Az daha mucit kızı olacakmışım

Ne zaman cep telefonumu elime alsam aklıma babam geliyor. Oysa beraber rol aldıkları bir anı yok hafızamda.

Mesele de bu zaten. Babacığım cep telefonlarını kurcalayamadan hayata gözlerini yumdu. İçimde ukdedir.

Bakın, ‘Göremeden’, ‘Kullanamadan’ demiyorum dikkat ederseniz, ‘Kurcalayamadan’ diyorum. Evet babam elektrikli, elektronik, mekanik vs. ne kadar cihaz varsa içini açar kurcalardı.

Çocuklukta herkes yapmıştır. Bilhassa erkekler. ‘Yediğimiz ilk ve son tokattı’ diye anlatır dururlar olayı. Sünnet hediyesi kol saatinin içi dışına çıkmış, bir daha da girmemiştir. Çocukların dáhi olarak doğmadığı, her şeyi yavaş yavaş, sırasıyla, zamanı gelince öğrendiği devirlerde ise tokat olayı, ‘küçük adamlar’ı salıvermek maksadıyla içi açılan radyolar yüzünden gerçekleşmiştir.

Fakat babam gibi evli barklı, üç çocuklu, iş güç sahibi koskoca bir adamın habire her şeyin arkasını söküp içini kucağına dökmesi görülen şey midir bilmiyorum.

*

Televizyonun Türkiye’deki ilk yıllarıydı... Herkesin evinde yoktu henüz. Ama bizde vardı. Tabii ki günde iki defa dalgalanan bayrak görüntüsü eşliğinde çalınan İstiklal Marşı’nı kaçırmamak için değil. ‘Sırf bu mu vardı televizyonda?’ diyeceksiniz. Hayır. Bir de ‘Necefli maşrapa’ vardı. Kültür hazinemizden... Arıza anında ekrana koyarlar, maşrapanın ruhuna uygun bir de müzik verirlerdi.

Gençler gülerler şimdi... Bugün ne var sanki televizyonda? Kültür hazinemizden Semra Hanım!

Uzatmayayım, babamın eve televizyon alışının esas nedeni içini açıp bakmaktı. Öyle ya... Yeni bir ‘muamma’ gelmiş... Tornavidaya gelir neresi varsa sökülecek, bakılacak, cihazın nasıl çalıştığı tespit edilecek.

Bir kere bakılır, rahatlanır değil mi? Hayır. Babam bakmaya doymazdı. Her akşam gazeteden koşa koşa gelir televizyonun arkasına otururdu. Aksi gibi o esnada biz de televizyonun önüne oturmuş olurduk. Yalnız biz otursak iyi... Konu komşu da oturmuş olurdu. Dedim ya herkesin evinde yoktu.

Annem yalvarırdı, ‘Bir gün olsun ara ver gözünü seveyim...’ Babamdan cevap: ‘Siz anlamazsınız, beyazlar tam beyaz değil, siyahlar da... Onu düzeltmeye çalışıyorum.’

Babama göre bizim televizyonda asla beyazlar tam beyaz, siyahlar tam siyah olmadı. Ölünceye kadar buna uğraşmasına rağmen...

Daha sonraki yıllarda uçağa atlayıp günübirliğine İstanbul’a geldiğini bile hatırlarım. Sırf benim televizyonu kurcalamak için. Benimkinin markası değişikti zira. Gelir, arka kapağı çıkartır, aletin bağırsaklarını ortaya döker, televizyonu adeta portakal kasasına çevirir, sonra yeniden monte eder giderdi.

*

O zamanlar anlayamazdım onu. Demek az daha mucit olacakmış babam. Fakat olamadığından icat edileni yeniden icat etmek suretiyle kendini tatmin yoluna gitmiş.

Şimdiki aklım olsa ‘Aşkolsun baba!’ falan der miydim... İşte cep telefonlarına, bakıp hüzünlenmem bundan. Hele bilgisayarlar... Bu devirde sağ olsaydı başını kaşıyacak zaman bulamazdı babacığım. Artık nasıl yerdi bizi bilgisayarın arkasını açarken... ‘Bu mavi tam mavi değil’ mi derdi, yoksa çağa ayak uydurur daha teknik bir bahane mi bulurdu...

‘Ne alákası var şimdi bu yazının?’ diyeceksiniz. Belki tefrika halinde anılarımı yazmaya başladım... Ya da bu bir roman girişi... Olaylar bilahare gelişecek. Olamaz mı yani?

MIŞ-MUŞ

Rusya, taklidi imkánsız bir atom bombası geliştiriyormuş.

Dönüşü muhteşem olacak!

Atatürk annesinin ikinci evliliğini onaylamamış.

Demek modernlik falan anneye kadar olabiliyor.

Ankara 11 Eylül tatbikatı yapacakmış.

Temsili Bin Ladin’in başarısı ile tamamlanır, görürsünüz.
Yazarın Tüm Yazıları