Pakize Suda

Türkiye yürüyor

12 Haziran 2004
Bugünlerde bir yabancı bana ‘Sizin memleket ne alemde?’ diye sorsa, vereceğim cevap şudur:<br>‘Türkiye yürüyor.’ Tabii o bundan muhtelif manalar çıkaracaktır.

Karanlığa yürüyor...

Aydınlığa yürüyor...

Belirsizliğe yürüyor...

Atatürk’ün izinden yürüyor...

AB’ye yürüyor...

E, bunlar da yanlış sayılmaz tabii... Zaten biz de her birimiz bu dediklerimden birine doğru yürüdüğümüzü düşünüyoruz. Fakat memleket üçe beşe bölünüp de her parçası ayrı bir tarafa yürümeyeceğine göre hepimiz yanılıyoruz demektir. Zaten büyük ihtimalle bir yere gittiğimiz yok, koşu bandında yürüyüp duruyoruz.

Her neyse...

Benim demek istediğim hiçbiri değil zaten. Yani ‘yürüme’nin mecazi bir anlamı yok. Bildiğimiz ‘yürüme’ benim dediğim. Hani önce bir bacak sonra öteki bacak öne atılarak ilerleme durumu. ‘Türkiye’ dediğimse ‘Her Türk vatandaşı’. Yatalaklarla kundaktaki bebekler hariç.

Evet, son günlerin modası, ‘yürüyüş yapmak’.

Sabah ve akşam saatlerinde İstanbul’da araç trafiği neyse sahillerdeki insan seli de o. Çoğunun da hızı arabalardan aşağı kalmadığından bir omuz darbesiyle kendinizi yerde bulmanız işten değil.

Fakat memnuniyet verici tabii. Düne kadar lök gibi oturma eğiliminde olan bir toplum için bu vızır vızır gidip gelme durumu...

Ben bu hareket halindeki yurdum insanını kendimce gruplandırdım.

Aslında gözü yatakta olan fakat doktor dayatmasıyla yola dökülmüş bulunan yaşlılar...

Vazife icabı yürüdükleri her hallerinden bellidir. Her seferinde yürüyüşü hedeflenen mesafeden önce bitirmek için bir bahane bulurlar. Tıkalı damarlarını kandırmaktan mutlu, evlerine dönerler.

Sağdan soldan yürüyüşün faydalı olduğunu duymuş ancak idrakına varamamış olanlar...

Yürürler ama öylesine. Arada durup manzaraya bakarlar. Bazen önünden geçtikleri bahçelerden gül koparırlar. En sonunda bir banka otururlar. Dondurma yalayarak yürüyenleri de vardır. Genellikle ayakkabıları topukludur. Eşofman giymezler.

Kendini atlet sananlar...

Gören ertesi gün dünya şampiyonası koşacaklar zanneder. Üst baş tam tekmil sporcu, kan-ter deseniz fazlası... Önlerinde kendinizi yere atsanız üstünüze basıp yollarına devam ederler. Öyle bir ‘Spordan aşağı Kasımpaşa’ durumu.

İnsanda ‘Acaba yürümesek mi?’ tereddüdünü oluşturanlar...

Kıdemli yürüyücülerdir. Ancak bir yandan da balık etinden obeze doğru yürümektedirler. Hani insanın neredeyse yürüyüşün şişmanlattığını düşünesi gelir. Büyük ihtimalle yürüyüş parkuru üzerindeki kafe ve restoranlarda mola vermektedirler.

Ne idüğü belirsizler...

Ruh durumlarına ve günün şartlarına göre saf değiştirirler. Bir gün Süreyya Ayhan gibiyken ertesi gün bir kafede, yürüyenlere aval aval bakarken görebilirsiniz kendilerini. Ki, merak eden varsa bendeniz bu gruba dahilimdir.

MIŞ-MUŞ

Konaklama vergisi geliyormuş. Geriye bir tek ‘hayatta olma’ vergisi kalıyor.

Kişinin kendi kararlarını kendi vermesi ömrü uzatıyormuş. Bizim toplumun yapısında cesedimizin yakışıklı olması kaçınılmaz.

Selüliti gideren pantolon geliyormuş. Şu kanser konusunu da kozmetikçilerle tekstilcilere mi havale etsek acaba diyorum.

İnsan ne yerse oymuş. Yalan, ben çoktan ‘Kepekli Pakize’ olmuştum şimdiye kadar.

Seks yapan üniversiteli daha başarılı oluyormuş. Doğrudur; seks, olması gereken yerlere gidince akıl boşalıyor haliyle.

Emniyet Müdürü’nün evini soyup arabasını çalmışlar. Petek Dinçöz’ün kulakları çınlasın! ‘Şaka gibi, şaka gibi...’

G-8 liderlerini karşılama töreninde Erdoğan’a ve Irak, Afganistan, Cezayir, Ürdün ve Yemen liderlerine kırmızı halı serilmemiş.

Bundan beteri yeşil halı serilmesi olurdu.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

10 Haziran 2004
<B>PAZAR </B>günü eski bir yazım yer aldı bu köşede: <B>‘Erkeklere Öğütler.’ Altına ‘Fi tarihinde yazılmış bir yazı’ notunu düşmeseymişim de olacakmış. Düştüğüm halde okur ‘dumanı üstünde’ muamelesi yapmış yazıya. Toplum olarak hafızasız olduğumuz söylenirdi de inanmazdım. Fakat biraz da konudan ötürü tabii. Kadın-erkek mevzuu... Asla bayatlamaz. Değinip de okuru yakalamayan yazar yok. İşte benim gibi isterse arşivden çıkarıp koysun.

Diyeceğim öyle ilginizi çekmiş ki hani 6 ayda bir yayımlansa aynı yazı, olacak demek.

Bu arada okuduğunu anlamamaktaki kırılmaz direnci sebebiyle heykeli dikilmesi gereken bir kısım okura ne diyeceğimi bilemiyorum.

Efendiler!

Okuduğunuz yazının başlığı her ne kadar ‘Erkeklere Öğütler’ ise de orada aslında kadınların ilişki içerisindeki halleri hicvedilmektedir. Siz illa ki alınacaksanız, ‘Kadınlara Öğütler’e alınacaksınız. Orada esas mevzu sizin ahvaliniz zira. Fakat siz saf saf ‘Biz ağzımızın payını aldık, kadınlar da alsın’ manasında şiddetle bir de kadınlara öğüt vermemi istiyorsunuz. Tekrar ediyorum, alınılacaksa -ki hiç gereği yok- kadınların alınması gereken yazıydı bu. Sizinkiyse sırada. Yani ‘Kadınlara Öğütler.’ O da fi tarihinde yayımlanmıştı bu köşede. Ama demek onu da tekrarlamakta fayda var. Bir gün bir punduna getirip yeniden ilginize, bilginize sunarız kısmet olursa.

***

Esin Özcan

‘Sevgililer gittiği zaman değerlerinin hemen anlaşılmadığı, aradan zaman geçtikten sonra yalnız kalınca kafaya dank ettiğini anlattığınız bir yazınız vardı. Arşivde bulamıyorum, acaba hangi aya aitti? Adı neydi? Öğrenebilirsem çok işime yarayacak.’

Ben de öğrenebilirsem benim de çok işime yarayabilir. Ancak hatırlıyorsam namerdim.

***

Serhat Akkan

‘Pakize Hanım, ben Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik son sınıf öğrencisiyim.
Sevgilim sizin çok hasta bir okurunuz. Bana her gün Vatan Gazetesi aldırıyor, sırf sizi okumak için.’

Ve beni bulamıyor tabii. Ya da benim yazılar Vatan Gazetesi’nde de çıkıyor. Ama herhalde sırf Konya baskısında ki biz buralarda göremiyoruz.

Serhat’cım, anladım elin sürçtü ama benim dilime düştün bir kere. Başka bölümde okusaydın hadi neyse de gazeteci olacaksın be yavrum. Senin gazete hafta sonları bir de ‘Düzeltme Eki’ verir artık.

***

Ebru Özkan

‘Sizi sizin ağzınızdan daha doğru gerçek bir şekilde tanımak isterim. Bana biyografinizi atar mısınız?’

Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece. Giderken orada burada eğleşiyorum işte. Sahne, set, gazete... Durum budur. Bundan ötesi CV gibi bir şey olur. Daha da ötesi roman. Sen bununla yetin en iyisi Ebru’cum.

MIŞ-MUŞ

Aldatmak da genetikmiş.

İnsanoğlu her türlü yamuğu için bir günah keçisi buldu.

*

Filistinli bir kadın yediz doğurmuş.

İsrail’e iş çıktı.

*

Çocuklarımız uzun yaşayacakmış.

Allah bizi onların başından eksik etmesin! Amin.
Yazının Devamını Oku

Manik depresif havalar

8 Haziran 2004
<B>‘PARÇALI bulutlu’<br><br>‘Açık ve güneşli’<br><br>‘Mevzi sağanak yağışlı’<br><br></B>Bu ifadelere bir de şunu eklemenin zamanı geldi: <B>‘Manik depresif’.</B> Evet havanın böyle de bir durumu var artık. Öğleye kadar yaz, öğleden sonra kış olan havaya başka bir şey demem ben. Hatta saat başı değişen... Tuhaf ülkelerde nasıl yaşarlar diye şaşardım, hani 6 ay gece 6 ay gündüz olan... Büyük laf etmişim. Allah başımıza beterini verdi. Bir saat yaz, bir saat kış.

Elimde daima pazardan geliyor gibi torbayla geziyorum. Ayağımda çizme varsa torbada parmak arası terlik var. Üst baş deseniz Barbi bebek gibiyim. Hani yanında gardrobunu da veriyorlar... Barbi’nin uzun kollu tişörtü, hırkası, ceketi, anorağı... Giydirip çıkarıyorum kendimi ha bire.

* * *

Fakat siz bu satırları okuduğunuz sırada yaz kesin olarak gelmiş olacaktır. Zira dikkat ettim, tabiat olayları daima zıtlaşıyor benimle. ‘Kar manyağı olduk’ diyorum mesela, bakıyorum ertesi gün kardan eser yok. Ya da kavurucu yaza dil uzatayım diyorum, temmuz ortasında Alibeyköy’ü su basıyor. Zaten bu satırları kaleme alma nedenim de bu. Bana inat yaz gelsin.

Gerçi gelecek de ne olacak... Ben söyleyeyim size ne olacağını. Şikáyet edeceğiz. Gazeteler, televizyonlar ‘Son bilmem kaç yılın en sıcak yazı’ diyecekler. On günde bir yeni bir çöl sıcağının yolda olduğunu haber alacağız. Birbirimize ha bire ‘Çok sıcak’ diyeceğiz. Fakat işte yine de dört gözle bekliyoruz. Maksat alıştığımızdan geri kalmayalım. 25 yıldır her gece aynı notalarda horlayan kocasını hálá pencerede bekleyen kadın misali...

* * *

Tabiat olayları gibi kaderin de zıtlaşacağını bilsem... Bugünlerde diyeceğim ki, ‘Filiz Akın iyileşmesin!’ Ama aksini istemek için bile olsa dilim varmaz, o başka.

Güzel, narin, kırılgan kadınların ortak adıdır benim için Filiz Akın. Büfelerde saklanacak kıymetli bir biblo gibidir. Öyle hissederdim sinemadan çıkarken, hálá da sürüyor. Belki de bu kadar itinayla sakladığım için ona bir şey olmayacağını düşünüyor bir yanım, rahatlıyorum.

* * *

Bir dakika... Boğucu bir sıcak başladı şu anda. Ve kalacak gibi.

Hem de daha yazıyı bile fakslamadan bu sefer ha?

‘Acele inat servisi’ demek...

Bu sıcak böyle sürerse yazın gelişini bana borçlusunuz arkadaşlar!

MIŞ-MUŞ

Venüs gezegeni bugün Dünya ile Güneş’in arasına girecekmiş.

Sen de mi Venüs!

Köşk’ten 18 ayda 19 veto çıkmış.

Köşk hükümeti aylığa bağladı adeta; ‘Her aybaşı gelin vetonuzu alın!’

Bush paketle gelecekmiş.

Aman bomba uzmanları kontrol etmeden açmayalım!

Mayocular bu yaz 30 milyon dolar bekliyormuş.

Havalara bakınca beklentileri sayısal misali bir dahaki yaza devrolacak gibi görünüyor.

Türkiye’de üç kadından biri şişmanmış.

Üç kadından üçü mütemadiyen diyette olmasına rağmen...
Yazının Devamını Oku

Erkeklere öğütler

6 Haziran 2004
<B>SEVGİLİ ‘erkek kısmı’,<br><br></B>Aşağıdakiler, tamamen size iyilik olsun diye kaleme aldığım öğütlerdir. Kendim ve hemcinslerim için bir şey istiyorsam namerdim. Karısını, sevgilisini elinden kaçırmak istemeyen erkekler bu öğütlerime harfiyen uysunlar. Hatta bu yazıyı kesip saklayın. Ömrünüzün son demine kadar size lazım olacaktır. Unutmayın, bu öğütler istisnasız bütün kadınlar için geçerlidir. İster entel, ister feminist olsun, sonradan edinilen sıfatlar kadının doğasını değiştirmeye yetmez.

* * *

O’na hayatınızda ‘en önemli’ olduğunu sık sık söyleyin. Unutmayın, kadınlar yalnız başka kadınları değil, işinizi, annenizi, babanızı, kardeşinizi, erkek arkadaşlarınızı, bilgisayarınızı, futbol takımınızı da kıskanırlar.

Çok sevildiklerini bilmek yetmez. Bunu sizin ağzınızdan her an duymak isterler. Bir gün önce söylemiş olmanız hiçbir şey ifade etmez. Dün dündür; bugün her şeye yeniden başlamanız gerekir.

Kadın-erkek ilişkisi üzerine asla felsefe yapmayın. Hatta hiçbir şey üzerine yapmayın. Sizin genel anlamda söylediğiniz her sözü, o, ilişkinize dair söylenmiş olarak kabul edecektir.

Anlattığı her şeyi ‘dünyanın en ilginç konusu’ymuş gibi dinleyin. Anlattığı, tırnaklarının çabuk kırılması ya da daha önce bin kez anlattığı kedisinin maskaralıkları olsa da...

O’nun yanında başka bir kadının güzelliğinden, meziyetlerinden asla bahsetmeyin. Sözünü ettiğiniz kişi o’nun kız kardeşi olsa bile...

TV’de asla kadınların boy gösterdiği programlara takılmayın. Hele memelerinin yarısı ortada VJ’ler, hostesler, hele Hülya Avşar Show...

O’na çok özel olduğunu hissettirin. Daha önce kimseyi bu kadar sevmediniz; hayatınızda o’ndan bilge kadın görmediniz.

O’nunla yakın temas sonrasında sakın ha gözünüzü tavana dikip düşünmeyin. Yani ‘Öküz öldü, ortaklık ayrıldı’ halleri takınmayın.

Romantik olun. Gözlerinin içine bakın, ellerini tutun. Kadını uçurmanın tek yolu o sizin bildiğiniz yol değildir.

Kadınlar aşkı yoğun yaşarlar. Áşık kadın için sizin dışınızdaki her şey dolgu malzemesidir. Biliyorum zor olacak ama siz de biraz gayret edin; aşkı ‘yapılacak işler’ listesinden çıkarıp hak ettiği yere koyun.

Tamam, erkek milleti olarak nihayet ‘Seni seviyorum’ diyebilmeyi başardınız. Ama bunu o kadar kuru, tatsız ve coşkusuz bir biçimde yapıyorsunuz ki... Gözünüzü seveyim, dilinizle söylemeden önce yüreğinizde ısıtın biraz şu sözü.

Kadınlar adeta ilgi görmek için yaşarlar. Eğer beklediği ilgiyi sizden göremiyorsa, göreceği adamı yakında bulacaktır, hiç merak etmeyin.

Sizi eskisi kadar kıskanmıyor, her fırsatta sitem etmiyorsa artık o’nun için çok önemli değilsiniz demektir.

İki eliniz kanda olsa o’nu arayın. ‘İş toplantısı’ndan falan anlamaz kadınlar. Hem sizin de ‘İki dakika bile vaktim olmadı’ sözünüz hiç inandırıcı değil. Helaya da mı gitmediniz akşama kadar?

‘Erkeklerin aldatması’yla ilgili bir konuşma geçtiğinde sizin asla böyle bir şey yapmayacağınızın ipuçlarını aralara serpiştirin. Sohbet süresince o bütün duyu organlarıyla sizi takipte, bilmiş olun.

Beraber dışarı çıktığınızda etraftaki kadınlara attığınız bakışların ‘kaçamak’ olduğu sizin yanılgınızdan başka bir şey değildir. O, arkası dönük olsa bile nereye baktığınızı görür.

Saç rengi, biçimi, makyajı, vs. görünüşüyle ilgili değişiklikleri hemen fark edin. Bu konuda kendinize güveniniz yoksa tedbir olarak sık sık ‘Sende bir değişiklik var’ deyin. Elbet birkaçı isabet edecektir.

Sohbetleriniz sırasında bir gün o’ndan ayrılırsanız, bunun sizin için dünyanın sonu olacağını ima edin. Yağmasanız da gürleyin.

Ne zaman sizi arayıp ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorsa, vereceğiniz cevap ‘Seni düşünüyorum’ olsun. Biliyorsunuz, pembe yalanların hiçbir günahı yoktur.

Tartıştınız, size ‘Beni arama’ dedi. Bunun anlamı şudur: ‘Telefonun başında beni aramanı bekleyeceğim.’

Beraberliğiniz başlayalı kaç yıl olursa olsun, o’na eskimiş muamelesi yapmayın. Hele, ‘Nasıl olsa bir yere gidemez’ hallerine hiç teşebbüs etmeyin. Kadını ‘elde bir’ görmek, ‘ele kaptırmak’ için birebirdir.

Erkekler genellikle arkadaşlarının yanında bülbül kesilirler, eve gelince bülbülün dut yemişine dönerler. Yapmayın. Güzel sesinizden, engin bilginizden, dáhiyane fikirlerinizden kadını mahrum etmeyin.

Bütün bu sayıp döktüklerimi yapın ama o’ndan hiçbirini beklemeyin. O’na, vermeden almanın zevkini yaşatın.

NOT: Hürriyet’te fi tarihinde yayımlanmış ama modası geçmemiş bir yazım.
Yazının Devamını Oku

Uzman burnunu soktu evlilik bitti

5 Haziran 2004
İnsan seviniyor...<br>Şükür kadın-erkek konusu da bilim kapsamına alındı. Artık kitaplar yazılıyor. Gerçi annem memnun değil. ‘Ne zaman uzmanlar burnunu soktu, evlilik bitti’ diyor. Haksız sayılmaz. Bu sorgulama işi iyi bir şey değil. Evliliğin masaya yatırılıp etrafına uzmanların üşüşmesinin, kimseye hayrının dokunduğunu görmedim. Mahkemeler boşamaya yetişemiyor.

Oysa eskiden böyle miydi... Kocasından zoru olan kadın gider hacı hoca takımından birine danışırdı. O da artık duruma göre ya adama eşek dili yedirilmesini ya da içtiği suya idrar karıştırılmasını öğütlerdi. Gül gibi geçinip giderdi insanlar.

Sonra işte uzmanlar peydahlandı. Fakat onların çıkışı biz kadın yazarların çıkışından sonraya rastlıyor.

‘Konunun kadın yazarlarla ne alákası var?’ diye sormazsınız herhalde. Piyasaya çıkan her kadın yazar ilk iş olarak kadın-erkek meselesini doladı kalemine.

Neden?

En iyi bildiği konu çünkü. O noktaya gelene kadar 32 erkeğin hakkından gelmiş. İyi kötü sürüp giden evliliklerin çatırdamasında bizim de parmağımız var anlayacağınız. ‘Sizi okumaya başladıktan sonra karıma bir haller oldu’ diyen kaç koca mektubu aldım şahsen.

Tabii sayemizde kendine çekidüzen veren çiftler de olmuştur. Böyle söylüyorum ki yarın aileden sorumlu büyüklerimiz çıkıp kadın-erkek konusunda yazmamızı yasaklamasınlar. Olur mu olur, burası Türkiye.

Bizden sonra, uzmanlardan önce erkek yazarlar devreye girdiler. O güne kadar Allah için bu konularda hiç uluorta şeytmemişlerdi. Zaten erkek kısmının evliliğinden, karısından falan söz etmesi alışılmış bir davranış değildir. Siz hiç arkadaşlarına ‘Bizim hanımın libidosu çok yüksektir’ diyen adama rastladınız mı? Kadınlar konuşurlar ama... ‘Benimki ne yorgunluk dinliyor ne hastalık’ derler hiç olmazsa.

İşte erkek yazarlar da o güne kadar teamüllere uygun davranış içindeydiler. Fakat kadınlar boşboğaz çıkınca... Bir de habire ‘En çok okunan’, ‘En beğenilen’ falan seçilince... Erkekler de kutuyu açtılar.

En son uzmanlar çıktı piyasaya.

Yazının başında ‘İnsan seviniyor’ deyişim, bulunduğum konum itibarıyla daima bilimden yana tavır sergilemem icap ettiği içindir.

Şu sıralar piyasada kafanızı karıştıracak, ay pardon, evliliğinize ışık tutacak birçok kitap var. Alın, okuyun. Ama o güzelim yemek kitaplarını bir kenara bırakıp annenizden öğrendiğiniz bamyayı sofraya koymaya devam etmeniz gibi olacaksa bunun da sonu, hiç almayın.

Kader suçsuzmuş

Bakın bir Alman bilim adamı da aşk konusunda kitap yazmış. ‘Herkes hak ettiği kişiye aşık olur’ diyormuş kısaca. Aklın yolu birdir sevgili okurlar, biz Türkler daha önce bunu ‘Gönül ota da konar boka da’ şeklinde ifade etmiştik. Yani ‘Otu hak ediyorsanız ota...’ manásında.

Mesela habire evli erkeklere aşık olan kadınların bunun sorumlusu olarak kaderi göstermeleri iftiraymış meğer. Evli kişilere aşık olanlar aslında ilişkiye girmek istemez, bağlanmaktan korkar, ilişkinin getireceği sorumluluktan kaçarmış ki bu kadar doğru olabilir bir sav.

Hakikaten aşktan kaçmayan fakat sorumluluktan kaçanlar için evli birine aşık olmak biçilmiş kaftandır.

Kadın açısından bakarsak...

Sevişirsin ama gömleğini ütülemezsin mesela.

Bağlanırsın ama bağımsız kalırsın.

Aslında bizde aşık olmakla esir kampına düşmek arasında hiç fark yoktur. Fakat işte erkek evli olunca, bir nevi özürlü sayıldığından bir anda tüm hesap vermelerden sıyırmış olur kadın. Öyle ya, ‘Ne sıfatla?’ diye sorarsa, ne cevap verecek erkek?

Zaten evine girdiği andan itibaren takip etme imkánı kısıtlandığından hesabı sorulacak durumlardan da bihaberdir ki bu da kadına hareket serbestisi sağlar.

Tadından yenmez bir durum çıktı ortaya gerçi ama aslında evli erkeğe aşık olmak zordur. Zorlukların neler olduğunu uzun uzun anlatmayayım şimdi, kısaca ‘Eve gider unutur’ diyeyim. Neme lazım, yarın kızların tamamı evli erkeklere hücum eder falan... Sebep olmayayım.

Netice olarak, kimse bu hususta ‘Kader! Kime şikáyet edeyim seni?’ şeklinde yakınmasın. Kandıramaz bizi. Bilim var orta yerde.

MIŞ-MUŞ

Uluslararası Af Örgütü’ne göre Türkiye’de kadına yönelik şiddet varmış.

Günaydın!

ABD Başkanı Bush, rüzgárda ters dönen şemsiyesini düzeltememiş.

Onun uzmanlık alanı düzü terse çevirmek.

Tarkan Ruslar’ı fethetmiş. Onların kızlarının buradaki fetih durumuna da bakarsak aramızdaki hadiseye ‘Fetih diplomasisi’ denebilir.

Cep telefonuna erkekler oyun, kadınlar melodi yüklüyormuş.

Neyse ki seks var; o da olmasa birlik beraberlik içerisinde olduğumuz tek husus kalmayacak.

İsveç’te acil prezervatif servisi yapan ‘prezervatif ambulansı’ varmış.

Bizde olsa çocuk doğurduktan sonra gelir ambulans.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

3 Haziran 2004
<B> İbrahim Eroğlu<br><br></B>Vallahi iyi fikir. Şiirstar yarışması. Çok tutar. Türkiye adeta bir şiir cenneti zira. Ancak yazmaktan kimse okumuyor, o var. Yani jüriyi oluşturmakta zorlanabiliriz. Gönderdiğiniz şiirinize gelince... Maalesef bu köşede yer veremiyorum. Takdir edersiniz ki sonra başımı alamam. Gerçi fikrimi sormuyorsunuz ama şiiriniz bana ‘Arım balım peteğim / Gülüm dalım çiçeğim’ şarkısını hatırlattı.

*

Seher

‘Ben Urfa’dan Seher!

Beş yıldır amatör bir tiyatro grubunun yönetmenliğini yapmaktayım. Tamamen gönüllülük temelinde çalıştığımız halde sponsor yokluğundan artık oyun sahneleyemez hale geldik. (...) Bir de yeni belediye başkanı, Urfa’nın tek salonunu cumartesi günleri halk günleri düzenlemek için kendine ayırdı. Artık Urfa’daki tek salonda, Urfa’nın tek etkinlik günü olan cumartesi bütün gün başkanımız konuşacak.’

Urfalı zenginler!

Siz yine pavyonlarda mesai yapabilirsiniz, tiyatroya biraz para gönderin yeter!

Sayın Başkanım!

Her cumartesi ne anlatacaksınız çok merak ediyorum. ABD Başkanı olsa tükenir ayol insan!

*

Alpaslan Mehmet İskender

Sevgili Beyaz Türk arkadaşım!

Türkiye’de faturalarını bizzat bankaya giderek ödeyen bir çoğunluk var hálá. Bendeniz onların hislerine de tercüman olmak durumundayım. Yoksa benim de haberim var internet bankacılığından. Her şeyin üstüne atlamayın hemen!

*

Murat

‘Ben bayanlarda düzgün bacaklardan, ayaklardan ve çizme giymelerinden çok hoşlanıyorum. Sevdiğim kadına beraber gezerek istediği çizmeyi almayı, çimlerde dizlerinde uyumayı, ayak masajı yapmayı ve ayağına oje sürmeyi çok seviyor ve istiyorum. Siz bayanların fikrini almam çok önemli. Çünkü tepkinizin nasıl olduğunu çok merak ediyorum. Dünyada bundan hoşlanacak bir bayan var mıdır?’

Çizme tamam. Ayak masajı da olabilir. Ojede tırsmaya başlarım ben. Gazetelerin üçüncü sayfasına düşmemiz işten değil. Başka kadınları bilemem. Bence sen kadınların fikrini alacağına bir doktorun fikrini alsan daha iyi olur. Aslında ben teşhis koydum ama hadi neyse...

*

Ayhan Taşkın

Ben neymişim be abi!

Demek benim yüzümden sol mol kalmadı memlekette ha?

Ben megaloman olmayayım da kim olsun?

*

Ünal Karaduman

Ünal Bey gazetemin demagoji yaptığını iddia ediyor. İki de örneği var. Biri Lucescu hakkında ‘Tazminat için tehdit etti’ başlıklı haber, öteki, ‘Öğretmenevinden çıkan çarşaflı aslında erkekti’ haberi. Bu durumun nedenini test usulü arıyor: a) Gazetenin adalet ve mantığı boşver, müşteriye popülizm yap politikası, b) Haberi yapanın düşünme mekanizmasının böyle çalışması, c) Bilmediğim başka nedenler.

Gazetemizin genel olarak böyle bir politikası olsa köşe yazarlarının da haberi olurdu. Öyle ya bir kere olsun bir uyarı, bir rica, bir istek, bir emir gelirdi. Hiç olmadı bugüne kadar. E, bu örnek gösterdiğiniz iki haber için neden özel bir politika geliştirilsin?

Bence (c) şıkkı doğru. ‘Nedir bilmediğim neden?’ derseniz, siz aslında öküz altında buzağı arayan biri olabilirsiniz mesela.

MIŞ-MUŞ

Gündelik hayatta ufak değişiklikler yapılarak kilo vermek mümkünmüş.

Değişiklik hakikaten çok ufak; eskiden ağzınız boş durmazken şimdi ağzınıza lokma koymayacaksınız, hepsi bu.

İstanbul-Ankara 1.5 yıl sonra trenle 3 saate inecekmiş.

Ben en çok ‘karşılıklı kalkan tren problemleri’ ne olacak onu merak ediyorum.

100 bin sahte Viagra ele geçirilmiş.

E, Viagra’nın kendisi de bir nevi sahtekárlık.
Yazının Devamını Oku

Bahar başıma vurdu

1 Haziran 2004
<B>BUGÜN </B>yazı mazı yok!<br><br>Ben de insanım, benim de başıma bahar vurabilir. Vurdu nitekim. Gerçi neredeyse kış geliyor. Tabii... Şunun şurasında 2.5 ay kaldı. Ağustosun yarısı yaz yarısı kış. İzmir’de yaşıyor olsaydım hálá, yaz yarılanmıştı şimdi. Fakat İstanbul’da bahar anca başıma vuruyor işte.

Uzatmayayım, canım sadece aşk meşkle şarkı türkü istiyor. Şarkı türkü kısmı kolay. Aşk meşk de kolay aslında. CD’lerden birini arabadaki yuvasına iteledim mi ikisini birden aradan çıkarmış oluyorum. İçinde aşk olmayan şarkı duymadım daha.

‘Peki kesiyor mu seni?’ diyeceksiniz. Kesiyor. Zaten ömrümüz ‘gibi yapmak’la geçmiyor mu? Ben de áşıkmışım, ayrılmışım, şuymuşum, buymuşum gibi oluyorum. Bir tek adamın nefesi eksik ki bunun da şikáyet edilecek bir yanı yok.

***

Bugünlerde benim için en fonksiyonel olanlar Nazan Öncel’in şarkıları.

Damardan buyurun mesela...

Rüzgár dedi ki güzel şeyler biter / Kalbim dedi ki unutmasın yeter.

Hakikaten yeter. Yani bütün CD boyunca başka bir şey demese de olur. Ama demiş Nazan Öncel. Hiç boş yok.

‘Ben çok ağladım bize, üzme kendini’ demiş mesela.

‘Sormuyor musun bakalım nasılsın diye / Ne biliyorsun belki iyi değilim bu gece / Anlamadan dinlemeden son sözümü söylemeden nereye böyle’ de demiş.

Ah bir de ‘Her telefona sen çık / Her kapıya son koş / Beni hatırla / Sen bir yerlerde ben bir şehirde / Akşam olunca beni hatırla’ demiş.

Şu şarkısını ise tamamen kendimle özdeşleştirdim.

‘Hayat güzelMİŞ-MİŞ / Çiçek açarMIŞ-MIŞ / Dünya dönerMİŞ-MİŞ / Kuşlar uçarMIŞ-MIŞ’

İki şarkısı var ki her bahar depreşen ‘gitme’ arzumu kamçılıyor.

‘Bir bilet alalım / Trenlere binelim / Çuf çuf gidelim / Hadi gel gidelim.

Gel binelim benim otomobile / Geze geze gidiverelim gene / Ben şoförün olayım senin / Tıngır mıngır gidelim her yere / Ben keten helvalar isterim / Sen Yanık Ömer’im ol benim / Ayran içelim çöp şiş yiyelim / Yan yana fotoğraf çektirelim.’

Gerçi o aşk yolculuğundan söz ediyor galiba ama olsun, bana ikisi de uyar.

Ve...

‘O senin neyin olur derlerse / Gülüm olur alım olur diyeceğim.’

Her duyduğumda tipik bir Türk kadını oluyorum. Hani her daim oynayası olan... Gerçi kıvırtılacak şarkı değil ama verdiği yaşama sevincinin bir tezahürü olsa gerek.

Nazan Öncel...

Habire röportaj vermez, boy boy fotoğraflarını görmeyiz, sahneye, televizyona çıkmaz...

Perde arkasındaki star.

MIŞ-MUŞ

5 trilyonluk arazi ihalesini 450 milyon lira maaş alan semt camiinin müezzini kazanmış.

‘Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz’ derlerdi; ikisinin bir adamda olduğunu öğrendik hiç olmazsa.

*

Kadınlar aralarında ev işi, erkekler futbol konuşuyorlarmış.

Sonra gel de birleş!

*

Bülent Ersoy, ‘Beni Marmaris’teki o ressam yasakladı’ demiş.

Demek ressam gözüyle baktı baktı... Picasso’nun tabloları gibi tam olarak ne olduğunu anlayamayınca...
Yazının Devamını Oku

Ecevit kışkırtıyor

30 Mayıs 2004
<B>DAHA </B>önce de yazdım, <B>Ecevit </B>bana babamın yadigárıdır. Onu incitecek tek satır yazmak istemem bu köşede. Ama yazarım maalesef. Kaç defa olmuştur. Çünkü Ecevit insanı baştan çıkarmak için uğraşır adeta. Kışkırtır.

Bakın en son ne demiş:

‘Son İstanbul kongresinde gördüm ki partiyi birileri ele geçirmeye çalışıyor ve onun için bir adayı işaret etmem kaçınılmaz oldu.’

Zannedersiniz parti Ecevit’in tapulu malıdır da çocuğu olmadığından kendine bir mirasçı seçmiştir. Hani oğlu olsa ona bırakacak.

Partiyi ele geçirmeye çalışanlar varmış! ‘Haneye tecavüz var’ diye polis çağırmadığına şükür bu durumda.

* * *

‘Demokratik Sol Parti’
demezler mi bir de...

Solculuğa bir diyeceğim yok. ‘Sol’ deyince her şeye, herkese muhalif, herkesle küs, kavgacı, mutsuz olmayı anlıyorum çünkü epeydir. O tamam da ‘demokratik’ olmuyor. Başkanının halefini seçtiği bir partinin neresi demokratik?

‘Ecevit Usulü Demokratik Sol Parti’ demek lazım belki de.

‘Partiyi ele geçirmeye çalışanlar var’ derken kastettiği kişi Erdoğan Toprak. Toprak kurulduğu günden beri 14 yıldır partide, iki dönem milletvekilliği, il başkanlığı yapmış, bakan olmuş biri. Partisinin oyu yüzde 1’e düştüğünde bile herkes çil yavrusu gibi dağılırken o terk etmemiş batan gemiyi. Şimdi kongrede aday olmak istiyor. Ecevit’in ‘ele geçirmek’ dediği bu.

* * *

Anladım ki çok sevmek iyi bir şey değil. İnsanoğlu sevdi mi suyunu çıkarıyor. Kadın-erkek ilişkisinde mesela... Karşısındakini severken boğan çok. Memleketini çok sevenlerin ise bir zamanlar neler yaptığını gördük. Silahlara sarılıp az seviyor zannettiklerini öldürdüler.

Ecevit de partisini çok sevdi. O kadar ki sıka sıka canını çıkardı. Diriltmeye çalışanlardan kaçırıyor şimdi. Hani elle tutulabilen bir şey olsa parti, eve götürüp yatağın altına saklayacak.

* * *

‘Partiyi ele geçirmeye çalışanlar var
.’ Habire tekrarlıyorum bu cümleyi kusura bakmayın, şaşırmaya doyamadım zira.

Duyan da düşman kuvvetler geldi, kapıya dayandı zannedecek. Korkarım yakında genel merkezin kapısına, penceresine duvar ördürürler. Karı-koca içeride parti niyetine birbirlerine sarılmış olarak... Bekliyorum yani... Olmayacak şey değil.

Yalnız Ecevit’e mi özgü bu durum?

Asla.

Bütün parti liderlerinde padişahlık geni var.


MIŞ-MUŞ


40’ını geçen kadın boşanıyormuş.

40’ı beklediğine göre kadında ‘idrak zorluğu’ var.

*

111 yaşındaki Alman’ın uzun yaşam sırrı, günde bir bira ve sıfır egzersizmiş.

Ben ‘sağlıklı yaşam uzmanı’ olsam bir süre ortalıkta görünmem.

*

Kadınlar aşk, erkekler sıcak bir yuva istiyormuş.

O evlenmeden önce. Sonra yer değiştiriyorlar.
Yazının Devamını Oku