5 Şubat 2004
<B>BU </B>sene de gördüğümüzden geri kalmadık. Fakat <B>‘‘Çok şükür’’</B> diyemiyoruz. Sobadan zehirlenmenin nesine şükredeceksiniz?
Donarak ölmenin...
Şeytan taşlarken sıkışıp nefessiz kalmanın...
Kurban keserken kendini doğramanın...
Nesine?
Şimdi önümüzde ‘‘seçim gezisi konvoyu faciaları’’ var. Sonra Kilyos ve Şile'de boğulmalar... Orman yangınlarıyla beraber.
Tarih tekerrürden ibaretmiş. İnsanoğlu ders almasını bilmeyince tarih ne yapsın, tekerrür edecek elbet.
On senede beşinciymiş hacıların şeytan taşlarken izdihamdan sıkışarak ölmesi. Şeytan taşlarken olmasa tünelde sıkışılıyor; sıkışma olmadığı senelerde yangın çıkıyor. Neyse ki yağmur yok oralarda, sele kapılan olmuyor.
Ana babamızı kutsal topraklara gönderiyoruz, fakat içimizde ferahlık yerine bir korku, ‘‘Acaba sağ dönebilecekler mi?’’ Sanki Kuzey Irak'a gidiyorlar.
Ben artık hacda ölmenin sevabına inanıldığı için çeşitli kazalar tertiplendiğini düşüneceğim neredeyse. İntihar günah ya...
* * *
Sobadan zehirlenme...
İnanıyorum ki toplasanız İkinci Dünya Savaşı'nda ölenlerden fazladır bizde sobadan zehirlenerek ölenlerin sayısı.
Kimse, ‘‘Ulan bu sobadan giden gidene, dikkat edelim bari’’ demiyor.
‘‘Bizim soba yapmaz böyle adilik’’ diye mi düşünüyorlar artık... Yoksa, ‘‘Türk'e gaz maz işlemez!’’ diye mi...
Geçenlerde biri karısıyla çocuğunu bu yüzden hastaneye kaldırdıktan sonra giti, aynı odada uyumaya devam etti oğluyla beraber. Netice malum.
‘‘Tevekkel olun!’’ demiş kim demişse... Biz biraz abarttık galiba.
* * *
Fakat bunların içerisinde bir tek kurban keserken kendini doğrayanlara üzülmüyorum. Allah'ın bildiğini kuldan ne saklayayım şimdi. Bu sene kesim sırasında kesime uğrayanların sayısı tam 1021. Yazıyla binyirmibir.
Kurbankeserlere yardımcı olma amacıyla ‘‘Alo, boğam kaçtı’’ hattı tetikte bekliyordu, ama ‘‘Alo, boğam tepti’’ hattı akıl edilemediğinden zayiat fazla oldu biraz.
Bu satırları kaleme aldığım sırada yollarda ‘‘Bayram dönüşü klasiği’’ yaşanmıyordu henüz. İnşallah bu yıl zincirleme çarpışmaları falan fazla klasik bulup ultra modern bir dönüş gerçekleştirmek suretiyle sevindirirler bizi.
Hadi hepsine alıştık da... Benim korkum yıllık olağan felaketlere yenilerinin eklenmesi.
Misal, her yıl ocak ayında, Ayondon Fırtınası'nda köprünün halatlarından birinin kopması...
MIŞ-MUŞ
İngiltere'de ‘‘otomobilde seks kılavuzu’’ satışa çıkmış.
Orası İngiltere... Bize önce seksin alfabesi lazım.
İtalya'nın bir Türk'le evli olan yeni büyükelçisi, ‘‘70 milyonun eniştesiyim’’ demiş.
Adamcağız bilmiyor ki biz daha çok ‘‘yenge’’ciyizdir, ‘‘enişte’’den gıcık kaparız.
Eşlerin cinsel fantezi kurması ihanet sayılmıyormuş.
‘‘Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!’’ bu demek herhalde.
Tuba Ünsal, ‘‘Yılmaz Erdoğan ona áşık oldu ve adına film yaptı’’ iddialarına karşılık, ‘‘Bu kadar pahalı aşk olur mu?’’ demiş.
Film biraz daha ucuza çıksaydı inkár etmeyecekti demek.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2004
<B>SEREN Serengil </B>gitti cezaevinde evlendi, biliyorsunuz. Hem de öyle fikir suçlusuyla falan değil, kapkaççı çetesiyle ilişkisi olduğu söylenen biriyle. Üstelik taze koca fantezi müzikle iştigal ediyor. Hani popstar falan olsa neyse... Şimdi, Cengiz İmren'i küçümsediğimi, Seren Serengil'e layık görmediğimi düşünmeyin. Ben, daha doğrusu Türk toplumu olarak biz, Seren'in yalancısıyız. Bugüne kadar verdiği demeçlerden, kendisinin krallara layık biri olduğu kanaatini edinmiştik.
Ağzından ne asil, ne zengin, ne görgülü, ne bilgili olduğundan başka laf çıkmazdı biliyorsunuz. Haliyle şartlanmıştık biz de.
Gerçi kral konusunu tam olarak idrak edememiş olabiliriz. Kral çeşit çeşit oysa... ‘‘Fanteziler kralı’’, ‘‘Kapkaççılar kralı...’’ Olabilir yani.
Anacığı ‘‘Seren diye kızım yok’’ demiş.
Kadıncağız yıllardır lahanadan havyar yapacağım diye uğraştı durdu. Olmuyor işte. Oysa güzelim lahananın nesi var? Eldeki mevcut malzemeye rağmen inat etti.
Oysa Seren'i hiç tanımayan biri bile, İngilizceseverlerin diliyle, ‘‘backround’’una bakıp görebilir ki Seren budur. Piyano çaldırıp bale yaptırmakla genlerle oynanamıyor.
* * *
Ben hiç ayıplamıyorum Seren'i. Hiç de kızmıyorum. Aksine çok takdir ediyorum şu son yaptığını. Hayatının en doğru adımını attı.
‘‘Yeter be! Ben buyum!’’ dedi, kırdı çemberi.
DGM kapısında 8.5 saat beklemeler...
Cezaevine yiyecek giyecek taşımalar...
Hummer cipten, evden barktan, değerli incik boncuktan vazgeçmeler...
Aşk için bunları yapabilen kaç kişi çıkar bu devirde bilmiyorum.
‘‘Cengiz'in şartlarında yaşayacağım bundan böyle’’ demiş.
Kız hakikaten áşık.
‘‘Aşk öldü’’ diye şikáyet edip duran biri olarak şimdi bu kıza sahip çıkmak durumundayım arkadaşlar!
Sinemada seyretseniz benzer olayı -ki artık böylesine filmlerde bile rastlamak zor- dayanamaz alkışlarsınız. Nevin Hanım bile alkışlar. E, ne diye ayıplıyorsunuz şimdi Seren'i?
Ben takdirlerimi sunuyorum doğrusu...
Bravo Seren!
MIŞ-MUŞ
Eczacılık eğitimi 5 yıla çıkıyormuş.
E, haklılar; sırf Solgar'ın vitaminlerini bellemek 1 yıl sürer.
Tayyip Erdoğan, ‘‘Önce karizma, sonra kariyer gelir’’ demiş.
Kariyeri yok, karizması var ya...
Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal, ‘‘Evlenince derslerim düzeldi’’ demiş.
Baktı ki bekárlığında hiç aklından çıkmayan şey o kadar da mühim bir hadise değilmiş.
Tayyip Erdoğan, ‘‘Biraz toprak verebiliriz’’ demiş.
‘‘Tek bir çakıl taşı bile...’’den nerelere geldik Yarab!
Beyoğlu'nda yıkım kararı bekleyen bina çökmüş, 6 kişi ölmüş.
Binaya, ‘‘Kararın eli kulağında, alt tarafı 150 masa daha kaldı imza isteyeceği, bekle biraz!’’ diyen olmamış mı?
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2004
<B>‘‘SEN benim kaç yaşımda olduğumu biliyor musun?’’</B> diye soruyor bazıları gözlerini aça aça... Bilmiyorum. Kaçmış?
Mesela 28, mesela 30, mesela 32.
Vah vah vah!
Bittin sen! Öldü say hatta kendini!
Artık ne umut çıkar ne hayal senin o köhnemiş ruhundan.
Böyle salaklar var. Kusura bakmayın siz de eğer onlardansanız ama...
Bu 30 yaşında ‘‘ununu eleyip eleğini duvara asma’’ psikolojisine girenlere nasıl anlatmalı aslında çocukluktan daha yeni çıktıklarını?
Şair bir laf etmiş, herkesin canına okumuş.
‘‘Yaş 35, yolun yarısı eder
.....
Delikanlılık çağımızdaki cevher
gözünün yaşına bakmadan gider.’’
Uzaktan yakından şiirle ilgisi olmayanlar bile bunu biliyorlar. Yazmışlar akıllarının bir köşesine. İyi bir şey olsa hatırlamazlar da bunu hiç unutmuyorlar.
Cevher gidermiş...
İyi. Otur karaları bağla!
Oysa cevherin falan bir yere gittiği yok arkadaşlar!
Bakmayın siz... Cahit Sıtkı o gün depresif bir günündeymiş. Şair kısmının manik olduğu görülmemiştir zaten. Gerçi var öyleleri de...
‘‘Bakın kuşlar uçuyor
Ağaçlar çiçek açtı
Gönlüm kelebek misali
Çiçeklere konmak istiyor’’ falan diyen...
Fakat şair yerine konulmuyorlar. Zaten dizelerine de kitaplardan ziyade çikletlerde rastlanıyor.
* * *
Diyeceğim arkadaşlar... 35 yaşında üniversiteye başlayıp yeni bir meslek bile edinebilir insan. 39'unda mezunsun. Sonra 25 sene yeni mesleğinle iştigal edebilirsin.
Karamsarlıktan kurtulmanın en iyi yolu durmadan başlangıç yapmak. Habire yeni bir şeylere başlayacaksınız. Şarkıdaki gibi... Yeni bir iş, yeni bir aşk... Bu durumda eskimiş karılarınızı/kocalarınızı atıyorsunuz. Deeermişim.
Neden olmasın? Tazelenmenin en iyi yolu. Zaten yapmadığınız şey değil.
* * *
Netice olarak şu yaşlılık durumunu aşağıya çekmek suretiyle abartmayın lütfen!
Daha 28, 30 yaşındayken artık 18 değilsiniz diye yaşlanma psikolojisine girmeyin! İnsanı sinir etmeyin.
Merak etmeyin, gerçekten yaşlanacağınız günler de gelecektir. O günlere saklayın hayıflanmayı. Hatta o günlerde de ‘‘ihtiyar’’ olmayın, ‘‘genç yaşlı’’ olun bence. Ama ağzınızın içine kaçmış dudaklarınıza çerçeve çizmeye uğraşın da demiyorum.
Neyse canım... Ne anlatmak istediğimi anladınız siz...
MIŞ-MUŞ
Abidin, Firdevs'e áşıkmış.
Skandal bitti, aşk verelim!
*
Metroseksüellik ilişkiyi kurtarıyormuş.
Adamın maniküründen pediküründen zaten ilişkiye vakit kalmadığından...
*
Kuran kursu artıyormuş.
E, bu devirde dans kursu artacak değildi.
*
Boğaz Köprüsü'nün İngiliz kontrol mühendisinin daha önce yaptığı iki köprünün çöktüğü ortaya çıkmış.
Bize uyar.
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2004
<B>‘‘Toplum olarak çabuk unutuyoruz’’</B> deniyor ya... Kabul etmiyorum. Unutan toplum değil, medya. Mesela ben şahsen şu aşağıda sıralayacaklarımı hiç unutmadım. Fakat televizyonda olsun, gazetelerde olsun bunlarla ilgili tek kelime duymak, görmek mümkün değil.
Meraktan çatlıyorum ve soruyorum. Allah rızası için bir arkadaş çıksın aydınlatsın beni. Bakın, komiklik falan aramayın, ciddi ciddi soruyorum.
Turgut Özal'ın her yaz mavi mayosuyla kapısında bacasında görüntülendiği bir ev vardı... Okluk Koyu'nda... O evde şimdi kim ikamet etmektedir?
Çocukluğumuzda Ferruh Bozbeyli adında yakışıklı bir parti lideri vardı... Hayatta mıdır? Hayattaysa neden siyasette ısrarcı olmamıştır?
ABD, Ladin'i bulmaktan umudunu kesmiş midir?
Mehmet Ali Bayar'la Aydın Menderes son olarak hangi partilerde karar kılmışlardır? Gerçi kimsenin takibe yetişmesi mümkün değil ama...
Enver Ören şu anda kimlerin ‘‘Enver Abi’’sidir?
Eski bakanlardan Cahit Aral'ın bir zamanlar içtiği radyasyonlu çay sonradan başına bir iş açmış mıdır?
Kapadokya'da yaşanan Asmalı Konak çılgınlığı bitmiş midir?
Van'ın Gevaş'ında Vizontele Tuuba çılgınlığı başlamış mıdır?
Kenan Evren'in bütün kızlarının kocalarından ayrıldığı söyleniyor, doğru mudur?
Demirel'in Güniz Sokak'taki evi hálá türbe muamelesi görmekte midir?
Siyaset Meydanı'nın gediklisi şişman, çok bilmiş köylü kadına ne olmuştur?
Tansu Çiller, Suna Abla'sından, bir zamanlar üzerine yaptığı malı mülkü geri almış mıdır?
Süpermen tipi pelerinler giyip ‘‘Ben Mehdi'yim’’ diyen eski milletvekili tedavi olmuş mudur?
Oktar Babuna sağlığına kavuşmuş mudur?
O dönemde toplanan kanlardan ilik bankası falan kurulabilmiş midir? O seferberliğin, başka hastalara da faydası olmuş mudur?
Tayyip Erdoğan'ın büyük oğlu (adı neydi?) ve gelini nerede ne yapmaktadırlar? Kendilerine üvey evlat muamelesi yapılıyor; zaten düğünleri de mütevazı olmuştu.
Tansu Çiller'e bir zamanlar hediye edilen minik kuzucukların akıbeti nedir?
12 Eylül'ün beş paşasından Kenan Evren'in ne yaptığını biliyoruz; biri de vefat etmişti galiba... Öteki üç paşanın durumu nedir?
Hüsamettin Cindoruk'a ne olmuştur?
Bir zamanlar Çillerler'e gelin olmasına ramak kalan manken Begüm Özbek nerelerdedir?
Doğan Güreş'in ele avuca sığmaz bir oğlu vardı... Durulmuş mudur, ne olmuştur?
İlhan Kesici halihazırda ne iş
yapmaktadır?
Sevgili Demet...
‘‘Kendimi sevmiyorum’’ demiş Demet Akbağ, Sanem Altan'a.
‘‘Kendimle barışığım derler ya -bu lafı hiç sevmiyorum- ben kendimle barışık değilim.’’
Bugüne kadar böyle harbi laf eden birine rastlamadım. Biz daha çok röportajlarda ‘‘En sevmediğim huyum çok mükemmel oluşum’’ diyenlere alışığız.
Demet'i tebrik ediyorum. Ve diyorum ki, yalnız değilsin Demet'cim. Kimse kendinle barışık değil. Sen bakma kendini beğenmekten çatlayacakmış gibi duranlara... Evde böğüre böğüre ağladıklarından emin olabilirsin.
Aslında sana bir şey diyeyim mi... İçimizde kendinle en barışık olan sensin. Değil mi ki o lafı böyle uluorta söyleyebildin...
‘‘Bu yüzden tiyatroyu, başkaları olmayı seviyorum’’ diyorsun ya... Ayol bütün hayatı boyunca 24 saat başkası olanlardan geçilmiyor ortalık. Psikiyatra bile oynayan var. Fıkra gibi... Psikiyatr yer mi yemez mi bilmiyorum ama biz halk olarak yiyoruz.
Şimdi benim gözüm kulağım sözde hümanistlerde. Bakarsın senden utanıp ve de cesaret alıp aslında kendilerinden başkasını sevmediklerini itiraf ediverirler.
Nasıl ama bendeki hayal gücü?
MIŞ-MUŞ
Bayhan burnuna estetik yaptırmış.Bak işte şimdi popstarlığa daha yakın!
Bush, ‘‘Tanrı şahidimdir, Irak bölünmeyecek’’ demiş.
Bizimki de ‘‘Allah razı olsun’’ demiştir.
Alzheimer'a kardeş bir hastalık keşfedilmiş.
Bunama da seçenekli hale geliyor.
ABD'deki Türk heyetinde bazı kişilerin yasak yerlerde sigara içmesi yüzünden yangın alarmı çalışan otel boşaltılmış, itfaiye gelmiş.
Ziyanı yok; reklamın iyisi kötüsü olmaz.
Eğri bacaklar estetikle sütun gibi oluyormuş.
Kala kala bir ruhumuz kaldı.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2004
<B>‘‘BİR şey olmaz’’</B> demiş Karayolları bilmemnesi.<br> Her yıl hiç aksatmadan Balkanlar'dan kalkıp ziyaretimize gelen kar, bu yıl kıçına fırtınayı da taktığından memleket ABD sonrası Irak'a döndü.
İşte bu arada Boğaz Köprüsü'nün 272 halatından biri de koptu. Karayolları yetkilisinin ‘‘Bir şey olmaz’’ dediği hadise bu. Yani yıkılmazmış köprü.
Demek hiçbir fonksiyonu yokmuş bu kopan halatın. Savruk mühendisler zamanında fuzuli bir halat koymuşlar oraya. Haydan gelen huya gider, o da koptu gitti işte.
Ama Karayolları ciddi bir kurum. Adından da belli zaten. Yoksa Pembeyolları olurdu. Ciddi bir kurum olduğundan ‘‘Zaten bu halat fazlaydı’’ diye yan gelip yatmadı. Kaynakçı çağırdı.
‘‘Usta! Şu bizim köprünün halatı şey oldu, aletini kap gel bakalım bi!’’ demiş midir bilmiyorum ama kaynakçıyla çırağı gelmişler neticede. Gazetede fotoğraflarını gördüm. Biri kaynak yapıyor, öteki de eli cebinde seyrediyordu. Yanlış bilgi vermiş olmayayım belki de o seyreden sırasını bekleyen boyacıydı, bilmiyorum.
Bizim apartmanda da depremde patlayan kolonu sıvayıp boyamışlardı bir güzel. Hálá yıkılmadık, ayaktayız. Gerçi ondan sonra öyle yıkıcı bir deprem görmedik.
Olsun! Köprüden de araç geçmesini yasaklayıverirler olur biter. Üstüne ağırlık binmeyince bir şeycikler olmaz. Zaten üçüncüsü yapılacak yakında. Bu da öyle ilk göz ağrımız olarak ‘‘müze köprü’’ diye durur orada.
Ama biz cesur insanlarız. Bir de Allah koruyor. Vaktiyle Cahit Aral bir bardak radyasyonlu çayı başına dikmişti de bir şey olmamıştı, hatırlarsınız. Şimdi de bir cesaret ‘‘Bakalım kaç halat kopunca köprü çökecek’’i denemek için üzerinde gidip gelmeye devam edebiliriz.
Hayır, ben de bir halatın kopmasıyla -üstelik yetkililerin ifadesiyle ‘‘yanda kalan’’- köprünün çökeceğini iddia etmiyorum. Zaten ne anlarım. Fakat iki böbreğinden ya da iki gözünden birini kaybetmiş olan insan eskisi gibi tam sağlıklı olabilir mi, sorarım size?
Tamam, oran olarak denk düşmedi bu örnek. Peki kırkayağın bir ayağı kopsa, otuzdokuz ayağı kalsa eskisi gibi yürüyebilir mi? Gerçi bilmiyorum nasıl test edeceğiz ama...
Bu köprü mevzuu televizyon tamircilerini hatırlattı bana. Gelirler, açarlar televizyonun arkasını, yaparlar yapacaklarını, kapatırlar... A, ortada iki vida üç bilmemne.
- Bu ne usta?
- Ha, onlar mı, onlar lüzumsuz be ablacım!
Peki neden koymuşlar bunları zamanında oraya?
Bizim tamirci o esnada fabrikada olmadığından tabii.
MIŞ-MUŞ
ABD'de başkanlık seçimini her zaman saçı daha gür olan kazanıyormuş.
Demek burada bir partiye başkan bile edemediğimiz Bedri Baykam orada olsa kapış kapış gidecek.
*
Vergi kaçağı artıyormuş.
Vergi işi havuz problemi gibi oldu.
*
Karın İstanbul'a maliyeti 30 trilyonmuş.
Artık Allah'ın karı bile parayla, görüyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2004
<B>SEVGİLİ Güzin Abla, Lütfen bana cumartesi günü köşenizde yer verdiğiniz mektubun aslında bir kurgu olduğunu söyleyin!
Gerçi böyle bir durumun asla söz konusu olmayacağını biliyorum ama ne olur bir kereye mahsus oluversin!
Eğer bu memlekette hálá böbrek taşı düşürmekle kızlığın bozulabileceğini düşünenler varsa ben buraları terk edeceğim de...
Tamam, ‘‘Öksürdüm, kızlığım bozulmuş mudur?’’ diye soranlar da olmuştu ama o eskidendi. O zamanlar televizyon siyah beyazdı, cep telefonu yoktu, internet nedir bilmezdik falan filan. Yani demek istiyorum ki teknoloji kadar olamadı mı insan kısmı? O ilerledi de biz olduğumuz yerde kaldık mı?
Yalvarırım o mektubun yalan olduğunu söyleyin bana Güzin Abla! Su serpin yanan bağrıma!
* * *
Belki okumayanlar vardır...
Söz konusu mektubu yazan 24 yaşında bir erkek. Bir sevgilisi var. Bu sevgili kendisiyle tanışmadan önce birkaç kez böbrek taşı düşürmüş. Bizimki Güzin Abla'ya soruyor, ‘‘Acaba kızlığı bozulmuş mudur?’’ diye.
Gerçi sonradan beraber olduklarında kızcağızın hafif bir kanaması olmuş ama bizimkini bu hafif kanama tatmin etmemiş. Onun aklı taşta. Taşın kendinden önce davrandığı kanaatinde. Ve bu adam köyden falan değil, mektubundan anlaşıldığına göre büyük bir şehirde yaşıyor.
Aslında adamcağızın kabahati yok. Akıl, fikir, mantık dediğimiz şeyler çanakla önüne getirildi de, ‘‘Ben almiiim’’ mi dedi?
Yoksa yoktur işte!
Fakat merak da yokmuş demek.
Neyse bu vesileyle öğrendi neyin ne olduğunu.
* * *
Kim bilir daha böyle ne cevherler vardır yurdun dört bir yanında...
Mesela bir yerlerde biri bebeğin bağırsakta geliştiğinden hareketle karısına 9 ay def'i haceti yasaklamış olabilir.
Ya da ne bileyim biri kalkıp ‘‘Karım hastalıklı çıktı, ayda bir kanaması oluyor’’ diyebilir.
‘‘Yok artık!’’ demeyin. Her şey olabilir. O mektubu okuduktan sonra birtakım şeylerde sınır olmadığını anladım. O ‘‘birtakım şeyler’’in yerine siz uygun bulduğunuz sıfatları koyun artık, ben kimseye hakaret etmiş olmayayım.
Şimdi şiddetle bu mektubu yazan gençle tanışmak istiyorum. Bakarsınız tanışınca sever, hoşgörürüm. Öyle bir huyum vardır zira benim. Hayır, gitmek istemiyorum buralardan, seviyorum memleketimi... Kalmak için çare arıyorum.
Ve Güzin Abla'ya sabırlar diliyorum. Kim bilir köşesine alamadığı daha ne mektuplar geliyordur böyle...
MIŞ-MUŞ
Türkler 6 ayda bir yeni model cep telefonu alıyormuş.
Gerçi elektrik yok, şarj edemiyoruz ama cesedi yakışıklı olsun hiç olmazsa...
Yeni çağın kadını kusursuz imaj için her türlü acıya katlanıyormuş.
Ona ‘‘yeni çağın kadını’’ değil, ‘‘yeni çağın manyağı’’ denir.
En aşık şoförler kamyon şoförleriymiş.
Verin hepsini kısa yola... Her gece dönsünler o aşık oldukları kadınların yanına... Sonra bir araştırma daha yapın.
Amerikan Monopoly oyununun İslami versiyonu çıkmış.
Yarın Popstar'ın da çıkabilir, ‘‘Müezzinstar.’’
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2004
<B>KORKU </B>filmi gibi... Kar, fırtına ve karanlık.
Hadi fırtınayla karı anladık... Doğaya karşı çıkacak halimiz yok.
Fakat karanlığa ne demeli?
Kar doğal afetse bu da suni afet. Yani bizim eserimiz. İnsanoğlunun... Yani Türk insanının... Bir kere daha sınava tabi tutulduk ve her zamanki gibi sonuç hüsran.
Oysa bekliyorduk... Meteoroloji görevini yapmış, haber vermişti. Fakat beklemekten beklemeye fark var tabii. Bizimki eli kolu bağlı beklemek.
Başımızdakilere sorarsanız plan hazırdı. Günlerdir A planı, B planı deyip duruyorlardı. Demek plan dedikleri buymuş.
‘‘Kar düşer düşmez yollar kapanacak, elektrikler kesilecek, hayat duracak, insanlar evlerinde, arabalarında donarak ölmenin kıyısından dönecekler.’’
Bravo! Plan tıkır tıkır işledi.
* * *
Dünyanın en büyük, en önemli merkezlerinden birinin bir dağ başına dönüşmesini dakika dakika seyrettik perşembe günü. Demek İstanbul'u İstanbul yapan havanın açık olmasıymış. Hava bozdu mu İstanbul falan yok, dağın başı var.
Okula işe, çarşıya pazara doğa isterse gidebiliyoruz. Doğa isterse ısınabiliyor, doğa isterse aydınlanabiliyoruz.
Gerçi ampulü insanoğlu icat etti ama yanıp yanmaması doğaya bağlı işte. Yani bizim buralarda... Yoksa dünyanın başka yerlerinde insanın elinde. Sadece savaştan savaşa kesildiğine göre oralarda... Sahi, savaşacak idiysek birileriyle aradan çıkarsaydık bari.
* * *
İnşallah AB'ye girişimiz bir yaz gününe denk gelir. Hayır şimdiki gibi bir gün olursa karanlıktan göremeyiz nereye girdiğimizi, ona yanarım.
Ben de neye, kime güvendiysem... Her şeyim elektrikli. Bir bardak çay bile içemedim ki hiç olmazsa bardağı tutan elim ısınsın.
A, deli kadın! Avrupa'da mı yaşıyorsun sen?
Tepedekilerin atıp tutmasına, donumuza kadar marka giymemize falan ne aldanıyorsun; bilmiyor musun ki aslında cilalı taş devrinden daha yeni çıkmıştır senin memleketin!
Acaba diyorum, Japonlardan rica etsek... Bizim gibi gözü ileri teknolojide ancak diğer tüm uzuvları, ruhu ve kafası geride olanlar için birtakım icatlarda bulunabilirler mi?
Misal, elektrikle değil de havayla şarj olan bir cep telefonunun çok işimize yarayacağı anlaşıldı.
* * *
Bundan böyle kimse ‘‘İşler yolunda’’ falan demesin sakın! Yemezler.
‘‘Köy yolunda mı?’’ diye sorarlar adama...
Son olarak, Van'ın Bahçesaray İlçesi'nde yaşayan kardeşlerime seslenmek istiyorum.
Ey Bahçesaraylılar! Yalnız değilsiniz.
İstanbul'a kar yağdığını duydunuz mu bilin ki burada şehrinizin ikizi bir şehir hasıl olmuştur.
MIŞ-MUŞ
Bütün kraliyet ailelerinde veliaht olarak kız çocuk dünyaya geliyormuş.
Krallığın doğal yollardan yıkılışı!
Ebru Şallı'ya bebeği daha doğmadan 62 bin dolar kazandırmış.
Bu bir şey değil, daha çocuğun eti, sütü, kılı var sırada.
Almanya'da kadınlar için orgazm makinesi piyasadaymış.
Erkeğe son darbeyi teknoloji vurdu.
Ali Müfit Gürtuna, İstanbul'un karla mücadeleden yenik çıkışını karın gündüz yağışına bağlamış.
Buna da şükür. Gündüzü geceyi işin içine katmadan direkt karın yağmış olmasına da bağlayabilirdi.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2004
Ekonominin düzelmesini isterseniz, kolayı var. Maymun gibi davranacaksınız. Artık ne kadar maymunlaşabilirseniz... Bahçedeki ağaca mı tırmanırsınız... Avizeye asılıp sallanır mısınız...
Bir bakmışsınız ekonomi düzelmiş.
Şaka değil. Başbakan yardımcısının açıklaması var.
‘‘Maymun gibi davranılması durumunda ekonomik olarak rahatlama yaşanacak’’ diyor.
Fakat şükreder misiniz yoksa hevesiniz kursağınızda mı kalır, açıklamayı yapan bizim değil, Singapur'un başbakan yardımcısı. Oralarda bu yıl maymun yılıymış da...
Ben üzüldüm şahsen. Hiç olmazsa çaresi vardı, yapardık maymunluğumuzu, düzeltirdik. Şimdi yine onun bunun eline bakacağız, düzeltiyorlar mı düzeltmiyorlar mı...
Ama düşünce dediğiniz çeşit çeşit... Siz ‘‘Aman beterin beteri varmış, vatandaşından ilaveten bunu da isteyen yöneticiler mevcutmuş şu yeryüzünde’’ diyebilir, başbakan ve bakanlar kurulunu minnetle bağrınıza basabilirsiniz.
Yahut, ‘‘Bundan öte maymunluk da mı varmış?’’ diye meraklanabilirsiniz de tabii.
*
Hiç olmazsa hastalıklarda eşitlik var diyordum. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Az önce öğrendim, zenginle fakirin böbrek taşı farklıymış mesela...
Tıbbi terimlerden anlamam, siz de anlamazsınız... Bizim anlayacağımız, zenginin taşı, vücudu terk ederken zorluk çıkarmamak üzere, düzgün, cilalı, kaygan iken fakirinki moloz cinsindenmiş!
Tabii ki uyduruyorum. Belki de tam tersidir taşların durumu. Belki de fukaraya hiç olmazsa taş hususunda torpil geçilmek suretiyle adalet sağlanmaya çalışılmıştır. Bilmiyoruz. Bildiğimiz, fakirle zenginin kendilerine has böbrek taşlarının olduğu.
Ben esas, hastadan çıkan taşları evirip çeviren, sonra gidip hastanın ekonomik durumunu soruşturan, taşlarla ekonomik durum arasında bağlantı kurmayı akıl eden, bu bağlantıyı herhalde uzunca bir süre takip eden, sonunda yukarıdaki neticeye varan ve nihayet vardığı neticeyi kamuoyuna duyuran doktoru tebrik etmek için yazdım bu yazıyı.
*
Tamam, etini yemiyoruz ama, çok sevimli olduğunu kabul edelim. Gerçi hiç yakından görmedim. Hatta uzaktan görmüşlüğüm de yok, sadece fotoğraflardan biliyorum. Bu sevimlilik bana bilgisayarın bir oyunu da olabilir tabii. Bilgisayar icat edildiğinden beri kimse kendisi değil zira. Photoshop denen hadise domuzlara da uygulanıyor olabilir.
Fakat kim, neden domuzu güzel göstermek istesin? Hiç.
Demek kendiliğinden sevimli hayvancık.
Ve benim bildiğim, insan gibi yüzüne ifade veren tek hayvan. Mimik yapıyor. Ki, hayvan denen yaratık duygularını sadece vücut diliyle anlatır. Kuyruğunu sallar, kulağını diker, pençesini geçirir, şaha kalkar. Öyle kaşının birini kaldırmak, ağzının kenarıyla hafifçe gülümsemek gibi küçük oynama halleri göremezsiniz. Oyunculuk diliyle, hayvanlar için ‘‘rol çalan’’ diyebiliriz.
Fakat işte domuz gülümsüyor. İnanmayan geçtiğimiz salı günü Milliyet'in orta sayfasına baksın.
Bir başka fotoğrafta da şaşkın, üzgün ve endişeli. Bunu teyit içinse çarşamba günkü Vatan'ın orta sayfasına bakacaksınız.
Hadi yüz ifadesi bir yana, uçuk pembe renginden dolayı kendisinden romantik hareketler beklediğimiz domuzun nasıl olup da hastalıklara sebebiyet verdiğini anlamış değilim. Üstelik dünyanın başka hiçbir yerinde hiçbir şeye sebebiyet vermezken...
Diyeceğim suçun tamamını domuza yüklemeyin. Unutmayın ki biz icabında panzehir olarak kabul edilen yoğurttan bile zehirlenmeyi becerebilen bir toplumuz.
*
Bazı insanların evde nasıl davrandıklarını, yakınlarıyla nasıl konuştuklarını çok merak ederim. Doğal hallerini yani...
Aslında benimkine merak denmez. ‘‘Bildiğimi teyit etme isteği’’ demek daha doğru.
Bildiğimse şudur: Ele güne karşı nezaketten kırılan insanları evde tanıyamazsınız. Böyledir genellikle.
Bugünlerde mesela Biz Evleniyoruz'dan Arzu'nun evini gözetlemek istiyorum. Acaba tezimi doğrulayanlardan mıdır kendisi?
Devamlı mütebessim bir yüz...
Herkese hoşgörü...
Bir olgunluk, bir zarafet, bir incelik...
Kibarlıktan her bir kelimeyi eze eze zeytin ezmesine çevirme...
Aslında saraydan çıkmış da yanlışlıkla evlenme evine düşmüş gibi bir haller...
Kimse ona layık değil. Zaten bir prensesin oralarda koca aramaya ihtiyacı olabilir mi? Rica edeceğim yani, kendinize geliniz.
Hakikaten çok istiyorum Arzu'yu gözetlemeyi. Kuş olup penceresine konsam, anlamaya çalışsam hangi saraydan çıktığını... Simit Sarayı mıdır artık...
Acaba diyorum, bizim bilmediğimiz ‘‘Yarışma mafyası’’ diye bir şey mi var? Belki insanları kolundan tutup zorla yarışmaya sokuyor... Neyse elendi de kurtuldu kızcağız.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan çifti Bush'un ikiz kızlarına eşarp götüreceklermiş.
İki de pardösü götürsünler bari.
Balkanlar'dan soğuk hava ve kar gelmiş.
Bakın bu sürpriz oldu!
Yılmaz Erdoğan ‘‘Çok zorlarsanız özel hayatımla ilgili yalan söylerim’’ demiş.
Alá! Bizim de doğruyu aradığımız yok zaten, maksat flaş bir haber olsun.
Bush ‘‘Ortadoğu'yu özgürleştireceğiz’’ demiş.
Bu bir şifre! Aslında ‘‘Bombaları yükledik geliyoruz’’ diyor.
SSK Hastanesi'nde hurda cihazlarla ameliyat yapıldığı ortaya çıkmış.
Kurumun kendisinin hurdası çıkmışken ne bekliyordunuz?
Yazının Devamını Oku