15 Mayıs 2004
Gezilesi mevsim geldi yine. Fakat bir yandan bağlasalar duramazmışım gibiyken, öte yandan kalkıp gidebilene aşk olsun! En sevdiğim ekler seyahat ekleri şimdi. Kalkmasam da gitmesem de orada gidilecek bir yer var uzakta. Bu bile yetiyor.
Böyle sürer gider bu. Ta yatılası mevsime kadar. Ki o da pek fena değildir. Kış yani. Yatmanın dayanılmaz hafifliği... Ayılar çok güzel çözmüşler bu işi. Kış başında bir yatıyorlar, yatış o yatış. Yılanlar deseniz keza.
Hayvanlar alemi müthiş zaten. Kuşların yaptığını hangi insan yapabiliyor mesela. Havaya göre oradan oraya pırrr...
Nereden anlarlar havanın bozacağını... Hem de bizim deyimimizle ‘kuş beyinli’ yaratıklar olarak. Biz ‘insan beyinli’ler, elimizde kapı gibi hava raporuyla, hangi gün saat kaçta kar yağacağını bile bile yolumuzu açıp işimize gidemezken...
İnsan düşünen hayvanmış!
Hani bazılarına bakınca düşünmeseymiş daha iyi olurmuş diyorum. Şu Iraklı esirlere işkence yapan ABD’li askerler mesela... Hayvan olsalardı keşke. Ben, insana planlı programlı kötülük eden hayvana rastlamadım daha.
‘İnsanlık’ denen şey hayvanlarda var asıl.
Özgürlük de onlarda.
Sadakat, tutarlılık...
Güzeli de bol üstelik.
Çok da komikler ayrıca. Döne döne kendi kuyruğunu kovalayan kedi mesela...
Okuma yazmaları yok bir tek. İyilikleri oradan geliyor olabilir bak! Okuya yaza Nirvana’ya varmış birini gördünüz mü hiç? Ben görmedim.
Diyeceğim, hayvan olmak varmış şu dünyada. İnsanoğluna akıl fikir verilmek suretiyle en büyük ceza da verilmiş bir yandan. Çalış didin, üzül, kırıl, mücadele et, dövüş, hesap ver... Netice. ‘Bir adet orta boy mevsim meyvesi.’ Ayol, hayvan dediğiniz dalından yiyor onu taptaze... E, ne anladım ben bu işten?
Üstünü çizemiyorsan altını çizeceksin
Çocukluğumuzda önümüzden geçen, misal kırmızı arabaları sayardık. Sayardık da neticede ne olurdu hatırlamıyorum. Gelin arabalarını sayardık bir de. Üç tane olursa gün içinde uğur demekti.
Alışkanlık olmuş demek ki. Ya da çocukluğum depreşti. Kelleri saymaya kalktım geçen gün. Fakat bir süre sonra vazgeçtim. Öyle çok ki... Saçının önü ya da tepesi açılmış adam kalmamış. Hepsi tamamen kazıtmış. Demek ‘Madem öyle, işte böyle’ dediler.
Arkasını uzat önüne tara; önündeki üç teli arkaya yatır... Olmuyordu bir türlü. Aklınla bin yaşasın, kim kazıttıysa ilk, arkası çorap söküğü gibi geldi. Kafası parlamayanlar azınlıkta artık.
Her zaman söylerim, üstünü çizemediğin hadisenin altını çizeceksin!
Fakat iyi hoş da ‘Takke düştü, kel göründü’ hesabı saçın altından çıkan her kafa da kafa değil. Kafadan ziyade armudu andıranı var, aşı yüzü görmemiş ayvaya benzeyeni var... İyi durmuyor tabii o zaman saçsızlık. Ama hangi devirde yaşıyoruz... Yakında silikon takviyesiyle kafaya istenilen şekli verirler görürsünüz. ‘Benim Kafam Güzel Ya Seninki?’ diye kitabını bile yazan çıkar.
Ben esas erkek çocuk doğurmuş olan taze annelere seslenmek istiyorum.
Çocuğunuzu hep sırtüstü yatırmayın!
Hep sağa ya da hep sola da... Biraz öyle, biraz böyle. Gerçi belki kafa şekli de el ayak gibi, bizim dışımızda olacağına varıyordur sonunda, ama yine de siz yanlış yatırarak ilave tuhaflıklara neden olmayın!
Bakın bu önemli konuya parmak basmak da yine bana nasip oldu. Bir çiş bezidir tutturdular... Çocuk için başka laf eden yok. Benden başka kimse düşünmüyor işte 35 yaşına gelip de kel olduğunda çocuğun kafasının nasıl görüneceğini.
MIŞ-MUŞ
AB; Türkiye’ye ‘Bizdensin’ demiş.
Üsluba bakılırsa birlik beraberlik sağlanmış hakikaten.
Çıkık elmacık kemikli erkekler daha seksiymiş.
Bir elinde mezura bir elinde ayna!
Meksika’da UFO’lar askeri uçağı taciz etmiş.
Onların hakkından bir tek bizim köylüler gelebiliyor zaten.
Porche kullanan erkekler karısını aldatıyormuş.
Hiç olmazsa mazeretleri var.
Yeni üretilen bikiniler sayesinde kadınlar iz derdi olmadan bronzlaşabileceklermiş.
Bu hayati soruna da çare bulundu çok şükür.
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2004
Nazan Özdemir
Ağaç kesmeyenlere teşekkür etmek istediğimi anlattığım yazıyla ilgili diyor ki Nazan Özdemir: ‘Ben uzun zamandır İsviçre’de yaşayan bir okurunuzum. Sanılanın aksine burada da güzelim ağaçları gözlerini kırpmadan keserler.’
Şimdi buna sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Bir yandan bu konularda tek duyarsız ülke biz değilmişiz, bir yandan da güzelim ağaçlara dünyanın hiçbir yerinde yaşama hakkı yok ha!
*
Nihat Pulak
Bundan üç sene önce sizinkine benzer bir sorunu ben de yaşadım apartman komşularımla. Üç ağacı yerle bir etmelerine mani olamadım maalesef. Üzüntümü yazmıştım hatta hatırlarsanız... Hálá aram yok komşularımla. Neyse ağaçlardan biri dişli çıktı, onlara inat yaşıyor çok şükür.
*
Muammer Kaylan
‘Amerika’da yayınlanacak bir kitapta 3 Kasım 2003 seçimlerinden önce Hürriyet’te yayımlanan çarşafla ilgili yazınızdan bazı notları isminizi vererek belirtmek istiyorum. Bu konuda izninizi rica ederim.’
Memmuniyetle Sayın Kaylan da... Çarşafla ilgili de mi yazmışım ben? Vallahi hatırlamıyorum. İnsan can havliyle her şeye saldırıyor demek... Çarşaf ha?!
*
Ata Eylem Aksoy
‘İyi ki varsınız. Siz eminim ki değişik konularla ilgili ciddi göndermeler dolu ama mizahi tonda etkili ve güzel Türkçeli yazılarınızla bizi derinden düşündürerek gülümsetmeye ve içinde yaşadığımız bu zor hayatı kolaylaştırmaya, daha katlanılır kılmaya devam edeceksiniz. Sizi o kadar çok seven, okuyan, beğenen var ki...’
Lay lay lom, trinam trinom, fıyyyt. (Sahi ıslık sesi yazıyla nasıl ifade edilirdi?)
*
Derya Pınar Sağlam
Evet, bazı yazılarımın Can Yücel imzasıyla internette dolaştığını daha önce de duymuştum. Hatta bu konuda bir yazı da yazmıştım. ‘Şeref duyarım bu yakıştırmadan’ demiştim, hálá da aynı şekilde düşünüyorum. Başka ne yapabilirim?
*
Ali
‘Belki ne aláká diyeceksin ama merak işte... En son ne zaman belediye otobüsüne bindin? Ya da belediye otobüslerini kullanır mısın? Merak işte... Yazarsan sevinirim.’
Kullanırım tabii. Taksim-Sarıyer hattında çalışıyorum zaten. Bir gün denk gelirsin belki.
İkinci soruna evet demekle otomatikman birinciye de evet demiş oldum di mi? Hadi akbilin bol olsun Ali’cim.
*
Leyla
‘Biz on gün önce 11.5 yaşındaki köpeğimizi kaybettik (...) Acımızı anlatmak mümkün değil (...) İnsan yine de ‘Hayvanlar öldüklerinde nereye giderler’ diye düşünüyor. Diyanet’in sitesine de yazdık ama sanırım ‘Deli bunlar’ diye düşünüp cevap bile vermediler. Sayın Mehmet Nuri Yılmaz’a da faks çektik ama sanırım gelen faksları yoğun olduğu için henüz cevaplayamadılar.’
Diyanet’ten ve Sayın Yılmaz’dan sonra ahiret işlerine en yakın üçüncü kişi olarak beni seçmeniz çok hoşuma gitti. Demek kendime ‘imaj zengini’ derken yanılmamışım. Sorunuza Allah’ın izniyle cevap veriyorum: Siz de benim gibi kafayı sıyırmışsınız hanımefendi. Bu, bir. İkincisi ‘eşekler cenneti’ diye bir şey duymuştum, sanıyorum diğer hayvanlar için de vardır. Müsterih olunuz.
MIŞ-MUŞ
8 milyon kadın idrarını tutamıyormuş.
Çenesini tutamayanların yanında hiç kalır.
*
Baykal, ‘Bunlar gitmeye niyetli’ demiş.
İyi de onlardan sonra gelmeye niyetli olan yok.
*
Erdoğan ‘Dört kez aldatıldım’ demiş.
Siz yine de sayabilmişsiniz; vatandaş sayamadı elli yıldır.
Yazının Devamını Oku 11 Mayıs 2004
<B>ANNEM</B> İzmir’den teessüflerini bildirdi. Anneler Günü’nde kendisini hayal kırıklığına uğratmışım. Günün máná ve ehemmiyetine değineceğim yerde kalkmış alakasız bir konuya el atmışım pazar günü. ‘Anacığım’ dedim, ‘Bu köşeyi edineli beri yedinci Anneler Günü... Hadi Kıbrıs meselesi olsa neyse... Annan’ı var, referandumu var, inadı var, tıkanması var... Anneler Günü dediğinse sabit bir hadise. Yedinci senede artık hakkında söyleyecek bir sözüm kalmadı vallahi.’
Fakat kimin annesi tabii... İtiraz eden taş olur. Kadın-erkek konusunu açtı. Peki nasıl olup da dünya kurulduğundan beri aynı olan kadın-erkek ilişkisi hakkında 770 kere söyleyecek söz bulabilmişim.
Anneme sorarsanız esas kısır olan konu budur. Kısırlığı da mahremiyetinden gelir biraz. Öyle uluorta konuşulmaz. ‘Hamile olduğumuzdan bile doğurduğumuzda haberdar olurdu büyüklerimiz’ der her zaman.
Bu sefer de dedi ve son noktayı koymadan önce lafı Emin Çölaşan’a getirdi. ‘Sen bir tek gün Emin Çölaşan’ın eşinden bahsettiğini gördün mü?’
Ve telefonu kapattı.
Katillere bile savunma hakkı veriyorlar. Allah’tan şu köşe var yani...
Fakat her şey bir yana, köşe yazıları konusunda annemin hakkını teslim etmek lazım. Sıkıyönetim zamanlarında gazeteleri denetleme işini kendisine vermemeleri memleket için büyük kayıptır. Gerçi asker değil ama fahri olarak alnının akıyla altından kalkardı bu işin, eminim.
Gelelim telefonda veremediğim cevaba...
Anacığım,
Biz birbirimizin alanına girmiyoruz. Sen de benim misal Melih Gökçek hakkında iki satır yazdığımı gördün mü hiç?
Şu anda ne dediğini duyar gibi oluyorum... ‘Sanki yapabilirdin de yapmadın!’
***
Aslında Anneler Günü için bugün bir şeyler yazmaktı benim planım.
Neden iki gün gecikmeli?
Sırf, ‘Geçmiş Anneler Günü’nüz kutlu olsun’ diyebilmek için. Her zaman heves etmişimdir. Hani bir ay sonra geçmiş bayramınızı kutlarlar... Sonunda ben de kendime kısmet ettim işte! Anneler! Geçmiş Anneler Günü’nüz kutlu olsun!
Şimdi aniden başka bir konuya geçiş yapıyorum. Gerçi çok yazıldı ama ben paranoyak Pakize olarak öküz altında buzağı arayacağım daha ziyade.
Resmi bir ziyaret için ülkenin birine gitmiş olan başbakan ve eşine günlük programla ilgili önceden bir bilgi verilmez mi? Hani nerelere gidecekler, hangi davetlere katılacaklar... Ona göre giyinir insan hiç olmazsa.
Yunanistan’a giden bizimkilere kimse bilgi falan vermemiş belli. Aniden tutup Akropol’e götürdüler demek ki Emine Erdoğan iki karış topuklarıyla kollarda gezebildi ancak.
Nereden baksanız eskiden kalma bir düşmanlık var. Kadıncağızı düşürüp güleceklerdi. Son anda koluna girip dostluğu yeniden tesis ettiler neyse.
MIŞ-MUŞ
Unakıtan ‘Dolar alan zarar da edebilir kár da’ demiş.
Üçüncü alternatifi de siz bulun!
Bütün dünyanın derdi şişmanlıkmış.
‘Elle gelen düğün bayram’ demiş atalarımız.
75 yaşında Rum kadın Erdoğan’a ‘Çok yakışıklısınız’ demiş.
Sormayın madam, biz de ona kapıldık.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2004
<B>DİKKAT </B>ettiyseniz dünkü yazımın altına not düştüm... <B>‘Bu yazı bilimsel bir makale değildir.’<br><br></B>Başıma geleceklere bir nebze mani olabilmek için. Biliyorum çünkü ne olacağını... ‘Pakize Hanım! Aşk öyle husule gelmez. Bilmediğiniz konularda şeytmeyiniz! Bakın efendim şöyle oluyor...’
Ne yapayım ki bir kısım okur beni ciddi yazar zannediyor. Oktay Ekşi’yle bir tutuyor.
Aslında kabahat gazetede tabii. Herkesin fotoğrafının yanına yazacak oysa... ‘Ciddi yazar’, ‘Yarı ciddi yazar’, ‘Gayri ciddi yazar’, ‘Sulu yazar...’
Oktay Ekşi’ye de ‘Dünkü yazınıza güle güle öldük’ diyen mektuplar geliyor olabilir ki o gün Ekşi, hükümeti imam hatip merkezli yasa değişikliği nedeniyle eleştirmiştir mesela. Hiç fark etmez. Okurun ne niyetle okuduğu önemli.
Neyse beni komik bulan okur da var. Hatta o kadar ki günlerini benimle geçirmek istiyorlar. ‘Ne güzel 24 saat gülerdik.’
Geçen gün biri, ‘Keşke sizin kardeşiniz olsaydım, ne gam kalırdı ne kasvet’ demiş. Kardeşime gösterdim, ‘Ver bakayım şu okurun adresini bana!’ dedi. Bilmiyorum artık ne yapacak...
Kardeşim deyince... Geçenlerde günde on kere tartıştığımızı yazdım ya... ‘Barıştınız mı?’ diye soran var şimdi. Arkadaşlar, on kere küsmek için dokuz kere barışmak gerekiyor zaten. Ayrıca bizim küslüğümüz eskilerin ifadesiyle tülbent kuruyuncaya kadardır, merak etmeyin.
Nerede kalmıştık... Ha, beni komik bulan okurda. Şimdi bekliyorum bakalım yolumu kesip ‘Bi kere dilinizi burnunuza değdirin n’olur’ diyen olacak mı? Müşteri memnuniyeti esastır. Çalışmalara başladım onun için...
* * *
Ayşe’yle ilgili mesela... 24 saat gözleri yarı baygın, orgazmın eşiğinde geziyor zanneden var. Soruyorlar, ‘Arkadaşınızdır, bilirsiniz...’ ‘Ayol ne zaman görsem ya röportaja gidiyor, ya röportajdan geliyor kızcağız’ diyorum.
Fakat benim durumum herkesten farklı. Artık bu iyi midir kötü müdür kestiremedim ama bende imaj muhtelif. Hatta kısaca ‘İmaj zengini’ diyebilirsiniz bana. Sahneyle dizi de var ya... Ev sahibinin biri, eve tesisat kurdurur, geceleri şarkı söylerim diye korkup evini vermemişti biliyorsunuz, anlatmıştım.
Dizilerden gelen imajımsa, ‘Adam döven kadın’. Bakın bu bayağı işime yarıyor yalnız... Rahmetli Erol Taş gibi oldum, çekiniyorlar benden. Biraz cesareti olansa ‘Amil Bey’e o kadar da eziyet etmeyin’ diyor. Tanrı daha cesaretlisinden korusun!
MIŞ-MUŞ
Erdoğan, YÖK yasa tasarısıyla ilgili, AKP’lilere konuşma yasağı getirmiş.
İcraat serbest ama...
Baykal, ‘Hükümet dayatmacı’ demiş.
Bir de muhalefetin neci olduğunu öğrensek...
Affeden uzun yaşıyormuş.
Allah daha da uzun ömürler versin, Ecevitler’in durumu anlaşıldı.
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2004
Aşkın bizim bildiğimiz aşk olmaktan çıktığını yazıp çiziyoruz durmadan. E, belli yaşın üzerindekiler mukayese imkánına sahip olduklarından haliyle bugün yaşanan ilişkilerin neredeyse hiçbirine aşk diyemiyorlar.
Gençler bilmez tabii. Gözlerini açtılar, bunu gördüler zira. Böyle olur zannediyorlar aşkı. Çağla Şikel ne demiş duydunuz... ‘Haftada iki erkek olabilir.’
Fakat katiyen kınayamam kızcağızı. Ben yakın zamana kadar gençleri suçluyordum. Aşkı bozdular diye. Sanki aşk bir alettir de ellerine alıp orasını burasını kurcalarken yayını şusunu busunu kırdılar. Değil tabii. Bu çocukların metabolizması değişik. Bütün mesele bu.
Karnıyarık yiyerek büyümediler mesela.
‘Ne ilgisi var?’ dersiniz siz şimdi...
Bakın, aşkın kalple bir ilgisi olmadığı artık anlaşıldı. Esas işi gören, beyin.
Aklınıza ‘Peki biz neden Sevgililer Günü’nde kalp yastık alıyoruz?’ diye bir soru gelebilir. Aptallığınızdan değil tabii. Kalp beyne nazaran daha şık bir organ olduğundan aşkın logosu olarak kalp kullanılıyor hálá.
Logolara aldanmayacaksınız. Ecevit’lerin partisinin logosu beyaz barış güvercini biliyorsunuz. Fakat birbirlerinden başka herkese küsler.
Diyeceğim, aşk basbayağı vücudun bir işleyişi. Sindirim sistemi gibi falan... O salgı ötekine karışıyor, bu salgı berikine katılıyor derken ortaya aşk çıkıyor.
Demek karnıyarık-pilav yerine hamburger-kolayla beslene beslene metabolizma da değişti. Salgıların miktarı, muhteviyatı falan... Hal böyle olunca haftada iki aşk normal oluyor tabii. Ne yapsın yani insancıklar... Metabolizmayla savaşmak kolay mı? Bak, hiçbiriniz zayıflayamıyorsunuz bir türlü.
Bu arada hamburgerin bir zararı daha çıkmış oldu ortaya. Ayaküstü beslenirseniz aşk da böyle ayağa düşer işte!
Not: Bu yazı bilimsel bir makale değildir.
Fuhşiyata tahrik
Bükemediğin eli öpeceksin!
Türkán Kaya’nınkini öpmek lazım mesela.
Bilmiyorum adını duymayanınız var mı? Türkán Kaya bu memleketin müteşebbis bir evladıdır. Kendisi polise rağmen ‘mobil genelev’ini yaşatmaya ant içmiştir.
Toplam kaç defa yakalandığını hatırlamıyorum. Yalnız son bir haftada üçlediğini biliyorum. Demek bir gün gözaltı bir gün minibüs. Belki minibüsün önüne yazmıştır... ‘Müessesemiz günaşırı faaliyet göstermektedir.’
Mesela bu satırları kaleme aldığım sırada gözaltındaydı. Fakat siz okuduğunuzda minibüsüne atlamış fuhuşsever yolcuları toplaya toplaya gidiyor olacaktır.
Elini öpmek lazım deyişim ondan. Kaç kişi var bu kadar sebatkár, kararlı, azimli?
Aslında ‘Buluşlar ve İcatlar Ansiklopedisi’ne girmesi lazım Türkán Kaya’nın. Geze geze fuhuş kimin aklına geldi daha önce? Sanmıyorum dünyada bir eşi daha olsun. Ayaküstü olanını falan duymuştuk da böylesi ilk oluyor. Fakat işte kadir kıymet bilmezliğimiz burada da kendini gösterdi. Kadıncağızı habire gözaltına alıyoruz.
‘Adabı Umumiye ve Nizam Aile Aleyhinde Cürümler’ başlığı altında düzenlenen ‘Fuhşiyata Tahrik’ suçundan yargı önüne çıkacakmış. Bence Türkán Kaya’nın durmadan aynı suçu işlemesinin bir nedeni de suçunun ne olduğunu bilmemesi. Şu yukarıda belirttiğim suçu kim aklında tutabilir ki Türkán Kaya tutsun?
Yanında hukukçu taşıyacaksın.
- Abi neydi benim suçum?
- Adabı Umumiye ve Nizam Aile Aleyh...
Netice olarak hakikaten takdir etmek lazım Türkán Kaya’yı. Ne yolundan dönüyor ne yoldan.
MIŞ-MUŞ
ABD Dışişleri Bakanı Powell ‘Türkiye çok çok laik bir ülke’ demiş.
Fakat nedense ‘çok çok’la pekiştirmek gerekiyor.
Mahsun Kırmızıgül’ün değişmeyen bir adı kalmış.
Esasında imaj yönünden her şeyi dursaydı da bir adı değişseydi...
Günde 2 káse çilek cinsel hayatı 1 haftada ateşliyormuş.
Açık açık çilek de yiyemeyeceğiz şimdi...
Erdoğan’ın Batı Trakya gezisi Atina’yı korkutmuş.
Erdoğan korku filmi başrol oyuncusu gibi; bizi de korkutmuyor değil zaman zaman.
İzmir’deki İktisat Kongresi’nde Sezer’le Erdoğan birbirlerinin yemek davetine katılmamışlar.
Bir şey olmaz; bu gözler cumhurbaşkanına ‘Bilmemkaç rakımlı tepedeki zat’ diyen başbakanlar da gördü.
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2004
<B> Şebnem<br><br></B>Aferin sana! Zaten fiilen bitmiş olan evliliğini resmen bitirip kendine yeni bir hayat kurduğun için... Çoğu kadın kendini kurtarmak yerine kokuşmuş evliliğini kurtarmak için uğraşıyor da yıllarca... Satırlarından pişman olmuşsun gibi bir durum da sezmemiş olayım en iyisi.
Senin ifadenle ağız kokusu çekmek zorunda kaldığın patronlarının eşlerine gelince... Eminim onlar da sana gıpta ediyorlardır.
Hiç düşünme artık, çok iyi yapmışsın çok!
*
Cem Ağar
Ne zaman bir kadın-erkek mevzuuna girsem hemen senin gibi erkeklerden cevap geliyor. Yani her bakımdan çok iyi olduğunu iddia edenlerden... Ben erkeğine düşmemişim de falanmış filanmış.
Ya mizahtan anlamıyorsunuz ya da reklam için her fırsatı değerlendirmek niyetindesiniz.
*
Murat Güzel
Sevgili okurlar, Murat bana ücretsiz şan dersi vermek istiyormuş. Herhalde Aynalı’da dinledi beni. Buna da şükür. ‘Üstüne para vereyim bir daha şarkı söylemeyin’ de diyebilirdi.
Yok yok... Beğendiği yazılarıma karşılık benim için bir şeyler yapmak istiyor sadece. Bu saatten sonra şan dersi zor be Murat’cım! Beni okumaya devam etmen en büyük ödül benim için.
*
‘Kanserden Korkma Tüccardan Kork!’ başlıklı yazıma çok mail geldi. Hepsine tek tek cevap vermem imkánsız. Gelen tepkileri ‘Haklısınız’ ve ‘Saçmalıyorsunuz’ diyenler şeklinde iki gruba ayırdım.
Önce ‘Şaçmalıyorsunuz’ diyenlere toptan bir cevap ki bu gruptakilerin tamamının doktor olduğunu tahmin edersiniz.
1. Ben genelleme yapmadım, siz de yapmayın. ‘Bütün doktorlar’ demedim, siz de ‘Hiçbir doktor’ demeyin.
2. Kendinizden yola çıkmayın lütfen. Mesela organ mafyasının içindeki doktorlara ne diyorsunuz?
3. Ben ‘Kanserin hapı çıktı, her doktorun çekmecesinde duruyor, bize vermiyorlar’ demedim ki. Bu kadar basit olmadığını biliyorum.
4. Bu köşede, üç kuruş maaşa insan üstü gayretle çalışan doktorlardan defalarca söz ettim. O konu ayrı. Sapla samanı karıştırmayalım.
5. ‘Ne yapalım yani, para almayalım mı, siz yazılarınızın karşılığında para almıyor musunuz?’ diyenlere aslında cevap vermek gereksiz. Arkadaşlar olayı kavrayamamışlar. Neresini, nasıl izah edeyim şimdi. Şu kadarını söyleyeyim, insanın bir iş karşılığında hak ettiği ücreti alması başkadır, o işi ticarete dökmesi başkadır. Yeşil kartlı hastayı bile muayenehanesine çağırıp ‘bıçak parası’ adı altında para isteyen doktor bu işi ticarete dökmüş demektir mesela.
Her meslekte, hak ettiğinin dışında gelir elde edebileceğini gördüğünde insani değerleri bir kenara bırakabilecek kişiler vardır. Ama isterseniz kedinin pisliğini örttüğü gibi örtebiliriz gerçekleri.
6. En iyisi o yazıyı bir daha okuyun. ‘Dünya Kanser Çetesi’ diyorum arkadaşlar! Türkiye’nin bilmem neresindeki SSK hastanesinde görev yapan doktorun bunlarla ne ilgisi olabilir? Avukatlığa soyunmanızı anlayamıyorum doğrusu.
Bu kampanya sizi, bizi, hepimizi aşar. Amerika ‘Irak’ta kimyasal silah var’ dedi inandık, değil mi? Bilmem anlatabiliyor muyum?
7. Bu memlekette başbakan bile yerden yere vurulacak, doktora, kapıcıya, gazeteciye, şuna buna laf edilmeyecek öyle mi? İyi vallahi.
‘Haklısınız’ diyenlere gelince...
Onlar sayesinde beni doğrular nitelikte bir sürü acı tecrübeden oluşan bir arşiv var şimdi elimde. Keşke olmasaydı.
MIŞ-MUŞ
Sınavdan önce kuru üzüm yiyen daha başarılı oluyormuş.
Okunmuş mu okunmamış mı?
Fenerbahçe’nin Hollandalı yıldızı Hooijdonk düğünde göbek atmış.
E, düğünde Kola Turka ikram ettilerse...
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2004
<B>HER </B>zaman geçtiğim sokakta bir apartman...<br><br>Bahçesinde dev bir ağaç... Apartman boyunda. Bitişiğindeki binaların yüzüne güneş vurduğu vakitlerde bile bu, ağacın gölgesinde kapkaranlık. Ve daima serindir de herhalde. Haziranda bile kalorifer yakıyor olabilirler.
Ağaçtan başka bir şey de gördükleri yok oturanların.
Daha önce hiç düşünmemiştim... Geçen gün yine önünden geçerken birden o apartmanda yaşayanların ne mükemmel insanlar oldukları geçti aklımdan. Öyle ya, bir toplantı, bir karar... O ağaç yerle bir olabilirdi.
Ama olmadı işte yıllardır.
Tek tek kapılarını çalıp teşekkür etmek istiyorum. Ağaç adına. Kendi adıma da tabii. Çünkü gözümü, gönlümü okşuyor o ağaç her geçtiğimde.
Bu da konu mudur yaban ellerde? Ama burada oluyor işte. Ummuyoruz ki çünkü... Alışmadık ki...
* * *
Böyle teşekkür edeceğimiz daha kimler var acaba es geçtiğimiz... Aslında yaptıkları olağan sayılması gerekirken bizi şaşırtan...
Bir de bu kişilerin sayısının artması mı iyidir yoksa azalması mı, onu kestiremedim.
Teşekkür edeceklerimiz çoğaldıkça mı düze çıkmış oluyor insanlık, yoksa azaldıkça mı kurtuldu demektir?
Sıfıra inmesi ‘artık umut dahi yok’ anlamına mı gelir, yoksa gerek kalmadığına mı işarettir?
Vallahi kafam karıştı.
Her girdiğim konunun içinden çıkma mecburiyetim yok değil mi? Neticede hayati bir iş görmüyorum. Şunun şurasında yüksek sesle düşünüyoruz işte!
Neyse...
Ben kapıları çalıp teşekkür etmek istiyorum.
Garip karşılarlar mı acaba?
Bunu fark ettiğim için onlar da bana teşekkür ederler mi yoksa?
Peki benim gibilerin sayısının artması iyi midir?
Ama bizim bolluğumuz iyiye işaret değil ki...
Bir yandan da sayımızın azalması iyice vurdumduymaz olduğumuz anlamına gelebilir. Bir dakika... Yoksa o ağacın orada durmasında bir tuhaflık olmadığı günlere eriştik mi demektir?
Bunu apartmanlara gölge etmesine rağmen orada durmakta olan ağaç sayısı belirleyecektir herhalde.
Galiba oynattım.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan, ‘Rum kesimini dünya tanımış, biz tanımasak ne olacak’ demiş.
Kendini başbakan, padişah, peygamber, şu bu sananlar çok da sıradan vatandaş sanan başbakan ilk defa oluyor.
Muş atık su içiyormuş.
‘Giden gelmiyor, acep ne iştir?’
Ne iş olduğu belli oldu; koleradan, sarılıktan gidiyorlar demek.
Ali Babacan, ‘Ekonomi sağlam temellere oturdu’ demiş.
Fakat bir binanın temelini görmek nasıl mümkün değilse... Diyeceğim, vatandaşın iyi durumdan haberdar olmamasının nedeni anlaşıldı.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2004
<B>ALMANYA </B>Başbakanı <B>Schröder,</B> Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası’ndaki konuşmasında iki Türk’ü örnek gösterdi biliyorsunuz. Biri Öger Tur’un sahibi Vural Öger, diğeri RTL’nin ana haber spikeri Nazan Eckes.
Gazetelerde ‘İşte Schröder’in örnek verdiği Türk’ diye Vural Öger’in fotoğrafını gördünüz mü hiç? Ben görmedim. Varsa bile damga pulu büyüklüğündedir mutlaka, gözümden kaçmıştır. Ama o günden beri her gazetede Eckes’i görüyorsunuz...
Schröder bahane, Eckes şahane!
Güzel olacaksınız bu dünyada. Yani güzel kadın...
Geçenlerde Azerbaycan Cumhurbaşkanı geldi Türkiye’ye... Ne yaptı, nerelere gitti, kimlerle görüştü, neden geldi, aklınızda mı? Ama karısının düğmeleri dar gelen beyaz tayyörü gözünüzün önündedir, eminim.
Peki turizm patlaması olduğundan nasıl haberiniz oluyor? Mesela ilk dört ayda 800 bin turist gelmiş Antalya’ya bu yıl. Fotoğrafta bikinili iki kadın turist... Hakikaten patlayacak ne varsa patlamaması mümkün değil...
Diyet konusu mesela... ‘Bakın diyetten sonra böyle olacaksınız’ demeye getiren fotoğrafları görüyoruz her gün... Hiç erkek çıktı mı karşınıza o fotoğraflarda?
* * *
Fakat bazen şaşırttıkları da oluyor bizi.
Mesela OECD ülkeleri içinde en ucuz üçüncü ülkeymiş Türkiye... Şimdi bu haberin altına bal gibi bikinili bir kadın fotoğrafı konulabilirdi.
‘Fotoğrafta bikinisini çok ucuza aldığını söyleyen Asuman Krause’yi görüyorsunuz.’
Biz de görürdük... Fakat akıl edememiş kimse.
Mesela Başbakanlık müfettişinin iki trilyonluk servetiyle ilgili haber vardı bir de... Orada da müfettişin vesikalık fotoğrafıyla yetinilmiş. Halbuki benim bildiğim basın, ‘Didim’de bir daire’ şeklinde mal varlığını sıralarken denizden yeni çıkmış bir ‘yavru’nun fotoğrafını kullanabilirdi.
Dediğim gibi şaşırttıkları da oluyor. Fakat gidiş o gidiş ki bunlar son şaşırmalarımız. Yakında ‘Arka sayfa güzeli’ gibi ‘Logo güzeli’nin hayata geçirileceğini tahmin ediyorum. Hemen gazetenin logosunun yanında...
Artık ‘Türkiye’nin en fıstık gazetesi’ mi, ‘Türkiye Türklerin, gazete erkeklerindir’ mi, ‘Güzele bağımlı günlük gazete’ mi yazarlar altına...
* * *
Yalnız durumdan şikáyetçiymişim gibi bir intiba bırakmayayım sizde.
Katiyen değilim. Ben de sizler gibi bunu görmek istiyorum. Sakın, ‘Bizim habire yarı çıplak kadın görmek istediğimizi nereden çıkardın?’ falan demeyin. Şurada 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz.
Fakat benim tercihimin sebebi sizinkinden farklı. Ben işimi korumanın peşindeyim. Bindiğim dalı kesecek kadar aptal mıyım? Gazetelerden çıkarılsın güzel kadın fotoğrafları, tirajlar bayrak gibi yarıya insin, toplu işten çıkarmalar gelsin, öyle mi?
Aman aman...
Hem Allah kadın fotoğrafı basabildiğimiz günleri aratmasın. Ne dediğimi anlamışsınızdır. Onun için gazeteler çıplaklar kampının tanıtım broşürüne dönse razıyım.
MIŞ-MUŞ
Ayşe Hatun Önal, ‘Hayatta hiçbir şey umurumda değil’ demiş.
Kimilerinden dürüst hiç olmazsa.
26 milyon ABD’li diyetteymiş.
Biz 70 milyonla öndeyiz çok şükür.
Yazının Devamını Oku