Pakize Suda

Nabız ölçerim hanım!

20 Mart 2004
Elimden gelse floresan lambayı yasaklarım.<br>‘Nereden çıktı bu şimdi?’ diyeceksiniz. Hemen söyleyeyim, İstanbul-İzmir karayolundan çıktı. Biliyorsunuz her seçim zamanı bizler gazete çalışanları olarak yollara dökülüyoruz. İşimiz havayı koklamak ve size aktarmak. Kimimiz ‘Seçim otobüsü’ndeyiz, kimimiz ‘seçim taksisi’nde, kimimiz ‘Bilinçli seçmen’ peşinde... Bu gidişle yakında nabız tutulacak adam kalmayacak ortada. Herkes nabızcı olunca... Adaylarla anketçi şirketleri de hesaba katarsanız...

Aslında seçime falan gerek yok. Dikkat ettim, bizim vatandaşı sıkıştırıp ağzından laf almak suretiyle vardığımız neticeyle seçim sonuçları üç aşağı beş yukarı birbirine denk oluyor. Hem tasarruf da edilir bir sürü şeyden. Oy pusulası için kimbilir kaç ağaç kesiliyordur mesela... Diyeceğim, açılan sandık sayısı yerine, tutulan nabız sayısı.

*

Fakat neticeyi adaylara nasıl kabul ettireceğiz, o var tabii. Hangi adayla karşılaşsam, ki bugünlerde günde en az beş-altı adaya, arkasında dava arkadaşlarıyla, bakkal çakkal, butik, mandıra artık neresi denk gelirse gezerlerken rastlıyorum.

Ne diyordum... Ha, hangi adayla konuşsam ‘Ben kazanacağım’ diyor. Elbet, kazanacağına inanmasa neden çıksın ortaya... Ama iddialı olmalarının sebebi başka. Daha somut bir şey. Halkın sıcak ilgisi.

Oysa yanıltma konusunda vatandaş olarak üstümüze yoktur. Fakat adaylar uzaydan geldiklerinden bu gerçeği bilmiyorlar zahir. Alkışı, izzet ikramı görünce ‘Tamam, oldu bu iş.’ Alkışlayanlara sorsanız ‘Bu aday hangi partiden?’ diye, bilen çıkmaz oysa.

Ben kendimden biliyorum. Sokakta yolumu kesip öpenlere bakınca şampiyonum zannediyorum hakikaten. Ta ki içlerinden biri başka bir yazarın yazısından bahsedip ‘Çok güzel bir konuya temas etmişsiniz’ diyene kadar.

Kendimden bildiğim bir şey daha var. Ben de her adayı alkışlıyorum. Ne yapayım, hepsinin bal akıyor ağzından. Hani biri de çıkıp ‘Biraz da ben tırtıklayacağım, onun için aday oldum’ dese...

*

Konumuz floresandı değil mi? Lafı hiç bu kadar dolandırdığım olmamıştı.

Ne zamandır kara yolculuğu yapmamıştım. İşte seçim vesilesiyle Bursa antraklı İzmir yolculuğu sırasında içimde bir hüzün, bir hüzün... Hem de anneme doğru gidiyor olmama rağmen.

‘Nedir bu durum?’ diye düşünürken buldum sonunda. Floresan. Evet, yol boyunca ağlamaklı olmamın sebebi floresan.

Kasabalar köyler... Kahveler, lokantalar, benzinciler... Ağaçların gövdeleri... Yüzlerce floresan. Fakat bu ne menem bir şeydir ki etrafı aydınlatırken insanın içini karartır. Altında oturanların yüzü yemyeşil... Hele bazıları pır pır etmez mi durmadan... Hakikaten yasaklamak lazım. ‘Yaşama sevincini yok etme’ tehlikesi taşıdığı gerekçesiyle.

MIŞ-MUŞ

Prof.Dr. Onur Erol, ‘Silikonlu dudakla öpüşülmez’ demiş.

Dudaklar ikiye ayrılır: Öpülesiler, bakılasılar.

Baykal Erdoğan’a, ‘Sevsinler seni’ diye laf atmış.

Seviyorlar zaten, tek başına iktidar yaptılar.

Dürüstlük kadını etkiliyormuş.

Hangi yönde acaba? Malum, erkeğin başkasına aşık olsa da bizimle beraberliğini sürdürenini severiz de...
Yazının Devamını Oku

Kadın seks yaparken örgü örebilir

16 Mart 2004
<B>TÜRKLER </B>seks yaparken bile telefonla konuşuyorlarmış. İnanırım. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır zira. Yani hiçbirini yatakta görmesek de bıraktıkları intiba yukarıdaki iddiayı doğrular nitelikte. Zaten iddia dediğim de iddia değil, ciddi bir araştırmadan çıkan netice.

Pek severim ben bu araştırmaları. Bazı konular var ki araştırmak nereden akıllarına gelir, ne maksatla araştırırlar, neticesinden nasıl yararlanırlar...

Mesela şimdi seks yaparken bile telefonda konuşmaya meraklı oluşumuzdan kim, ne fayda sağlayacak? Ha, telekomünikasyon dünyasına yarayabilir tabii. Belki duruma uygun bir cep telefonu geliştirirler. Artık omuz başına oturtulan bir şey mi olur, yoksa iki göğüs arasına sıkıştırılan mı... Yeter ki mühim konuşmalarımız kesintiye uğramasın.

‘‘N'aber, nerdesin?’’

***

Aslında seks erkekler için çok önem arz ediyormuş gibi görünse de öyle değil. Kadını yatağa atma hevesi başka, seksi sevmek başka. İnsan sevdiği işin hakkını verir. Var mı veren? Vardır belki ama yüzdesine bakmak lazım, kayda değer mi değmez mi?..

Diyeceğim, telefonla konuşmak normaldir. Konuşmayan da kafasından hesap kitap yapıyordur muhakkak. Alacak verecek, çek senet...

Kadın da aynı. Yarın bilmemnereye giderken ne giyeyim diye düşünür.

Fakat bu araştırma bir taraftan da ne maharetli insanlar olduğumuzu koyuyor ortaya. Sakız çiğnerken televizyon seyredemediğimiz çıksaydı daha mı iyiydi?

İnsanoğlunun sınırları sonsuz aslında. Sirklerde görüyoruz... Topun birini ayağında sektirirken öteki beş topu havaya atıp tutuyor, bir yandan da boynunda çember çeviriyor adam. Demek seks esnasında da istese daha neler yapar.

Kadın örgü örebilir mesela. Kitap okuyabilir, günlük jimnastiğini aradan çıkarabilir, tırnaklarını törpüleyebilir... Tabii sonra Haydar Dümen'e mektup yazar, o başka. ‘‘N'aptıysam seksten zevk alamadım Haydar Bey!’’

Haydar
Bey'in nereden aklına gelsin yaptıklarının tırnak törpülemekle örgü örmek olduğu... Her yolu denedi hakikaten zannediyordur.

***

Araştırmadan Türklerin düşmanlarının telefon konuşmalarını merak ettiği sonucu da çıkmış. Bunu da hiç yadırgamadım. Bardağı duvara dayayıp komşuyu dinlemeyi ilk kim akıl etti? Sanmıyorum bir Avrupalı olsun.

Fakat en çok Tarkan'ın telefon konuşmasını dinlemek istemelerine şaşırdım. Tarkan enteresan ne söyleyebilir karşı tarafa? Ne anlatabilir? Kaşında kaç kılı var biliyoruz zaten... Ben şahsen bugünlerde herhangi bir belediye başkan adayının, bir arkadaşıyla veya karısıyla yaptığı telefon konuşmasını daha çok merak ediyorum. O broşürlere sığmayan vizyonlarından ufak bir numune var mıdır acaba?

MIŞ-MUŞ

Kıbrıs'ta bayrak konusunda mutabakata varılmış.

Sondan başa doğru gidecekler demek.

*

Gül, ‘‘İyi kalkış yaptık, Türkiye bundan sonra yere çakılmaz’’ demiş.

Yine de felaket, zira her durumda yere iniş var; kalkış yapan hiçbir şeyin sonsuza kadar havada kalmayacağı malum.

*

Unakıtan, ‘‘Maliyeciler de kediler gibi martta uyumaz’’ demiş.

Böylece maliyecilerin, vatandaşın peşinden ne yapmak için koştuğunu en yetkili ağızdan öğrenmiş olduk.
Yazının Devamını Oku

Yaşama sevincimiz yok ediliyor

14 Mart 2004
<B>EVDE </B>ne kadar tencere tava varsa atın!<br><br>Ha, bir orta boy tencereyi ayırabilirsiniz. Brokoli haşlamak için. Aslında ona da gerek yok, çiğ yenmesi daha faydalı. Robot, mikser türünden aletleri de atın! Neyi neyin içine katıp da karıştıracaksınız ki? Kepek ekmeğiyle beyaz peynirden bulamaç yapacak haliniz yok. Pardon, belki brokolinin püresini yaparsınız. ‘‘Brokoliye taktı’’ demeyin. Takan ben değilim, onlar.

Kek kalıbını falan zaten çoktan atmış olmanız lazım. Atmayan canına susadı herhalde.

Dalga geçtiğime bakmayın, çok sinirliyim. Ve ciddi olarak şikáyetçiyim. AİHM'ye gideceğim. Daha dün gazeteler Türklerin başvuruda açık arayla önde olduğunu yazıyordu. Biraz daha açılsın ara.

Hem benimki öyle ‘‘Pantolonum çamur oldu’’ cinsinden bireysel şikáyet de değil. Herkesi ilgilendiriyor. Gazete okuyan herkesi. Bilmiyorum farkında mısınız, YAŞAMA SEVİNCİMİZ YOK EDİLİYOR.

Hayır, iş artık ‘‘Yaz geldi, zayıflayın, bikini yakışsın’’ ya da ‘‘300 yıl yaşayabilirsiniz’’ türünden sevimli hedefler göstermekten çıktı. Diyorlar ki ‘‘GEBERİYORSUNUZ, HABERİNİZ OLSUN!’’ Bikiniyle 300 yıla boşverebilirsiniz ama buna kayıtsız kalamıyorsunuz tabii.

Böyle moral bozmak görülmemiştir. ‘‘Dün üç tane fındık yemiştim, bugün hangi dokularım öldü acaba?’’ diye kalkıyorum yataktan.

Arkadaşlar, ben bilmek istemiyorum gebermek üzere olduğumu!

Bu ne azaptır... Yiyecek bir şey gördüm mü nereye kaçacağımı bilemiyorum. Sanki bomba ve az sonra patlayacak.

Üzümden kork, pilavdan kork, ekmekten kork, karpuzdan kork... Nedir bu be?

Hele çikolata... Diyeti dahil yılan beslemişiz koynumuzda.

Hayır protesto edeyim, sağlık sayfalarını okumayayım diyorum ama hangi birinden kaçacaksın, öyle çok ki.

Panikten ve kafa karıştırmaktan başka bir işe yarasa hadi bir derece...

Bir de birinin dediği ötekini tutsa...

Mesela, hani her gün bir miktar fındık yemeliydik? Meğer 100 gramı 18 dilim kepekli ekmeğe denkmiş. Ne olacak şimdi?

Beyaz ekmek zehirdi, zinhar ağzımıza koymayacaktık değil mi? Hayır efendim, B vitamini açısından yememiz şartmış.

Daha bunlar gibi neler...

Dilim varmıyor ama her Allah'ın günü bir gazetede ‘‘Ölüyorsunuz’’ diye bağıran doktorlardan şüphe ediyorum. ‘‘Bana gelin’’ demek istiyor olabilirler mi acaba? Sırf Nişantaşı'nda İngiltere'dekinin 100 katı MR merkezi olduğunu duyduktan sonra artık her şey mümkündür gibi geliyor.

Bugün de aksi gibi Tıp Bayramı. Bu yazı pek denk düşmedi. Neyse, felaket tellallığı yapanlar dışındaki bütün doktorlarımızın bayramı kutlu olsun.

MIŞ-MUŞ

Haliç'in dibi görünmüş.

Buna rağmen başkanın sonu göründü.

Erdoğan, ‘‘Çalma devri bitti’’ demiş.

Çalım devri başladı.

Menopoz tarih olacakmış.

Bizim kuşak tarih olmadan yetişse bari.
Yazının Devamını Oku

İlişkiye veriyorlar elektriği...

13 Mart 2004
Kimse evlenmeyince adı Sevda Masalı’na dönüştürülen Biz Evleniyoruz yarışması sayesinde anladık ki hakikaten şarkıdaki gibi sevgi anlaşmak değilmiş. Bir dakika... Konuya girmeden önce... Aslında bu yarışmanın adı ‘Biri Bizi Çatıyor’ olabilir. Hani ‘çöpçatan’dan yola çıkarak... Neyse, dördüncü bölümde bu önerimi dikkate alırlar belki.

Şu anda Türkiye beş koldan yarışıyor. Bir yanda memleketin star açığını kapatmakla kalmayıp, yirmi yıllık stok da sağlayacak olanlar, bir yanda bu aşk meşk yarışması... Eline mikrofon alan herkesin ‘performans’ını merak ediyorum elbet ama oldum olası aşna fişne işlerine her şeyden daha fazla meraklıyımdır.

Fakat bu yarışmadaki, insan haklarına aykırı olduğunu düşündüğüm bir duruma da parmak basmadan geçemeyeceğim.

Şu gül verme sahnesi... Hani erkekler evde kalmasını istedikleri kızlara kırmızı gül veriyorlar... Pardon burada ‘erkek-kadın’ yok. Her ne kadar dekor kostüm ‘Saraydan Kız Aparma’dan ziyade ‘Gecekondudan Bir Kız Sevdim’e uygun düşse de erkekler ‘prens’, kızlar ‘prenses...’

Hiçbir prensten gül alamayıp ortada kalakalan prenseslerin hali hakikaten insan haklarını hatırlatıyor bana. Bakın ilkokullarda kırmızı kurdeleyle taçlandırma işi bile kaldırıldı, çocukların ruh halini etkilediği gerekçesiyle... Bu kızların ruhu ruh değil mi? Bacak kadar çocuklarınki ruh da...

70 milyonun önünde bir becerememişlik hali... Başlar öne eğik... Bir ‘Şans Kapıyı Çalınca’ denen yarışmadaki ‘Kader anı’na bakamazdım bir de bu gül sahnesine bakamıyorum. Yüreğim kaldırmıyor.

Yine nereden nereye geldim. Diyeceğim şuydu: Hakikaten sevgi anlaşmak değilmiş. Evdeki üç erkeğin de çok iyi anlaştığı, kafasının uyuşturucu, beraber vakit geçirmekten hoşlandığı birer kız var yarışmada. Fakat heyhat. Hiçbirinin onlarla evlenmeye niyeti yok. Evlenmek için hiç anlaşamadıkları, iki laf edemedikleri kızları seçtiler. Malum elektrik meselesi... Fakat bu ne menem bir elektriktir ki adamın burnunun dibinde priz dururken ta öteki odadan uzatma kablosuyla gelir, anlamış değilim.

Aslında evlilik konusunda tez hazırlamak isteyenler için laboratuvar gibi vallahi bu ev. Hepimiz anladık nitekim evliliklerin neden yürümediğini... İlişkiye veriyorlar elektriği, veriyorlar elektriği... E, ne kadar dayanır, kömür oluyor.

Adaylara tavsiyeler

Gazetede küçücük bir haber...

ANAP Genel Başkanı Nesrin Nas, İzmir Cumhuriyet Meydanı’nda, yerel seçimler münasebetiyle vatandaşa hitap ederken, bu sırada tüpgazda KDV ve ÖTV oranlarının düşürülmesi için eylem yapan tüpçülere, ‘Tüpçüler Günü’nüz kutlu olsun’ diye seslenmiş.

Demek Tansu Çiller’i aratmayacak. Gerçi kimse Çiller’e yetişemez. Antalyalılara ‘Sevgili Samsunlular’ mı demişti ne...

Ama Nesrin Hanım pek de haksız sayılmaz. Her meslek grubunun bir gününün bulunduğu memlekette tüpçülerin nesi eksik? Fazladan tüpleri var ellerinde. Fakat o esnada iyi ki cenaze arabası geçmiyordu meydandan. Bakmışsınız Nesrin Hanım Azrail’i kutluyor...

Hayır, ‘Bunların hepsi böyle’ diye kadınların adı çıkacak, ona yanıyorum.

Söz Seçim Meydan Muharebesi’nden açılmışken adaylara birkaç naçizane tavsiyem olacak.

1. Habire gülümsemeyiniz!

Zira gülmek millet olarak doğamıza aykırı olduğundan sizinkinin bir imaj gülüşü olduğu hemen anlaşılıyor. Ne yani, bir tek size mi nasip oldu gülücüklü yüz? Yemezler.

2. Sevgi ve barıştan söz etmeyiniz!

Birisi, ‘Sevgi ve barış’ dedi mi, ‘Bunun iş falan göreceği yok, gargara yapıyor’ diye düşünüyoruz. Mesela aday ‘Gel kardeşim elini ver bana’ desin, bize ‘Elini ver kolunu kaptır’ diyormuş gibi geliyor, haberiniz olsun.

3. Bez, plastik, káğıt... Ne olursa olsun afiş, bayrak ve pankart asmayınız!

Bugüne kadar, ipe dizilmiş bayrak sayısı fazla diye hiçbir partinin oy aldığı görülmedi. ‘İlla bir ilki gerçekleştireceğim’ diye uğraşmayınız! Gerçekleşmeyecek zira.

Bir de mutlaka yapmanız gereken bir şey var. Görev süreniz boyunca kaldırımları yenilemeyeceğinize namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin ediniz!

MIŞ-MUŞ

AİHM’e başvuruda Türkler açık arayla öndeymiş.

Elimizde değil, şikáyet geni var bizde... Anne, örtmenim, hákim bey, son olarak AİHM.

CHP ve AKP genel başkanları seçim öncesi meydanlarda proje değil çene yarıştırıyorlarmış.

E, elden ne geliyorsa, o...

Baykal, Erdoğan için ‘Çorba gibi başbakan’ demiş.

Aksi gibi çorba sevilmeyen bir şey değildir.

Erdoğan ‘Cumhur 28 Mart’ta onlara gösterecek’ demiş.

Cumhur’un sağı solu belli olmaz, size de gösterebilir.
Yazının Devamını Oku

İşte kadın!

11 Mart 2004
<B>AYŞEGÜL Porsuk'</B>u hatırlayacaksınız... Hani kocası tarafından, sokak ortasında, herkesin, hatta polislerin gözü önünde 52 yerinden bıçaklanan kadın. Şimdi toparlanmış, geçimini oyuncak satarak temin ediyormuş. Beyoğlu Kaymakamlığı'ndan da yardım alıyormuş. Milliyet Gazetesi yazarları Kadınlar Günü dolayısıyla birkaç ünlü kadına sorular sormuşlar, orada okudum. Mavi beresi, sarı saçlarıyla çok hoş görünüyordu fotoğraflarda.

Ayşegül'ün bir sözü dikkatimi çekti:

‘‘Ruhumdaki yaralar kapanıyor ama vücudumdakiler duruyor.’’

İşte kadın!

Kadının yalansız, dolansız, su katılmamış has hali!

Çok şükür ki henüz içinden geleni değil de söylenmesi gerekeni söylemeyi öğrenmemiş.

Benim tanıdığım kadınların çoğu ‘‘Vücudumdakiler kapanıyor ama ruhumdaki yaralar duruyor’’ derdi. Öyle olduğundan değil, öyle olması gerektiğinden. Onur, şu bu her şeyden önce gelmeli ya... Tıpkı ‘‘Vatan, millet, Sakarya’’ gibi.

Oysa içeride durumlar farklı. Kadınların yüzde 99'u için güzellik her şeyden önemli. Parlak laflarla aksini savunanlar olabilir ama beni inandıramazlar.

Ayşegül kadınların gizli gerçeğini ortaya koymuş işte!

‘‘Aynaya bakamıyorum.’’

Baktıkça o lanet olası günü hatırlamak değil derdi. Vücudundaki izler hoşuna gitmiyor, o izlerle kendini güzel bulmuyor, hepsi bu.

Piyangodan para çıkarsa bütün parayı estetik ameliyata harcayacakmış. ‘‘Başka hiçbir şeye para kalmayacak olsa da ameliyat olurum’’ diyor.

Şimdi ben plastik cerrah olsam derhal bu kadını bedava ameliyat ederdim. Kapılarını açacak bir hastane de bulunur elbet. Zaten çoğu cerrahın kendi kliniği var.

‘‘Parasızlık yüzünden ölüme terk edilen bunca hastanın olduğu memlekette...’’ diye başlayarak beni vicdana, ahlaka, mantığa, artık ne gerekiyorsa her şeye davet edebilirsiniz. Başka bir zaman olsa gelirdim fakat bugün Ayşegül gaz verdi, süzgeci kaldırdım. Ve diyorum ki onun derdi de en az SSK'dan kırık bacağı için platin bekleyen hasta kadar önemlidir. Erkek kısmı bunu anlayamayabilir. Ama kadınlar... Bunu anlamayacak kadın yoktur, kendine çizdiği çerçeve nedeniyle itiraf edemeyecek kadın vardır. Eğitim, kariyer, ideoloji... Hiçbir şey kadının ‘‘Kadınlık hali’’ni yok edemez. Görünüşe aldanmayın.

Bin kere tebrik ediyorum Ayşegül'ü. Bu sahte dünyada samimi kalabildiği için. Gerçi belki de o bunun farkında bile değildir ama böylesi daha güzel. Samimiyeti bile kurgu olanlar var zira.

MIŞ-MUŞ

Sibel Kekilli, ‘‘Beni kredi borcu pornocu yaptı’’ demiş.

Törecileri bilmem ama bankacılar pusuya yatabilir şimdi.

*

Kahve faydalıymış.

Bir son dakika haberi!

*

Popoyu kaldıran külot ve göğsü büyüten sutyenden sonra bacağı ince gösteren çorap çıkmış.

Maksat sürpriz büyük olsun.
Yazının Devamını Oku

‘İnsanlık hali’nin halli...

9 Mart 2004
<B>HER </B>şeyin müsebbibi o.<br> Yağmurda tıkanan trafikten tutun da maçlarda içi çiş dolu pet şişelerin sahaya atılmasına kadar.

Saymayayım şimdi memleketimden manzaraları... Kısaca ‘‘AB'ye doğru mehter takımı adımlarıyla yürüyor olmamızın...’’ diyeyim.

Nedir o?

‘‘İnsanlık hali.’’

Hani şu bildiğimiz, sözlüklerde ‘‘Her insanda görülebilen, olağan karşılanması gereken durum’’ diye tarif edilen ‘‘insanlık hali’’...

Gayet masum değil mi?

Size öyle geliyor. Aslında ‘‘trafik canavarı’’na eş. Bu ikisi kadar kötü bir de ‘‘şeytana uyma’’ durumu var ki o da zaten insanlık hallerinden bir hal oluyor.

Neden?

Yani nedir ‘‘insanlık hali’’nin bu durumu?

Nedir beni bu satırları yazmaya sevk eden şey?

Şudur:

Milletçe ‘‘insanlık hali’’nin kapsamını fazla geniş tuttuğumuz kanaatindeyim. Elimizde hemen hemen ‘‘olağan karşılanmaması gereken’’ bir şey kalmadı.

Her şey ‘‘insanlık hali’’ diye geçiştiriliyor. Neredeyse yasalara konacak; ‘‘İnsanlık hali gereğiyse affet gitsin!’’

Kendinize yandaş bulmanıza bile engel. Başınıza bir iş gelmiş, burnunuzdan soluyarak anlatıyorsunuz, biri sırtınızı sıvazlayıp ‘‘Boşver, insanlık hali, olur böyle şeyler’’ diyor.

Yok yav!

Başka memlekette tazminat alırsınız oysa. Burada karşınıza kapı gibi ‘‘insanlık hali’’ engeli çıkıyor.

Bir insan biz miyiz?

Dünyanın başka yerlerinde yaşayanların halleri yok mudur?

Hakikaten bizi dertten derde salan şeyin ‘‘insanlık hali’’ denen kılıf olduğunu düşünüyorum.

Ne kadar ‘‘insanlık hali’’ o kadar geri kalmışlık!

Medeniyetin tek şartı var, o da ‘‘insanlık hali’’ni en aza indirmek!

* * *

Şu anda kendimi emekli huysuz ihtiyarlara benzetiyorum. Onlar da böyle oturdukları yerde bir şey tuttururlar. Misal, ‘‘Bu memleket açık bırakılan musluklar yüzünden batıyor’’ gibi.

Evdekilerin canına okurlar, konudan komşudan imza toplarlar, oraya buraya dilekçeler yazarlar... İşi, iki kişinin Taksim Meydanı'nda sallandırılması gerektiğine kadar götüren vardır. Ben o kadar ileri gideceğimi sanmıyorum ama taktım işte... Sağa sola ‘‘İnsanlık hali'nin halli’’ diye başlayan dilekçeler yazma niyetindeyim. Sizden başladım nitekim.

Hemen belirteyim, hiç de umutsuz değilim. Zira toplumda meselenin halli yönünde büyük bir çaba görmekteyim. Hatta yüzde ellisi halloldu bile. ‘‘İnsanlık hali’’nin ‘‘insanlık’’ kısmı toptan ortadan kalktı gibi bir şey.


MIŞ-MUŞ

Yağmur geliyormuş.

Gökyüzü tadilat nedeniyle bütün malları arka arkaya elden çıkarıyor.

AB ülkeleriyle mukayese edince, mutsuzmuşuz.

Aç ayı oynamaz!

Çapkın erkekler için ses efektli cep telefonu geliştirilmiş.

Yazar-çizer takımından sonra teknoloji de kadın-erkek ilişkilerinin hizmetinde!
Yazının Devamını Oku

Oturak mevzuu

7 Mart 2004
<B>KADINLAR </B>Günü de nihayet Sevgililer Günü kıvamına geldi. Zaten ne zamandır bekliyordum bunu, bu seneye kısmetmiş. Birkaç gündür gazeteleri görüyorsunuzdur...

‘‘8 Mart kadınları şımartma günü.’’

Bir reklamda da pembe dudak izi var. Korkmayın yani... Günün mana ve ehemmiyetine binaen ayaklanma falan yok. Kadınların istediği iki çiçek, bir öpücük. Bu kadar.

Dudaklı reklam bir banka kartı reklamı. İşte, demek hayırlısıyla bugün de hediyelere vesile bir gün oldu. Kartınızı kapıp gelin, hediyenizi alın! Artık jartiyer mi olur... Kadınına göre.

Sevindim ben. Zaten ne işe yaradığı belli değildi, hiç olmazsa hediyemizi alır otururuz. Hem ben bir türlü Sevgililer Günü'yle Anneler Günü kapsamına giremediğimden... 8 Mart kategorize etmiyor bari kadını.

Yani böyle düşünüyordum, lakin pek uzun sürmedi. Ağzını hayırlara açmaya adeta yeminli olan kardeşim, ne günü olursa olsun yine de hediye için bir erkek gerektiği fikrini attı ortaya.

Düşününce haklı. ‘‘Kadınları şımartma günü’’ olduğuna göre... Şimdi misal iki kız kardeş birbirimizi şımartsak olmaz. Düğünde kız kıza dans etmek gibi bir şey. Hem sonra kadın dediğin başka kadından ötürü şımarmaz, ancak ondan gıcık kapar.

Neyse, Allah'tan ümit kesilmez. Bakarsınız seneye bir başka biçim verilir güne, ucu bana kesin dokunuş yapar.

Ama işte ancak bana... Daha ötesi için ümidim yok. Yani Güldünya'ların dünyasına gitmez. Oralarda o erkekler topluluğu olduktan sonra... Her gün Kadınlar Günü olsa nafile. Seminerler, eğitimler falan tekamül etmişler için. Ne idiği belirsiz yaratığa ‘‘Kızını, bacını öldürme!’’ desen, ne anlayacak. Onun için Güldünya'lara gün mün olmaz.

Diyeceğim, eğitim falan hepsi beylik laflar olarak kalmaya mahkûm. Evrim geçirecekler, ondan sonra... Şimdilik el, ayak, ağız, burun tamam. Gerisi henüz tekamül etmedi. Sabredeceksiniz birkaç asır...

İşin kötü yanı, öyle şark ekspresine binip gitmenize gerek yok. Televizyon programında, milyonların gözü önünde kendine eş seçecek kadar medeni olanların bile hali ortada. Az önce o medeni erkeklerden biri gelin adaylarından birine ‘‘Çok oturaklı bir bayansınız’’ diye iltifat ediyordu.

Dondurma kıvamındaki Tülin'i de halkın bu kadar sevmesinin nedeni aynı. Oturaklı olması.

Erkek milleti oturak meraklısı. Evde oturaklı bir bayan, dışarıda ise oturak álemi. Gerisi fasa fiso.

MIŞ-MUŞ

Kadınlar depreme banyoda, erkekler yatak odasında yakalanmaktan korkuyormuş.

Bilinçaltında foyaların ortaya çıkması var.

Fırıncılarımız Dünya Fırıncılar Şampiyonası'nda bile gramajı tutturamamış.

Hiç olmazsa tutturamamanın tutarlılığı var.

Tıp, insan ömrünü 300 yıla uzatacakmış.

Bir yandan da dünyanın ömrünü azaltıyoruz, bu ne yaman çelişki anne!
Yazının Devamını Oku

Delidir, ne yapsa yeridir

6 Mart 2004
Bunu da anlatayım da artık benden ‘‘normal’’ olarak nitelendirilen insanlardan beklediğiniz tutum ve davranışları beklemeyin. Bebek yokuşundan inmekteydim. Yaya olarak. Bilenler bilir, mobilya ve aksesuvar satılan dükkánlar sıraya dizilmişlerdir yokuşta. Zaman zaman hepsine girer, her şeyi eller, ‘‘Bu kaça?’’ diye sorar çıkarım. Daha bir mum olsun almışlığım yoktur. Tüketicinin böyle dirençlisi görülmemiştir. Yani arkamdan düşündükleri budur herhalde.

Oysa dirençten değil, korkudan. Eve bir vazo daha koyarsam maliye ‘‘Vergi levhanız nerede?’’ diye kapıyı çalacak. Dükkána çevirmediğime bilmem inanırlar mı evdeki o tıka basalığa bakıp da.

Uzatmayayım işte yine müfettiş misali dükkánlara girip çıkarken bir apartmanın bahçesi dikkatimi çekti. Adeta cennetten bir köşe. Gerçi cennetin nasıl bir yer olduğunu bilen yok ama tahminlerimiz yeşillik yönünden bir sıkıntı çekilmeyeceği yolunda.

Cennet gibi bahçeyi seyrederken, bahçeye bakan dairenin cennetin kapalı mekánı gibi bir görüntü arz ettiğini fark ettim. Ve birden buranın bir ‘‘çiçekçi dairesi’’ olduğu kanaati uyandı bende.

Artık dükkánların çoğu dairelere taşındı biliyorsunuz. Öyle uluorta pazarlanmıyor mallar. Kapıyı çalıp giriyorsunuz. Göz doktoru tabelası iriliğinde tabelalar falan da yok. Küçük, kibar, görünmez. Hatta hiç yok. Bilen gelsin durumu.

‘‘İşte bu da butik çiçekçi’’ dedim, çaldım kapıyı.

Oranın bir çiçekçi olmadığını lafın gelişinden anlamışsınızdır. Evet, bir ofismiş kapısını çaldığım yer. Ünlü makyör Mehmet Yıldırım'ın ofisi.

‘‘Hoşgeldiniz Pakize Hanım’’ dedi beni görünce. Fakat ben ondan önce, ‘‘Burası çiçekçi mi?’’ diye sormuş bulundum.

Aslında benim anlatmamın bir esprisi yok. Mehmet Yıldırım'ın anlatması daha uygun olur. Zaten orada burada ‘‘Kadın deli midir nedir, kapıyı çaldı, 'Burası çiçekçi mi?' dedi’’ diyor olabilir.

Penceresinde üç tane saksı duran çiçekçi gördünüz mü hiç? Görmemişsinizdir. Ama ev ve işyeri çoktur değil mi?

Peki o halde neden çaldım ben o kapıyı?

Ah bir bilsem!

‘‘Bir siz kaldınız makyaj yapmadığımız’’ dedi, boyadığı ünlülerin fotoğraflarını gösterirken. Gideceğim bir gün. Şu utanmam geçsin de.


Bize bilimkadını lazım


‘‘KENDİNİZE Müslüman.’’

Sanki bilimadamları için söylenmiş. Ha bire erkekler için uğraşıyorlar.

Adı üstünde... ‘‘Bilimadamı.’’ Cinsiyeti var yani. Niyetleri baştan bozuk. Yoksa ‘‘Bilimci’’ falan derlerdi.

‘‘Bilimadamı’’ olunca önce can, sonra canan tabii.

En son kısırlıklarına çare bulmuşlar. Bundan böyle tek bir canlı spermi olan erkeğin bile baba olması sağlanacakmış.

Tamam, epeydir kadınların da kısırlık sorunu kalmadı, türlü yöntem var... Fakat bunu da ilk, sorun kendisinde zannedilmesin diye bir bilimadamının can havliyle geliştirip karısına uyguladığına inanıyorum.

Kimse o, kökenini bir araştırın, Anadolu'ya dayandığını göreceksiniz. Kısır belleneceğine icatta bulunmuştur ki bunun bizim insanımız için ne zor olduğu hepimizce malûm. Benim bildiğim yoğurttan ayran yapmanın dışında bir şey akıl etmişliğimiz yok.

Neyse konuyu saptırmayayım. Doktora gitmeyi bile reddeder erkek kısmı. Sonunda eline kapı gibi ‘‘Kısır değildir’’ raporu verileceğinden emin olsa bile... Doğurtganlığını test etmek ha! Hangi çılgın buna cesaret edecekmiş şaşarım!

Şimdi de nasıl olacak bilmiyorum. Yani kısırlık tarihe karışıyor tamam da nasıl gidecekler tedaviye şuna buna?

Asla ‘‘Bu çocuğu yardım alarak yaptı’’ dedirtmezler kendilerine. Zaten doktora ‘‘Ne olur sorunun sırf bende olduğunu söylemeyin’’ diyorlarmış. E, evlilik dediğin paylaşım tabii. Kısırlığı da paylaşacaksın. Hatta kocasını seven kadın tamamını yüklenir. Bir evde aynı adamın kısırlığını yüklenen üç kadına da rastlayabilirsiniz Anadolu'da.

Kısırlık olayından önce de kalktılar kendilerine Viagra'yı yaptılar biliyorsunuz. Oysa kadının orgazm sorunu erkeğin ereksiyon sorunundan daha büyük. Fakat bu konudaki çözümsüzlüğün Kıbrıs meselesine denk olmasında kadınların da payı var tabii. Ha bire numara yaparsan, erkek ne bilecek... Derdini söylemeyen derman bulamaz! Kadın kısmı da bulamıyor nitekim. Oyunculuğu gelişti bu sayede, o kadar.

Erkekse asla kaderine razı olmaz. Bakalım şimdi sırada hangi sorunun halli var... Mesela ‘‘Erkeğin sağ ayak başparmağının da seksten yeterince zevk almasının sağlanması’’ olabilir. Bize acilen ‘‘Bilimkadını’’ lazım.


MIŞ-MUŞ


Kaddafi artık ABD'nin dostuymuş.Bir tek kavgalı karıyla kocanın arasına girilmez diye bilirdik, bu da aklımızda bulunsun.

Erdoğan'ın maaşı Blair'in 5'te biriymiş.Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir İngiltere'nin kaçta kaçı?

İstanbul Valisi'yle Emniyet Müdürü dekolte giysili mankenlere bakmamışlar.Ayol insan mevkii bir yana koyup insaniyet namına bakar!

Başbakan 5.8 milyarlık maaşını tartışmaya açmış.Tartışırız da arkadan ticaretten gelen miktarı da açacak mı acaba tartışmaya?
Yazının Devamını Oku