtisi, eskiyi bütün ayrıntılarıyla hatırlayabilmekmiş zira. Allah'ıma bin şükür genceciğim daha!
MIŞ-MUŞ
İzmir'de bir adam, oğlu için parayla kız kaçırtmış, beğenmeyip geri yollamış.
Bir de ‘‘Ben Evleniyorum’’u beğenmezsiniz.
Elma soymak beyni çalıştırıyormuş.
Atalarımızın ‘‘Elmayı soy da ye’’ demesi bundanmış demek.