4 Mart 2004
<B>TANIMADIĞINIZ </B>birine küser misiniz?<br> Biz küseriz.
Biz kimiz? Yaptığı iş nedeniyle ‘‘gazetelere çıkanlar’’. Bize kısaca ‘‘ünlü’’ diyebilirsiniz.
Çoğumuz birbirimizle tanışmayız ama aracı vasıtasıyla -ki bu aracı medya oluyor- kavga eder, küser, barışırız. Hatta birliktelik yaşayanlar bile vardır ki bu da ayrı bir mevzu.
Yılmaz Erdoğan'la iki gün öncesine kadar tanışmıyorduk. İki gün önce hem tanıştık hem barıştık. Meğer o bir süredir küsmüş bana.
Peki, tanımadığınız biri hakkında yorum yapar mısınız?
Galiba bunu hepimiz yapıyoruz. Boyunu bosunu bilmemiz yetiyor, huyuna suyuna gerek duymuyoruz. Ben de yaptım nitekim. Bir gün biri Yılmaz Erdoğan'ın ettiği bir lafla ilgili fikrimi sordu, ben de söyledim. Hani şu bakireyle evlenme meselesi, hatırlarsınız...
Zaten hemen hemen her gün başımıza geliyor bu. Mutlaka her gün yorumumuza muhtaç bir ‘‘günün bombası’’ oluyor. Muhabir arkadaşlarımız arayıp ne düşündüğümüzü soruyorlar. Biz de fazla derinine inmeden bir şeyler geveliyoruz işte. Derinine inmiyoruz, çünkü genellikle ne konunun kendisi ne de bizim ağzımızdan çıkanlar Üçüncü Dünya Savaşı'na sebebiyet verecek ehemmiyette oluyor.
İşte o gün de direkt Erdoğan'la değil, erkeklerle ilgili, bugün hálá kimseyi yaralayacağına inanmadığım, esprili olduğunu düşündüğüm bir yorum yaptım.
Ama Erdoğan küsmüş. Benim haberim yok. Kalktım pazar günü ‘‘Bana Birşeyhler Oluyor’’a gittim. Çok da beğendim oyunu. Kulise uğrayıp tebrik etmek istedim oyuncuları. Sıra Erdoğan'a geldiğinde ben tebrik ettim, o sitem etti. Sonra ben izah ettim, o izah etti, ben izah ettim, o izah etti, sevgili Demet Akbağ arada öldü öldü dirildi... Neticede küslüğü gıyabiden vicahiye çevirmeden barıştık.
Şimdi şunu size iletmek boynumun borcu: Yılmaz Erdoğan asla, asla ve de asla ‘‘Ancak bir bakireyle evlenirim’’ dememiş. Hálá aklınızı kurcalıyorsa bu mesele, haberiniz olsun.
***
Erdoğan'ın takıldığı nokta, benim, kendisinin böyle bir lafı etmiş olabileceğine inanmış olmam. Bu konuda en ufak bir tereddüde mahal vermeyecek bir imajı olduğunu düşünüyor demek ki. Ve de ben insan sarrafı olduğuma dair belirtiler veriyorum herhalde. Fakat bunlara rağmen olan oldu işte.
Pazar günkü samimi üzüntüsünü gördükten sonra hakikaten o malum lafı etmediğine inandım Erdoğan'ın. Kendisine topluca haksızlık etmişiz.
Yalnız şunu da söylemeden geçemeyeceğim, hayatına bir kapak kızının girip ötekinin çıkması öyle bir yere koyuyor ki erkeği... Yaptığı işlere bakıyorsunuz, adam zeki... O zaman kadınlara bakışında bir arıza mı var acaba diye düşünüyorsunuz. Ve işte kadınlarla ilgili bir sözü geldiğinde önünüze, ‘‘O böyle laf etmez’’ diyemiyorsunuz. Bu haksızlık, yanlış, önyargı falan ama böyle işte. Maalesef.
Ama bu bana ders oldu. Değil böyle ucunda bir insanı incitme ihtimalinin olması, misal ‘‘Bu yaz pembe modaymış, ne diyorsunuz?’’ diye sorsalar, ‘‘Ne malum? Yıldırım Mayruk'a bir sorayım da ondan sonra...’’ diyeceğim.
MIŞ-MUŞ
İş Kadınları Derneği (TİKAD) kurulmuş.
Toplantılarını ‘‘altın günü’’ne çevirmesinler de...
*
Tayyip Erdoğan, ‘‘Temel Reis'lik Baykal'a değil, bana yakışır’’ demiş.
İsterseniz size bir Popreis yarışması tertipleriz.
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2004
<B>BİR </B>duruş modasıdır gidiyor. ‘‘Duruşunuz nedir?’’
‘‘Durduğum yer...’’
‘‘Duruşum itibarıyla...’’
Mucidi kimdir bilmiyorum. Hangi aralık dilimize pelesenk oldu onun da farkında değilim. Bir tek, önemli biri sayılmak için bir duruş sahibi olmak gerektiğini biliyorum.
Elbet herkesin ister istemez bir duruşu vardır. Buna bir itirazım yok. Benim takıldığım, saç rengi gibi seçilen duruşlar.
Nedir önemli olan?
‘‘Gibi’’ yapmak, parsayı toplamak.
Bunun bilincine varanlar kendilerine şöyle iyisinden bir duruş yapıyorlar.
‘‘Duruş yapılır mı?’’ demeyin. Yapılıyor işte. Önce nasıl bir duruş istediğinize bakacaksınız. Arınmışlık, ermişlik, aşmışlık, olgunluk karışımı bir şey mi istersiniz artık... Size kalmış.
Duruşunuzu belirledikten sonra iş durmaya kalıyor ki zor olan da bu. Zira konuşmalarınız, davranışlarınız, tepkileriniz, seçimleriniz falan bu duruşa uygun olacak.
Hayır, duruş sizin kendi duruşunuz olsa kolay. Fakat ‘‘tasarım duruş’’ söz konusu olduğundan her an açık verme ihtimali var. Ayrıca insan denen yaratık öyle erdemler yumağı da olmadığından... Doğaya aykırı bir iş yapılıyor anlayacağınız. Zorluğu bundan.
Hayat sırf röportaj sorularına cevap vermek olsa kolay. Yedirir durursun. Ama yaşar giderken haliyle duruştan bir sapma oluyor.
Fakat siz şanslısınız yine de. Görmüyorsunuz o sapmaları, yer değiştirmeleri. O sizin duruşuna kurban olduğunuz insanları yakından tanıma şanssızlığına erişen bizler içinse durum facia.
İki duruş arasında gidip gelen gözlerimizin şaşı olma ihtimaline mi yanalım...
Yaşadığımız hayal kırıklığına mı...
Açık açık ‘‘Ayol sen ne numaracısın!’’ diyemediğimize mi...
Sahtekárların habire prim yapmasına mı...
Kendimize onlar gibi fiyakalı bir duruş seçemediğimize mi...
Diyeceğim, kimsenin duruşuna kanmayın. O şahane duruşun arkasında mutlaka bir de o kadar şahane olmayan esas duruş vardır.
Ya da kanın. Birilerine hayranlık duymak, özenmek yaşama sevinci verir insana.
Ama o tasarım duruşlu adamlar, kadınlar koltuk, masa, lamba misali hep vitrinde dursunlar. Önünden geçerken seyredip iç geçirin. Sakın ola alıp eve getirmeye kalkmayın. Işıkların altındaki gibi olmadıklarını görüp yıkılmayın.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan, ‘‘Zam yok kardeşim!’’ demiş.
Zam yok ama üstüne giderseniz dayak var gibi.
*
Bush, Büyük Ortadoğu için tuşa basmış.
Bu defa kime saldıracak acaba?
*
Diyette takım ruhu başarıyı kamçılıyormuş.
‘‘Koyun psikolojisi’’ diyemediklerinden ‘‘takım ruhu’’ demişler.
Yazının Devamını Oku 29 Şubat 2004
<B>BU </B>da ötekiler gibi uzun süreceğe benziyor. <B>‘‘Nöbet’’</B> diyorum ben buna. Ara sıra geliyor işte. Bir zamanlar <B>Süreyya Ayhan </B>tetiklemişti, şimdi de <B>Sibel Kekilli... ‘‘Sebep olma’’ yerine ‘‘Tetikleme’’ demem boşuna değil. Bünyemiz yatkın, canımız da çekiyor... Öyle bir tetiklenmeyi bekleme hali. Çok şükür, Sibel yetişti geldi.
Ahlaklı toplumuzdur vesselam. Bir tek ‘‘ahlak’’ tarifimiz herkesten farklıdır. Çalma, çırpma, dolandırma, kazık atma, kuyusunu kazma falan ahlaksızlığa girmez. Ama kadınlar yamuk yapmayacak. Bir tek o. Onun içindir ki her türlü iş için, misal bir filmde rol almak için bile ikametgáh senedi gibi ‘‘ahlak senedi’’ de istenecek neredeyse kadınlardan. Yakındır muhtarların görevlendirilmesi.
Yeri gelmişken... Afrika'nın bazı yerlerinde olduğu gibi, kızların belli bir yaşa gelince klitorislerinin sünnet edilmesi hadisesini neden kimsenin gündeme getirmediğine çok şaşırmışımdır her zaman.
Ne diyordum... O ‘‘ahlak senedi’’ bizim istediğimiz kadar ‘‘temiz’’ değilse, isterse ağzıyla kuş tutsun... Sibel tuttu işte; ödül alan bir filmde doğru düzgün oyunculuk sergiledi. Ama ı-ıh!.. Daha önce başka filmlerde de rol almış zira.
Nedir o filmler?
Seyretmeye doyamadığımız, kapış kapış satılan, erkek erkeğe toplaşıp bakılan, grup sekslere fon yapılan o malum filmler.
Fakat sırıtarak ‘‘Biz seyirciyiz abi!’’ diyebiliriz tabii. Oyuncuyu götürsünler minibüse bindirip.
Götürülüyor nitekim Sibel. Minibüs yok gerçi ortada ama gönüllü ahlak polisleri olarak biz buradayız.
Sibel daha 23 yaşında. Almanyalar'da ayakta kalabilmek için bir sürü işe girmiş çıkmış, porno film oyunculuğu da onlardan biri... Nihayet övünebileceği bir iş yapmış, yani Altın Ayı Ödülü'nü alan ‘‘Duvara Karşı’’da oynamış. Şimdi bu kızcağızı yerden yere vurmak esas ahlaksızlık değil de nedir?
Neyse ki kızın bu sözde skandal yüzünden önünün açılması ihtimali bir hayli yüksek. Hatta garanti de denebilir. Böylece yapılan haksızlık da telafi edilmiş olur. Yani ‘‘yurdum klasiği’’ ilk defa hayırlara vesile olacak.
Haksızlık deyince... Fatih Akın'a, Meltem Cumbul'a filme yapılan haksızlık da az değil. Sanki zırt pırt ödül alıyoruz da orada burada, bunu da atıverdik bir kenara. Ayol abartacaksanız ödülü abartın! Bizde başarıların arkası öyle çorap söküğü gibi gelmez, bilmez misiniz?
MIŞ-MUŞ
YTP'nin ‘‘tavanı’’ çökmüş.
Neyse, zaten tabanı olmadığından arada preslenen olmamıştır.
Kıbrıs'ta ilerleme yokmuş.
İyi. Aman şaşırtmasınlar bizi!
Fuhuş yaşı 12'ye düşmüş.
Ona öyle denmez, ‘‘Erkek kısmı iyice düştü’’ denir
DYP Lideri Ağar, ‘‘3 Kasım kompleksini üzerimizden attık’’ demiş.
Korkarım sırada ‘‘28 Mart kompleksi’’ var.
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2004
Uzun yaşamanın yolu:<br><br>Kilo ver, düzenli egzersiz yap, sigara içme, sosyalleş, stresi azalt, olumlu biri ol, sırf ot-çöp ye, iyi uyu, düzenli check-up yaptır... Bilim adamlarına karşılık, bunlardan birini bile yerine getirmeye çalışmanın insan ömrünü azalttığını iddia ediyorum.
Mesela düzenli egzersiz yapmak...
Hayatımda böyle tatsız iş görmedim. Günlerin nasıl bir hızla geçtiğini hatırlatması bir yana, ki şöyle oluyor: ‘Ayol ben daha demin yapıp bitirmedim mi bu naneyi!’ diyorum ki meğer dünmüş o. Hadi yeniden...
Son günlerde bir tepki oluştu bende... Burnum düşse eğilip yerden almıyorum. Kibirden değil, egzersiz olur diye...
Olumlu biri olacakmışız. Yani bir sabah yataktan olumlu biri olma kararıyla kalkacaksınız. ‘Bugün terbiyeli kereviz pişireyim’ yahut ‘Kırmızı kazağımı giyeyim’ gibi...
Kilo ver!
Bu hepsinden kolay. Ver deyince veriliyor çünkü. Fakat ben zoru başarmayı sevdiğimden vermiyorum.
Bu arada... Kim bana ‘Kibrit kutusu kadar beyaz peynir’ önerirse, Ezine’ye götürüp tenekeye basacağım kendisini, haberi olsun!
Düzenli check-up yaptır!
Başkasını bilmem ama bu iş benim için tedrici intihar gibi bir şey. Doktorun iki dudağı arasından çıkacak neticeyi beklemek ölüme eş bana göre.
Sosyalleş!
Yani insan içine gir; seni aşağı çekmelerine, hırpalamalarına, üzmelerine, kırmalarına imkán tanı!
Ot, çöp ye!
Peki, yiyelim de o börekler, baklavalar kimin için?
Kim ve ne içindir memleketimdeki bu karbonhidrat yapılanması?
Bu bir imtihan mı? Nefis imtihanı?
Başarılı olunca ne olacak? Ömre bir beş yıl ömür daha katılacak, fakat o da imtihanlısından tabii. Son beş yıl olduğunu bilmediğimizden...
Stresi azalt!
Stres sanki ‘televizyonun sesi’dir. ‘Sesi biraz azaltır mısınız?’ ‘Azaltıyorum efendim.’ Fakat baştan beri anlatmak istediğim üzere öteki şartların hepsi bende strese neden oluyor. Ki çoğunluğun benim durumumda olduğundan eminim.
Şimdi nedir yani o zaman?
Hemen cevaplayayım... İki ucu şeyli değnek. Her durumda gidiciyiz anlayacağınız.
Yalnız ‘İyi uyu!’ tavsiyesi hoşuma gitti. Bunun katsayısı nedir acaba? Ötekilerin sonucunu etkileyecek kadar yüksekse, yırttım demektir.
Bimbo ile himbo
Cinsel sözlük giderek genişliyormuş ancak hálá benim erkekte beğendiğim tarzın adı yok. Neyse... Kadınla yegáne ayrıldığı nokta cinsel organı olan erkeğe ‘Metroseksüel’ dendiğini artık hepimiz biliyoruz. Hırpani kılıklılara ise ‘Retroseksüel’ deniyormuş.
Örnek vermek icap ettiğinde on kişiyi zor toplarsınız metroseksüel erkek için. Zaten kabul de etmiyor çoğu. İçinde seksüel falan geçtiğinden... ‘Heteroseksüel’den bile tırsanı bilirim. Ki bunların da bir adı var. Tırsanların yani. Pomoseksüel. Kaçış yok arkadaşlar! ‘Beni bulaştırmayın bu işlere’ de deseniz ‘seksüel’li bir sıfatınız var işte!
Ne diyordum... Ha, çoğu kabul etmiyor. Mustafa Sarıgül bile ‘Ben metroseksüel değilim, Erzincanlıyım’ dedi biliyorsunuz. Aklıma rahmetli Zenger’in bir anısı geldi. Mesut Yılmaz’ın siyasete atıldığı ilk günlerde Yılmaz’ın memleketi Rize’ye girmişler seçim otobüsüyle... Zenger mikrofonda habire Yılmaz’ı överken, ‘Kaliteli’ demiş bir ara... Kalabalık bir ağızdan bağırmış, ‘Kaliteli değil, Rizeli!’
Uzatmayayım, metroseksüel erkeğe örnek bulmak yorar sizi ama retroseksüel erkek hiç uğraştırmaz. Hatta ‘Denizde kum, Türkiye’de retroseksüel erkek’ denilebilir. Nedeni hem beleş olması, hem de erkekliğe halel getirmemesidir.
İlla ismen örnek istiyorsanız, bulunduğunuz şehrin telefon rehberini açın önünüze... Gözünüzle görmek isterseniz o zaman şehrin meydanında on dakika dikileceksiniz. Önünüzden geçen yirmi kişinin ondokuzu retroseksüeldir. Geriye kalan bir kişi de kadındır zaten.
Bu konuyu esas neden açtım... Bizim de bir sıfatımız var artık. Sözlük kapsamına girmişiz çok şükür! Artık sarışın kadınları otomatikman ‘Aptal’ olarak nitelendiren erkekler bize kısaca ‘Bimbo’ diyecekler. E, tabii hayatta hiçbir şey karşılıksız kalmaz. Bizim de onlara var bir diyeceğimiz...
‘Himbo.’
Yani aklı biraz kıt erkek. Gerçi sözlük ‘Yakışıklı’ da diyor ilaveten ama onu geçiyorum. Aklı kıt adam nasıl yakışıklı olur ki? E, ön yargıysa önyargı... Sarışın kadın aptal oldu da yıllarca... Hem benimki daha kabul edilebilir bir şey. Manálı hiç olmazsa.
MIŞ-MUŞ
Emine Erdoğan siyasete iyice ısınmış.Dört gözle Semra Özal kıvamına gelmesini bekliyoruz.
Erdoğan burcu gereği çekingenmiş.Çekine çekine başbakan oldu, çekinmese ne olacaktı acaba...
Türk bilim adamları mısırın nasıl en iyi patlayacağının formülünü bulmuş.E, öteki bilim adamları gibi ömrü uzatmaya falan çalışmak kolay; esas olan o uzun ömür kış gecelerinde ne yapılacağı, ki bizimkiler bunu düşünmüş çok şükür!
Erdoğan ‘Denktaş’la hasım değil hısımız’ demiş.Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmezmiş, o da başka.
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2004
<B>KALDIĞIM </B>yerden devam ediyorum. Yani Pfizer Global Cinsel Tutum ve Davranışlar Araştırması'nın sonuçlarından... Tabii ki Türklerle ilgili bölümünden... Fakat kadınların yarısına tavsiye etmiyorum bugünkü yazımı. Konu hiç ilgilerini çekmeyebilir zira. Nereden biliyorum... Araştırmadan tabii. Türk kadınının yarısı cinselliği hiç düşünmüyormuş. Ama şu da var: Yeteri kadar seks yapan biri neden oturup düşünsün bir de? Sapık mıdır? Her şeye işte böyle benim gibi iyi tarafından bakacaksınız.
Araştırmanın bir neticesi de kadının ve erkeğin dediğiyle yaptığının birbirini tutmaması. Gerçi araştırmayı yapanlar açıkça ifade etmiyorlar ama benim çıkardığım bu.
Mesela her iki cinste de ön sevişmenin çok önemli olduğunu söyleyenlerin oranı çok yüksek, lakin ‘‘Ön sevişme uzun sürsün mü?’’ sorusuna ‘‘I-ıh’’ demişler. Anlaşılır gibi değil bu med cezirler.
Erkek kısmı bir yandan ‘‘Performans çok gereklidir, ilişkiyi direkt etkiler’’ diyor, bir yandan da performansı sıfır. ‘‘Bir yer var biliyorum/ Epeyce yaklaşmışım duyuyorum/ Yapamıyorum.’’
Durumu bu erkeğin.
***
En çok ‘‘Son bir yılda sekste aktiflik durumu’’na takıldım.
Hiçbir yaş grubunda kadınla erkeğin aktiflik oranı birbirine denk değil. Bakıyorsunuz, erkekler ha bire sevişmiş, kadınlar ha bire dizi seyretmiş.
Başka yaş grubundan kadınlarla sevişmişler diyeceğim, fakat bütün gruplarda kadının cinsel aktivitesi yerlerde. Son bir yılda erkeklerle erkeklerin ilişkisinde bir artış oldu mu ona bakmak lazım belki de.
Bir çarpıcı sonuç da erkek kısmının, o müthiş girişimciliğine rağmen ayda taş çatlasa 4 defa cinsel ilişki kurması. Gerisi, ‘‘Dile vurma’’ şeklinde açıklanabilir.
Araştırmacılar buna ‘‘abartma’’ diyorlar. Kadınlarda da tersine ‘‘saklama’’ eğilimi varmış. Hakikaten öyledir. Erkek kadını evinin kapısına bırakır, ‘‘Götürdüm’’ der; kadın ‘‘götürür’’, ‘‘Bir kahve içtik’’ der. ‘‘Seksten önce mi sonra mı?’’ diye sormak lazım.
***
Bence bu araştırma en çok 70 yaş üzerindekiler için hayırlı olmuş. Zira 70'te işin bitmediği çıkmış ortaya. Cinsel hayat tıkırındaymış. Yalan beyandan çıkmış bir netice bile olsa bu, iadei itibar gibi bir şey oldu onlar için.
Az kalsın atlıyordum... En sevindiğim husus, erkeklerin çok büyük bir kısmı, kendi cinsel tatmininin yanı sıra cinsel ilişki sırasında partneriyle duygusal yakınlaşmaya da önem veriyormuş. Ne diyeyim... Yağmasan da gürle!
MIŞ-MUŞ
Petek Dinçöz, ‘‘Yerine göre giyiniyorum’’ demiş.
Demek giyindiği zamanlar da oluyor.
*
Kar, doğuyu esir almış.
Sayılmaz!
*
AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Kadir Topbaş, ‘‘İlk iş turizm olacak’’ demiş.
İstanbul'un gizli bir turist sorunu olduğunu bilmiyorduk.
*
Ekmek fırınlarının durumu içler acısıymış.
Biz ‘‘yiyiciler’’in durumu nedir, ondan haber verin!
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2004
<B>HAZIR ‘‘Ölü Aşıklar Derneği’’</B>nden <B>‘‘En İyi Aşk Yorumcusu’’</B> ödülünü almışken bir kez daha gireyim şu aşk konusuna. Çoktandır sıtkım sıyrılmıştı. Bir damla kızların boyundan büyük laf etmesinden...<br> Ayol siz ne bileceksiniz... Daha 25 yaşında... O yaşlarda aşk dediğin şey hormon fazlalığı. Nedir kadın-erkek ilişkisinden anlaşılan... Sevişmek. Hormondan boğulurken durumu tartma işine falan girişebilir mi insan?
Sevgilin varsa ‘‘Sevişmek harika, biz devamlı sevişiyoruz, siz de sevişin’’ diyeceksin; yok eğer o sıralar boştaysan aşkın hasretiyle yanıp tutuştuğundan yine aynı şey... ‘‘Sevişmek harika, sevişin.’’ Bir tek ‘‘Biz devamlı sevişiyoruz’’ yerine ‘‘Ben olsam devamlı sevişirdim...’’ O kadar.
Pazarda limon satan çocuk, ticaretle, Türk ekonomisinin gidişatıyla ilgili ahkám kesebilir mi? Tamam, yaptığı bir ticarettir ama ne anlatacak? Söyleyebileceği şudur: ‘‘3 kuruşa alıp 5 kuruşa satıyoruz, Allah'a şükür kazancımız iyidir abi.’’
Oysa işten işe atlayacak, batacak çıkacak, tekrar batacak, işi büyütecek, işi küçültecek, çeki karşılıksız çıkacak, senedi protesto olacak falan ki ona buna akıl verecek hale gelsin.
Kısacası, akıl vermek için tecrübe gerekir. Çok şükür o da bende var. Arkama baktığımda hakikaten kitap yazabilirim. Önüne bakarak yazılmaz bu tip kitaplar.
Diyeceğim, meydanı bana bırakınız!
***
Bu konuda başlı başına bir araştırma şirketi gibi hissediyorum kendimi. Fakat kim takar beni... Bakın kendi gazetem bile ‘‘Nedir durum?’’ diye bana sormak yerine, gitmiş Pfizer Global cinsel bilmem nesinin araştırma sonuçlarını yayımlamış. Gerçi konu aşk değil cinsellik olsun; ikisi etle tırnak gibidir. Birini bilen ötekini de bilir haliyle.
Dünya çapında, 29 ülkede yapılmış araştırma... Ve netice hiçbirimiz için sürpriz değil. Bildiğimizi teyit etmişler araştırmacı arkadaşlar.
Nedir?
‘‘Türk erkeğinde skor iyi lakin performans zayıf.’’
Hemen bir ekleme yapayım, Türk erkeği durumunun farkında olmayıp, tam tersine, performansının yıldızlı pekiyi olduğunu düşünmektedir. Yoksa ne diye 24 saat kadın peşinde koşsun? Kendini bilse, ‘‘Perişan halimi ne kadar az insanın gözüne sokarsam o kadar iyidir’’ deyip oturacak oturduğu yerde...
Türk kadınına gelince...
Ne bekliyorsunuz? Yukarıdaki tabloya bağlı olarak tabii ki ‘‘Az zevk alır, erken vazgeçer’’ çıkmış netice.
N'apsın kadıncağızlar... Her seferinde heves kursakta kalınca, ‘‘Hay senden gelecek hayır Allah'tan gelsin’’ deyip bırakıyorlar işin peşini.
Bitmedi. Perşembeye devam edeceğim. Konu benimdir arkadaşlar, dokunanı yakarım!
MIŞ-MUŞ
Sarışınlar güzellikte, seks hayatında ve zekáda, esmerlerse sadakat ve tutumlulukta öndeymiş.
Genelde esmerlerin ‘‘çocuklarımın annesi’’, sarışınlarınsa ‘‘gönlümün prensesi’’ olmasının nedeni buymuş demek.
***
Gülben Ergen ‘‘Her acı bana müjde oldu’’ demiş.
O ünlü şarkıdaki, dertleri zevk edinen arkadaşımız Gülben Hanım mıydı?
***
Kıbrıs görüşmeleri şen şakrak geçiyormuş.
Eyvah! ‘‘Gülmenin sonu ağlamaktır’’ der annem.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2004
<B>KİM</B> icat etti şu kadının şusu busu şeklindeki programları?<br><br>Oysa ben ne güzel kadınları ikiye ayırmıştım... Bir: Annem gibiler... 20'ye varınca evlenirler, üç çocuk doğururlar, 30 küsur sene káh bahtiyar káh bedbaht geçinip giderler, sonra çantalarında dul maaşı, çay sofralarında kapı komşu, yuvarlanıp giderler.
İki: Benim gibiler... Tarif etmeme gerek yok. Bilirsiniz işte... Kısaca ‘‘Özgür kız’’ diyebiliriz. ‘‘Gel cebime gir’’ demeyin, ‘‘Özgür kız’’ın yaşı olmaz. Aysel Gürel de ‘‘Özgür kız’’ mesela...
Bütün ahkám kesmelerim işte bu iki kadın tipinin versiyonlarından hareketle gerçekleşmekteydi. Meğer 32 bin çeşit kadın varmış.
Ha, bir de ‘‘Hayatımı yazsam roman olur’’ zannederdim bu programlara dadanmadan önce. Oysa ‘‘Küçüktüm ufacıktım, top oynadım acıktım; büyüdüm, bir adam sevdim, o da beni sevdi, sonunda ayrıldık’’... Taş çatlasa anlatabileceğim budur. Yani ne kadar allayıp pullasam, netice olarak özümün başına gelenler bundan ibarettir. Eláleminse bir senesinden dört cilt çıkar.
Hayatında iki bıçaklanma, beş satılma, üç kuma, beş koca, dört tecavüz, iki ensest olmayan programa katılmaya hak kazanamıyor zaten.
‘‘A, yok artık!’’ diye ayağa kalkıyorum seyrederken.
‘‘Film gibi’’ falan diyemeyeceğim olan bitene, böyle film görmedim zira daha...
Enseyi kararttım ben Çetin Bey! Gazetelerin tamamı ‘‘üçüncü sayfa’’ya kesse yetmez bu memlekete.
Kolasına ilaç atacağım
ŞİŞLİ Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'den şikáyetçiyim. Hangi mercie başvuracağımı bilmiyorum yalnız...
Kendisine baktığımda bende daima bir suçluluk duygusu hasıl oluyor. ‘‘Allahım ben neden bu kadar tembelim!’’ diye...
Aslında öteki belediye başkanlarının da birlik olup şikáyet etmeleri lazım. Belediye hizmetlerinin sınırları hususunda vatandaşın gözünü açtığı için...
Fakat mazereti var adamcağızın. Deli. Yoksa 05.00'te mesaiye başlar mı?
Evim Şişli Belediyesi sınırları içerisinde değil, çalıştığım yerler keza... Enerjisinden faydalanamıyorum, ona yanıyorum.
En son yaşlıları servisle sabah namazına götürüp getirdiğini duydum. Hiç yapacak işi kalmadığında amuda kalktığına inanıyorum. Tabii ki Şişli için. Bakıyordur, daha iyiyse bu duruş, bütün Şişlililere yaptıracak...
Bugün saat 12.00'de 30 bin kişi eşliğinde Kurtuluş Meydanı'ndan Şişli Adliyesi karşısındaki yeni seçim bürosuna yürüyecek. Böylece seçim çalışmalarına başlayacak. 5 katlı bir seçim bürosu hazırlatmış, görseniz ABD başkanlığı için yarışacak zannedersiniz. Oysa bizim neyimize yetmez emlakçı bir arkadaşın yazıhanesi...
Ben şahsen tepe sersemi oldum Sarıgül'ün temposundan. Bir gün bir punduna getirip kolasına ilaç atacağım, hiç olmazsa birkaç saat otursun koltuğunda sakin sakin.
MIŞ-MUŞ
Yazın habercisi cemrelerin ilki havaya düşmüş.
Enflasyon gibi, düştüğü anlaşılmıyor.
Galata Kulesi kahvehane oluyormuş.
Buna da şükür! Bilumum kasırlar gibi şerbethane de olabilirdi.
Araştırma sonucunda Türk erkeği için sekste sadece kendini tatminin önemli olduğu ortaya çıkmış.
Ayol hálá mı araştırma? En az, iki kere ikinin dört ettiği kadar şüphe duyulmaz bir gerçek bu!
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2004
Kadın, bakışlarını tuvalet káğıtlarının durduğu raftan kocasına çevirir: 8’li mi 4’lü mü alalım diye soracaktır... Fakat o an... Kadın, tabağındaki eti kesme işini bitirip çatalı ağzına götürürken göz ucuyla kocasına bakar... Fakat o an...
Kadın, almak istediği elbiseyi denemek üzere girdiği kabinden, kabinin önünde beklemekte olan kocasına ‘Yakıştı mı?’ demek üzere çıkar... Fakat o an...
Kadın, elinde şarap kadehi, davetten davete gördüğü tanışlarla geyik yapmaktayken, az ileride aynı işi görmekte olan kocasına çevirir gözlerini... Fakat o an...
Fakat o an ne olur?
Bütün bu kadınların dünya başına yıkılır. Zira kocaları o esnada civardaki bir tazeyle kesişmektedir.
Öyle çok gelir ki kadınların başına bu...
‘O an’dan sonrası artık trajikomik bir durumdur.
Kadın, gördüğünü belli etsin mi etmesin mi...
İki tokat atsın mı...
Yoksa kocasının kıvranmalarını seyredip durumun tadını mı çıkarsın...
Adamın işi daha zor tabii...
Yakalandığının farkında olsun mu olmasın mı...
Bir yandan karısının gönlünü almak, bir yandan da öteki kadının karşısında ‘Karısından korkan adam’ durumuna düşmemek için ne yapsın...
Netice olarak genellikle iki taraf da hiçbir şey olmamış gibi davranma yoluna gider ama bu aşamada dışarıdan biri olarak karı-kocanın mimiklerini seyretmekten daha eğlenceli bir şey yoktur.
Küçük küçük oynarlar.
Ikınır gibi gülümsemeler...
Her saniye anlamı değişen bakışmalar...
Sanki uzun bir konuşmaya başlayacakmış gibi öksürüğümsü sesler çıkarmak suretiyle boğazı temizlemeler...
Oyunculuk açısından öyle zengindir ki karı-kocanın ‘O an’ sonrası sergiledikleri durum... Oyuncu adaylarına sınavlarda sorulması çok yerinde olur bence. Oyna oyna bitmez.
Fakat erkeğin bu ilk şaşkınlık dönemini atlattıktan sonraki hali bende genellikle ağlama isteği uyandırır. Ki bu hal, eşe gereğinden fazla ilgi, sevgi ve şefkat göstermek suretiyle yaltaklanma halidir. Olaya ‘insan’ açısından bakınca çok gücüme gider bu durum.
Gözünü istediğin yere değdirememek...
Değdirdiğinde bunun için birilerinden özür dilemek...
İnsan haklarına aykırı gibi gelir.
Peki herkes saygıyı falan bir kenara bırakıp kaşıyla gözüyle aşna fişne işine mi girişsin?
Katiyen!
Ama şöyle yapılabilir: Kadın kocasının gözlerinde hanidir bir fıldır fıldırlık görüyorsa, ilişkiyi sona erdirebilir. Çünkü artık ok yaydan çıkmıştır. O kesişmelerin arkası çorap söküğü gibi gelecektir. Bilmem sonuna kadar beklemeye gerek var mıdır.
Fakat bu arada ‘Bekára karı boşamak kolaydır’, o da başka...
Hem elálem yatakta yakalayıp da affediyorken...
Herkes yine kendi bildiğini okusun en iyisi.
Oynaşma imkánı verilmeli
‘Biz Evleniyoruz’ evinden evlenen çıkmadı. Gerçi yapımcıların ne yapıp ne edip Tülin’le Caner’i evlendireceğinden emin olabilirsiniz. Maksat reyting bir hafta daha tavan yapsın. Danışıklı dövüş durumları anlayacağınız...
Zaten finalden sonraki hallerini görmüşsünüzdür ikisinin... Hiç de az önce birbirlerini reddetmiş gibi değillerdi. Devamlı bir fingirdeme hali...
Aslında çocuklara biraz oynaşma imkánı verilmeli. Ne o öyle küt diye nikáh... Evde yaşadıkları iki üç ay flört sayılmaz. Kameralardan kaça göçe... Bırakın milyonları, insanın babasının zebella gibi ekran başında oturduğunu bile bile... Olacak iş mi yani?
Hayır çocuklar beraberliğin görüp görebilecekleri en iyi evresini atlamış oluyorlar, ona yanıyorum.
Diyeceğim evlenecek çifte düğünden önce dışarıda hiç olmazsa birkaç ay bir nişanlılık dönemi yaşama imkánı verilmeli.
Danışıklı dövüş falan ama evlenen çıkmaması, bence yarışmayı daha cazip hale getirdi. Yani benim gibi evlilik aleyhtarı olanlar için...
Aslında herkes için daha heyecanlı olabilir yarışmanın düğünsüz de bitebilme ihtimalinin olması.
‘Kim kiminle evlenecek?’in yanına ‘Acaba evlenecekler mi?’ merakının da eklenmesi, programı hastaları için kaymaklı kadayıf durumuna getirebilir.
Evlenecekleri ilk haftalarda belli olan iki kişiyle bir yığın figüranı neden seyredeyim? Sonu baştan belli filmi?..
Ama zaten evlenmekten ziyade şöhret olma arzusuyla oraya gelenlerin, neticede yarışmayı ‘Biz Evlenmiyoruz’a çevirmeleri de olası tabii.
Ne yapmalı... Hem yarışmacıların evlenmeme hakkının olması hem de yarışmanın amacından sapmaması için... Onu da yapımcı firma düşünsün artık. Ben sadece seyirci olarak ‘Evliliğin direkten dönme ihtimalini sevdim’ diyebilirim.
MIŞ-MUŞ
CHP’nin seçim kampanyası için hazırlattığı filmde Baykal Temel Reis, Erdoğan Kabasakal olacakmış.
Mühim olan, ıspanak kim olacak?
Bayhan, Firdevs gibi starlar, basında yer alma açısından Hülya Avşar gibi ünlüleri geride bırakmışlar.
E, balon patlarken ses çıkarır tabii.
2015’te AB’ye tam üyelik kesinmiş.
O zamana kadar AB’nin modası geçecek korkarım.
Sol ittifak seçimlerde CHP’yi zorlayacakmış.
Bir ‘sol klasiği...’ Sadece birbirlerini zorlamak.
Tayyip Erdoğan uzun boyuyla dünyadaki bütün liderlere tepeden bakıyormuş.
E, Allah bir yerden olsun yüzümüzü güldürdü çok şükür!
Yazının Devamını Oku