HÜRRİYET Pazar’da bu hafta, anneler ve oğullarıyla ilgili, yaşanmış hikáyelerle uzmanların görüşlerini okumuşsunuzdur. Ünlü Semra Hanım’la oğlu Ata’nın el ele fotoğrafının süslediği sayfayı atlamak mümkün mü...
Semra Hanım, ‘Sinir olunarak sevilen kişiler’ listesinin en başına geçti oturdu. Hem de bütün zamanların yıldızı olarak.
Fakat konumuz Semra Hanım değil. Kimi annelerin oğullarıyla aralarındaki garip ilişkileri okuyunca tanıdığım bütün anneleri, en başta da kendi annemi geçirdim aklımdan. Ve şuna kanaat getirdim ki, garip durumlar sadece annelerle oğullar arasında yaşanmıyor. Kızlarıyla da pek farklı değil annelerin ilişkisi. Yani ‘annelik’ söz konusu olduğunda çocuğun kız veya erkek oluşu pek fark etmiyor.
Kızlarla olan durum diğerindeki gibi bazen cinsellik de içeren bir nevi ‘aşk’ durumu değil tabii. Değil ama neticesi yine aynı kapıya çıkıyor. Yani tahakküm etmeye.
Tamam, Semra Hanım gibi direkt ‘Sen áşık değilsin; áşık olduğunda ben söylerim’ demiyorlar belki ama kızının seçtiği erkeği beğenen anneye rastlamadım ben daha.
***
Annem mesela... Geldik gidiyoruz şu dünyadan, bugüne kadar hiçbirimize kimseyi uygun görmemiştir. Bizi gözünde pek büyüttüğünden yeryüzünde layığımız olan bir adamın yaşamadığına hükmetmiş gibi görünse de aslında bilinçaltında yatanın, kızlarını kimseyle paylaşamamak olduğunu geç de olsa anlamış bulunuyoruz. Fakat işte o güne kadar nice değerli erkek arkadaşımızı, annemin takmış olduğu kulplarla uğurlamış bulunduk. Halá da cumhurbaşkanını getirsek karşısına, tabii bekár olduğunu farz ederek ‘Yavrum bunun da bir özelliği yok, bak ötekiler gibi kaşı gözünün üzerinde’ der eminim.
‘Siz de beğenisine sunmasaydınız... Evlilik olmadıktan sonra...’ diyebilirsiniz. Öyle yaptığımız da oldu. Fakat anacığım boş durmayacağımızı tahmin ederek erkek milleti üzerine genel sokuşturmalar yapmak suretiyle hayatımızdaki gizli arkadaşlarımızı tarafımızdan sorgulatmaya muvaffak oldu.
‘Sizin de Ata’dan farkınız yokmuş’ diyeceksiniz. Hayır. Biz daima çatıştık annemle. Öyle kavga şeklinde olmasa da soğuk savaşlarımız oldu. Ama nihai kararlarda hakikaten ciddi etkisi olmuş olabilir. Biz kendiliğimizden verdik o kararları zannetsek de...
***
İşin enteresan yanı, annemin şu günlerde en kızdığı insan Semra Hanım. Hiç tasvip etmiyor. Biz de ‘Anacığım, sen dahil bütün anneler biraz böyle aslında’ diyemiyoruz. Asla kabul etmez, üzdüğümüzle kalırız. O farkında değil ki hiçbir şeyin... Kimse kendisine karşıdan bakamaz.
Hem benim annem melektir. Bilenler bilir, nasıl yumuşak, nasıl sevgi doludur. Onun için içimiz daha çok acımıştır zaten onu dinlemediğimiz günlerde...
Size bir şey diyeyim mi... Böyle anlatıp durduğuma bakmayın. Ne annemi ne de başka anneleri suçluyorum. Annelik denen durumun marazi bir hal olduğuna kanaat getirdim zira. İnsanın içinden çıkardığı şeyle ilişkisi başkalarıyla olan ilişkisine benzeyemez. Bir tuhaflık olmalı. Var işte zaten. Meraklısına bildireyim, bu yazıyı annem asla okumayacaktır. Ufak bir operasyonla bugünkü gazetenin eline geçmemesi sağlanacaktır. Bu önlem bile tuhaf ilişkinin bir parçası işte.
MIŞ-MUŞ
Gül, AB’nin 17 Aralık’taki Türkiye kararı için ‘Bana göre bu iş bitti’ demiş.
Bize bakılırsa ilk müracaat ettiğimiz fi tarihinde bitmişti zaten.
*
İnsan ömrü 650 bin saatmiş.
Bak şimdi! Her saat başı moral bozukluğu. Şunu dakika cinsinden ifade edin de yüzümüz hiç gülmesin oldu olacak.