Pakize Suda

Çok şükür

26 Haziran 2004
Her zaman şükredecek bir şey çıkıyor çok şükür! Nitekim şu anda bir kez daha şükretmiş bulunuyorum. ‘Hayrola, memlekette iyi bir şeyler oluyor da bizim haberimiz mi yok?’ diyeceksiniz.

Siz bardağın boş tarafını görüyorsanız ben ne yapayım... Mesela ABD eski başkanı Bill Clinton’ın piyasaya çıkan kitabının bizim açımızdan şükredilecek yanının farkında değilsinizdir tabii. İlla ben dikkatinizi çekeceğim.

Yok, Erkan bebeğin burnunu sıkma hadisesinden söz etmesi değil. Gerçi ona da ayrıca sevindik tabii. Adam koskoca ABD Başkanı... Onca memleket gezdi... Burnunun bir Türk bebeği tarafından sıkıldığını hatırlaması bizim için hoş elbet. Onun açısındansa, anı kıtlığı çekmiş demek kitabı yazarken. Kucağına aldığı bebek tarafından burnu sıkılmamış var mıdır dünyada? Her birimizin onlarca defa başına gelmiştir. Dünyanın en sıradan olayıdır.

Neyse...

Benim esas işaret etmek istediğim husus şu: Clinton, kitabında Türkiye’nin yeni yüzyılın geleceği parlak bir ülkesi olduğunu vurgulamış.

İşte buna topluca şükretmemiz gerekiyor. Umut vaat ediyoruz. Geleceğimiz parlak. Gerçi bu, şu anda soluk olduğumuz anlamına geliyor ama ileride parlayacağımızı bilmek... insanın içi bir hoş oluyor haliyle. Benim oldu şahsen.

Bu kadar da değil. Ayrıca Batı’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı olmamıza da ramak kalmış.

Ne kadar ramak?

Kıbrıs ve Kürt sorunu son bulacak. Müslüman, laik ve demokrat kimliğimizi koruyacağız. Ondan sonra ‘kapı’yız.

‘E, Kıbrıs ve Kürt sorunu yoluna girdi; zaten halen Müslüman, laik ve demokratız da...’ diyeceksiniz. Kazın ayağı öyle değil demek. Dışarıdan her an yoldan çıkabilecek gibi gözüküyoruz herhalde. ‘Dur bakalım.’

Fakat bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Ben umut vaat ediyor olmamızdan coşmuşum bir kere...

Ama kardeşim yetişti yine. İlla moral bozacak ya... ‘Geldik gidiyoruz, hálá mı umut vaat etme aşamasındayız’ dedi. Şarkıcılar kadar olamamış Türkiye. En kabiliyetsizi bile ilk albümde umut vaat eder, ikincisinde ‘en iyi’ seçilir, üçüncüden sonra ‘onur ödülü’ alırmış.

Haklı mıdır nedir...

Ne yapayım ben şimdi? Şükür de geri alınmaz ki...

Kimi sevdiğimi anladım

En sonunda aslında kimi sevdiğimi anladım. Yani birini sevmek için ne aradığımı... Aklınıza hemen aşna fişne durumları gelmesin. Evet, bir erkeği de kapsıyor tabii ama ‘biri’nden kastım erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı... Herkes.

Bu ‘herkes’in içinden kimleri seçiyorum sevmek için... Yok öyle beylik özellikleri sıralayacak değilim. Dürüst, zeki, ahlaklı falan... I-ıh. Bunlar olabilir de olmayabilir de.

Kontrol kalemiyle yoklama yaptığımı da söylemeyeceğim. Hani elektrik var mı yok mu diye... Onlar eskidendi. Şimdi yöntemim değişik.

En iyisi uzun uzun anlatmayayım, bir iki isim vereyim, siz anlayın.

Reha Muhtar’ı seviyorum mesela. Çünkü o Ayşe Nazlı’yı seviyor.

Ayrıldığı karısından olma çocukları kapıya geldiğinde sekreterine kendisi için ‘yok’ dedirten babaların yaşadığı bir dünyada, eski nişanlısının evlat edindiği çocuğa babalık yapan adamı severim ben arkadaşlar.

En son Babalar Günü’nde Park Orman’da beraber çekilmiş fotoğraflarını gördüm. Gözlerim doldu. Bu yazıya sebep de o fotoğraftır zaten.

Nilüfer’i de severim elbet. Kendi yumurtasıyla kendi spermine aşık olmayan herkesi severim.

Bir de Rauf Denktaş’ı severim mesela.

Şaşırdınız değil mi... Onca eleştiri, onca mış-muş’tan sonra... O iş başka. Ben Rauf Bey’i Boncuk’tan dolayı severim.

Boncuk’u bilirsiniz... Hani en önemli görüşmelerde bile ayağının dibinden ayırmaz onu Rauf Bey. Bir gözü o beyaz yumaktadır hani en önemli anlarda bile...

‘Dünya bir yana, Boncuk bir yana’ görüntüsü veren adamı da severim işte ben.

Anladınız değil mi?

‘Çocuklarla hayvanları sevenleri severim’ diye genelleyemezdim durumu. Evinin dekorasyonuna uygun köpek arayan sözde hayırseverler var çünkü. Araba markası gibi, belli köpek cinslerini tercih edenler... Sırf beraber iyi fotoğraf oluşturup oluşturmadığına bakanlar... Nesini seveyim onların.

MIŞ-MUŞ

Sigara içmenin riski sanılandan da fazla çıkmış.

Ne o, ölümden ötesi de mi varmış?

İnsan haklarında Türkiye sınıf atlamış.

E, AB’den özel hoca getirtip ders aldırdık çocuğa.

Asgari ücret 318 milyon olurken, başbakanın maaşı 6.5 milyar olmuş.

Başkapan!

Türkiye Avrupa’yı üçe bölmüş.

Şükür biz de birileri için ‘dış güç’ olduk sonunda.

Bush klozetini de yanında getiriyormuş.

Ortadoğu şuracıkta oysa, bi koşu gidip gelebilirdi gerektiğinde.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

24 Haziran 2004
H.K.

‘7 aylık bir ilişki düşün. Erkek yurtdışında, iş, güç vs. 7 ayda dört defa Türkiye’ye gelmiş (ama hep sevgilisi için gelmiş), her geldiğinde en fazla 10 gün, en az 5 gün kalmış. Şimdi gideli 3 ay olmuş ve bi 20 gün daha bekliyecem. Birbirimizi seviyoruz, bekliyorum ama sonu hüsran olabilir. Çünkü gittikten 1 ay sonra ben delirmeye başlıyorum. (....) Çok çene yaptım, sorumu soruyorum: Sence bu ilişki;

a) Biter b) Bööle 2-3 ay daha gider, c) Nah gider, d) Hepsi, e) Depresyon kapıda, f) Kulak memesi kıvamına gelene kadar sabır mı?’

Esas ben sana bir soru sorayım:

‘Son’ dediğin nedir? Evlilik mi?

Evlilik son değil başlangıçtır H.’ciğim. Kendinden vazgeçmenin, sorumluluklara yakalanmanın, hesaplar vermenin, hesaplar almanın başlangıcı... Ha, bazı şeylerin sonudur da tabii. Mesela aşkın, özgürlüğün, hatta hayallerin.

Kızım! Deli olma, bugünün tadını çıkar. Yarına kim öle kim kala. Tamam mı testini sevdiğiminin H’si?

***

Gülay Keklik

‘10 yıl Körfez’de (Bahreyn) yaşadım. Orada bir Arap’la evlendim. Sonra 2 oğlum oldu (...) Sonra öyle şeyler geldi ki başıma, şu an geriye dönüp baktığımda acaba ben bunları yaşadım mı?.. Ve galiba bir kábus gördüm diyorum. Ama sonra anlıyorum ki evet gerçek, çünkü oğullarım hálá o ülkedeler ve ben yaklaşık 5 yıldır onları bir kez bile göremedim.’

Evet, insanın çocuklarından ayrı kalması kötü. Ama onların sağ salim orada olduklarını biliyorsun hiç olmazsa. Seninkinden beter hikáyeler var, inan. Özlemi bir kenara bırakırsak, yaşadıkların film gibidir herhalde. Bahreyn’de bir Arap’la 10 yıl... Otur bir kitap yaz. 10 yıl hayırlara vesile olmuş olsun.

***

Gamze

‘Ankara’da yaşıyorum. Problem göğüslerime uygun sutyen bulamayışım. Gülmek yokkk. Beden olarak 80 ama cup C. Yerli yabancı her şeyi denedim fakat taşma oluyor. Askılı tişört vs. şeyler giyemiyorum (...) Param olsa ameliyat olacağım ama imkánsız. Lütfen yardımınızı bekliyorum.’

Sanki köşemin adı ‘Here Derde Deva Pakize.’ Gamze’cim, sen yarın ‘Yoğurt yedim gaz yaptı’ diye de yazarsın. Ayrıca 80 beden büyük göğüs mü oluyor? Ayol mankenlerinki bile 90. Tövbe estağfurullah.

***

Y.H.

‘Ben 7 senedir evli 2 çocuk babasıyım. Yaşım 28. Ve büyük bir iftiharla haykırabilirim ki ben eşimi hiçbir zaman aldatmadım.
Hatta hiçbir erkeğin rüyalarında bile göremeyeceği fırsatlar elime geçmesine rağmen. Bunu size yazmamın nedeni, dünyada bütün erkeklerin aynı olmadığını dile getirebilmekti.’

Keşke adınızı açıkça belirtseydiniz de bu heykeli dikilesi beyefendiyi herkes tanıyabilseydi. Y. Bey, ben her zaman ‘İstisnalar kaideyi bozmaz’ lafını hatırlatırım bu köşede. Fakat o ‘istisnalar’ı tanımak kısmet olmamıştı bugüne kadar. Mail yoluyla da olsa karşıma çıkmanızdan çok memnunum. Tebrik ediyorum sizi. Ölmez sağ kalırsak, 48 yaşına geldiğinizde de aynı mail’i rica ediyorum sizden.

***

Evrim Bolat

‘Tüm çabalarıma rağmen size ait bir köşe yazısını bir türlü bulamadım. Yazının başlığı ‘
Çok bilmişlik’ti. ‘Kasaba eşrafından biri olmalıydı kocam’ diyordunuz (...) Çok özel ve önemli bir yazıydı benim için. Bana o yazınızı gönderebilirseniz çok sevinirim.’

Benim de çok sevdiğim bir yazımdır o... Çok sevindim okuyup geçmediğine, yıllar sonra hatırladığına. Kitabımda var o yazı. Artık bi zahmet alıvereceksin. Adı ‘Ağız Tadıyla Sevişemedik’.

***

M.Haluk Saran

‘Bu topraklardan bir değerli insan daha geldi ve göçtü. Ta Rumelilerden gelip bizlere geride güzel bir eser bırakan değerli insan Ahmet Piriştina’ya Allah’tan rahmet, sevgili İzmirlilere başsağlığı dilerim. Kalanlara selam olsun...’

Ölenin ardından söylenmesi ádet olduğundan değil, hakikaten değerli biriydi Piriştina. Hem insan olarak hem bir hizmet adamı olarak. Birkaç köşede kendisinden ‘Çelebi adamdı’ diye söz edilince sözlüğü açıp baktım, tam olarak hangi nitelikleri kapsıyor diye... ‘Görgülü, bilgili, ince, olgun’. Tam Ahmet Piriştina hakikaten. Peki, örnek olsun diye kurulan cümleye bakar mısınız? ‘Artık böyle çelebiler pek kalmadı.’
Yazının Devamını Oku

Kaza geliyorum der

22 Haziran 2004
<B>EN </B>son <B>Seray Sever’</B>e <B>‘gecenin talihsizi’</B> denince dayanamadım, aldım kalemi elime... Bir, iki, üç, beş, on, yirmi... Gün geçmiyor ki bir tazenin göğsü yanlışlıkla elbiseden dışarı fırlamasın. Dünya çapında çetele tutulmaya kalkışılsa, birinciliği başka ülkeye kaptıracağımızı sanmıyorum.

‘İş kazası’ diyorlar genellikle. Kazasever millet olduğumuzdan mı artık... Yoksa bunun nesi kaza... Kaza deyince kan arar benim gözlerim.

Tamam, hadi kaza diyelim. Ben böyle sık rastlanan kaza görmedim. Ki kazalar hususunda Türkiye yabana atılacak ülke değildir. Tüp patlaması olsun, şofbenden zehirlenme olsun, damdan düşme olsun... Fakat göğsün dışarı fırlaması hepsini solladı, geldi birinci sıraya oturdu.

En son işte Seray Sever’inki fırlamış.

‘Gecenin talihsizi’.

Dürüstlüklerinden emin olmasam içime bir kurt düşecek. Çünkü bu kaza bir gün de göğsü sarkmış birinin başına gelse... Fakat hayır. Hep şahane göğüsler fırlıyor. Tesadüfen yani. Hem zaten göbeğe kadar inmiş göğüs nasıl fırlasın... Onca yolu kat edip... Fırlasa fırlasa paçadan fırlar.

* * *

Önüne geçilemiyor. En çok ona üzülüyorum ben. Bakın trafik kazalarında bile bir azalma var. ‘Trafik canavarı’ insafa geldi bu ‘göğüs canavarı’ durmuyor. Bir onun göğsünü alıyor dışarı, bir bunun...

Allah’tan kızlar kendilerini alıştırmışlar da... Yani ben ‘Göğsüm dışarı fırladı’ diye ağlayıp sızlayanını hiç görmedim. Metanetle karşılıyorlar olayı. Adeta hangi an fırlayacağını önceden biliyormuş gibi bir sükunet hali hepsinde. ‘Kaza geliyorum demez’ lafı bu göğüs fırlamalarını kapsamıyor demek.

Belki CV’lerine de yazıyorlardır. Göğsümü fırlattığım defile sayısı: 2.

Neden olmasın... Ben böyle başına gelenin tınmadığı, seyredenin hoşlaştığı kaza görmedim çünkü.

* * *

Bu arada az önce sözünü ettiğim damdan düşme kazalarında sezon açılmış Güneydoğu’da. İlk on beş günde düşenlerin çokluğuna bakılırsa sezon bereketli geçeceğe benziyor.

‘Hayatını kaybeden bile var, dalga geçilmez’ diyeceksiniz. Geçilir efendim. Görünmez kaza değil bu çünkü. Kaderin falan da suçu yok. Kendini bildi bileli birileri ha bire düşüyorsa bu damdan, adam bir icabına bakar. İcabı da o kadar zor değil. Alt tarafı damın etrafı bir korkulukla çevrilecek.

Ama oralarda damdan düşmenin de itibarlı bir yanı vardır belki de ne bileyim. Olmazsa olmazdır, gelenektir şudur budur. Sivri burun, yumurta topuk ayakkabı neyse damdan düşme de odur belki de. Buradan ahkám kesmek kolay.


MIŞ-MUŞ

Bush dublörüyle gelecekmiş.

Bir eşi benzeri daha var mıymış Bush’un?

Bill Clinton ‘Hatalarım alkolik babamın eseridir’ demiş.

Bu da iyi... Yap yap geriye at!

Haberleşme uydumuz uzayda çürümüş.

İyimser olacaksınız, bir ilki başardık neticede.
Yazının Devamını Oku

Dil mevzuu

20 Haziran 2004
<B>ASLINDA </B>bugün masanın başına oturup kalemi elime alabilmem ne devlet. Perşembe gününden beri dilimle uğraşıyorum. Yok, hasta falan değilim. Sadece dilimi Celal Şengör gibi dörde katlamaya çalışıyorum. Fakat nafile. Böyle kazık gibi dil görülmemiştir. Eğilip bükülmeyen. Kim demiş ‘dilin kemiği yoktur’ diye. Benimki kemikli. Ufuk Güldemir duymasın aman...

Demek ötekilere karşı en son bunu buldu Celal Şengör. Öngördüğü depremin ne büyüklüğünü beğendirebildi ne zamanını... ‘Biz daha iyi biliriz, öyle değil böyle’ diye attılar kendilerini ortaya her seferinde. O da sonunda dilini çıkarıp enlemesine dörde katladı, ‘Her şeyi benden iyi biliyorsunuz, bunu da yapın bakalım!’ manasında.

Haftalık Dergisi’nin son sayısını almadıysanız hakikaten büyük kayıp. Kaçırılacak gibi değil Celal Şengör’ün kapaktaki fotoğrafı. Bu yazının bir mana ifade etmesi için de şart görmeniz.

Fakat tabii bundan böyle kendisini ciddiye almamanız durumu doğabilir görünce. Ama ben yapmayın derim. Bir kere adamcağız durduğu yerde çıkarmamış dilini. Çıkardıysa bir sebebi var yani.

Depremi sormuşlar kendisine yine. Tahminime göre olay şöyle gelişmiş:

Muhabir- Hakikaten deprem olacak mı hocam?

C.Şengör- (Cevaben dilini çıkarıyor.)

Muhabir- Hımm. Peki büyüklüğüne ne veriyorsunuz? 6 veren var, 7 veren var...

C.Şengör- (Düz olarak dışarıda durmakta olan diline, benzetme yaparak kolayca tarif edebileceğim ama terbiyem müsaade etmediğinden sustuğum, fotoğraftaki şekli veriyor.)

Muhabir arkadaşımız en son ‘Şu deprem olmasa olmaz mı?’ diye sorunca neresini ne yaptı Celal Şengör, orasını bilmiyoruz. Dergi toplatılır diye koymadılar belki de fotoğrafı.

* * *

Bu dil çıkarma durumu bilim adamlarının eriştiği son mertebenin bir ifadesi de olabilir aslında. Einstein da çıkarmıştı biliyorsunuz. Bizimki bir de şekil verdi üstüne üstlük. Bu açıdan bakınca Allah bu günleri de gösterdi bize çok şükür.

AB’ye girişimiz bile hızlanabilir. Öyle ya, onların var mı dili dışarıda bir bilim adamı? Hiç görmedim.

Hem kim demiş ‘asık suratlı milletiz’ diye... Bakın profesörümüz bile aksi gayret içerisinde. Daha ne yapsın. Bundan ötesine iyi gözle bakmazlar artık.

Fakat öteki uzmanlar açısından, Celal Şengör küçük dilini çıkarıp gözüne değdirse nafile. Asla depremi öteye atıp büyüklüğünü aşağı çekmekten vazgeçmiyorlar. Nitekim unvanı Kuzey Anadolu Fayı uzunluğunda olan Bayındırlık Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığı Sismoloji Şube Müdürü Dr. Ramazan Demirtaş, ‘Daha 42 yıl deprem olmaz’ demiş.

Bakalım buna ne çıkaracak Celal Şengör. Şapka çıkarmayacağı malum.


MIŞ-MUŞ

Sadakatin de geni varmış.

Bundan böyle ‘Sütü bozuk’ yok, ‘Geni bozuk’ var.

Çin’de 4 yaşındaki panda, porno film seyrederek hamile kalmış.

Mikropornosyon yöntemi!

NATO Genel Sekreteri, NATO zirvesi sırasında İstanbul’da alınacak güvenlik önlemlerinin yarattığı rahatsızlık için şimdiden özür dilemiş.

Biz de edeceğimiz küfürler için şimdiden özür dileriz.
Yazının Devamını Oku

Bilime bildirmiş olayım

19 Haziran 2004
Bir zamanlar aşkı şöyle tarif etmiştim ki bu saatten sonra yerine yenisini koyacak da değilim. ‘Aşk, karşıdakini bulunmaz Hint kumaşı zannetmekle, hıyarın teki olduğunu anlamak arasındaki süreçtir.’

Övünmek gibi olmasın, bilim arkamdan geliyor. Araştırmalar ortaya koymuş ki hakikaten insan aşık olunca sevgilisini bulunmaz Hint kumaşı zannediyor. Zira aşık olan kör de oluyor aynı esnada.

Fakat tabii bilim benim gibi ortaya bir fikir atıp kenara çekilmiyor. Sebebini araştırıyor. Araştırmış nitekim. Beynimiz, şuradan gelen sinyali alıp buradan gelene cevap gönderirken, yani onca işinin arasında, bir de aşna fişne işleri için kendini iki bölüme ayırmış. ‘Ödül’ ve ‘eleştiri’ bölümleri. İşte aşk denen olay, eleştiri bölümündeki faaliyetlerin azalmasına neden olurken, ödül bölümündeki faaliyetleri artırıyormuş.

Ama işte bilim de olsa bir yere kadar... Durumun devamını sağlayamıyor. Yani teşhis var tedavi yok. Hani sittin sene ödül bölümü iş görse... Olmuyor. Bir gün nöbeti eleştiri bölümü devralıyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki adam kepçe kulaklıymış meğer.

Hadi bunlar bildiğimiz şeylerdi. Esas aynı araştırmanın annemdeki körlüğünde sebebini ortaya koyması önemli benim açımdan.

Annemin üç kızını hálá terütaze olarak görmesinin nedenini önce katarakta bağlamıştık ki hakikaten ameliyattan sonra bir açılma olmuştu gözlerinde. Yazmıştım hatta, bantlar çıktıktan sonra ilk sözü ‘Senin daha toplayıcı bir sutyenin yok mu?’ olmuştu. Fakat sonradan gözleri aslına rücu etti. Bu sefer şekere yorduk. Şeker gözleri vuruyor biliyorsunuz. Şimdiyse bu araştırmadan öğrendim ki sebep beyinmiş. Analarda habire ödül bölümü iş başındaymış.

Bakın beyin isterse sonsuza kadar sırf ödül bölümünü çalıştırabiliyor demek. Aşk söz konusu olunca neden sık sık faaliyet bölgesinin değiştiği hususu bilimin ilgisine muhtaç. Bildirmiş olayım bilime.

Netice olarak anlaşılan o ki, anacığım bilimle yüzde yüz uyum içerisinde. İyi hoş da yazılarım gündeme geldiğinde ödül zamazingosu aniden faaliyetlerine ara veriyor. Bu nasıl oluyor, bilimden rica edeyim.

Kadınlara öğütler

Vallahi umumi arzu. Hem de öyle böyle değil. İsteyene gelen e-postaları gösteririm. Evet, yeniden ‘Kadınlara Öğütler.’ Ama hafif bir el değmesiyle...

Ona daima dünyanın en akıllı erkeğiymiş gibi davranın. Kendini öyle zannettiğinden sizden de bunu bekler.

Zaman zaman karısı olmaktan çıkıp annesi, kızı, kardeşi, sevgilisi olun. Hani binbir fonksiyonlu çakılar gibi... Pek severler onları.

Dünyanın en güzel kadını da olsanız yaprak sarmasını beceremiyorsanız bir hiçsiniz, bunu bilmiş olun.

Sık sık tipinizi değiştirin. Zayıflayın, şişmanlayın, sarışın olun, esmer olun vs. Hiçbir erkeğin belli bir tipi yoktur. Her tür kadını severler. Boşluk bırakmayın.

Erkekler kadınlara kur yaparken para, mevki, şan şöhret gibi silahları kullansalar da sizi en çok ‘dayanılmaz erkek’ oluşlarının etkilediğine inanırlar. Siz de öyleymiş gibi davranın.

Erkekler eşlerinin hem onları uçuracak kadar tecrübeli hem de onların ne yetersiz olduklarını anlamayacak kadar tecrübesiz olmasını isterler. ‘İkisi bir arada nasıl olur?’ derseniz vallahi bilmiyorum.

Eşiniz bilgisayarın başından kalkmıyorsa işkillenin. Siz mutfakta soğan doğrarken o içeride orgazm oluyor olabilir. Biliyorsunuz ‘internet’ denen şey neredeyse yalnızca bu işlere yarar oldu. Eski kadınlar ne şanslıydı. Tek rakipleri kocalarının sekreteriydi. Şimdi dünyanın bütün kadınları kocalarının ‘elinin altında.’ Kocanızın sizi Norveçli bir fıstıkla aldatması için elinin altındaki mousa basması yeterli.

Erkekleri değiştirmeye uğraşmayın. Sabredin, zaten kendiliğinden değişecektir. Emin olun beş sene sonra onu tanıyamayacaksınız.

Erkekler bütün kadınlarla yatmak isterler ama evlenmek için ‘el değmemiş’ kız ararlar. Haliyle kadınlara da kendi aralarında ikiye ayrılmak düşer. Erkeklere evlilik öncesi hizmet edenlerle, evlilik sonrası hizmet edenler. Seçiminizi yapın.

‘Erkekler aşık olmaz’ diyenlere sakın inanmayın. Olurlar. Ancak aşkın tezahür edişi biraz farklıdır. Misal siz mutluluktan şarkılar söylerken o önüne çıkan ilk kadınla sevişebilir.

Ağızlarından çıkan her lafın altında başka anlamlar aramayın. Genellikle biz kadınlar gibi ‘derin’ yaratıklar olmadıklarından ne dedilerse onu demek istiyorlardır.

Gelelim sadede. Aldatıldığınızı fark ettiniz. Ne yapacaksınız? Eğer ayrılmaya niyetiniz yoksa, onu eve döndürmek istiyorsanız şunu yapacaksınız: En sakin tavrınızı takınarak karşısına geçip ‘Sevgilim, sen öyle mükemmel bir erkeksin ki bunu başka kadınların fark etmemesi zaten mümkün değildi’ diyeceksiniz.

Bu sözlerinizden sonra adam sizi bırakıp giderse kendimi Taksim Meydanı’nda yakarım.

MIŞ-MUŞ

Ağır işlerde çalışan kadınlar regl günlerinde izinli olacaklarmış.

Ayrıca regl günlerine birkaç gün kala bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde gözetim altına alınsalar iyi olacak.

Erdoğan Hollanda’daki kraliçeyle İngilizce konuşmuş.

Kraliçe bundan haberdar olmuş mu mühim olan o.

Erkek fiziksel acılara karşı daha dayanıklıymış.

Buna rağmen doğum hadisesinden yırtması ise daha şanslı oluşundan.

Deniz Akkaya, ‘Ölümden korkuyorum’ demiş.

Vallahi biz de korkuyoruz onun ölümünden; gazetelerin birer sayfası boş kaldı demektir zira.
Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

17 Haziran 2004
Kıvanç Koca

‘Şunu söylemeliyim ki gazetedeki fotoğrafınız sizi hiç yansıtmıyor. Bence orada söylediğini sakınmayan bir fettan Pakize Suda yok! Lütfen o resmi değiştirin. Eminim ki her gün gerçek Pakize Suda’yı görmek daha keyifli olacak.’

Doğru söylüyorsunuz. Bence de daha çok ‘Vur ensesine al ağzından lokmasını’ dedirtecek bir halim var. Yakın bir zamanda fettan bir duruş için size söz veriyorum.

* * *

Burcu Kaya

‘Off ya off bu erkekler asıl yemeğin üzerine neden hep tatlı da yemek isterler (bu arada asıl yemek ben oluyorum, tatlı da kıskandıklarım). Şu an öğle arasında buluştuk, yanımda kız arkadaşım da var. Ayy kaçamak bakışmalar aralarında... Ya da başka kızlara, kadınlara bakışları ya da dikkat etmesi... Valla deliricem. Salak Burcu diyorum kendime, bu kadar önem verme, boşver, sen kıskançlık yapacak kadar aciz misin, kendini altın gibi gör diyorum, kendime geliyorum ama bu en fazla 1 saat sürüyor. O uyuz sıpayı kaybetmekten çok korkuyorum.’

Vallahi ‘Belki de yanılıyorsundur’ falan diyemeyeceğim. Mutlaka bakışıyordur uyuz sıpa. Fakat sen de yaptığın o tatlı benzetmesiyle durumu doğallaştırıyorsun farkında mısın? Yemeğin üstüne tatlı yenir yani Burcu’cum. Sana tavsiyem tez günde musakkalıktan şekerpareliğe geçiş yapman. Sevgilini terk et demiyorum ama sen de başkalarıyla bakış. Kısasa kısas. Bak, ekonomik suça ekonomik ceza geldi mesela, duymuşsundur.

* * *

Rahman Şenel

‘Ben oldukça muhafazakár ve aynı zamanda milliyetçi bir dünya görüşüne sahibim.
Acaba ne yazıyor diye merak edip bir yazınızı okudum ve çok etkilendim, ondan sonra tüm yazılarınızı okumaya başladım (...) Dünya görüşlerimiz farklı olsa da sizi takdir ve tebrik ediyorum, saygılarımla.’

Çok memnun oldum Rahman Bey. Yelpazemin genişliğine katkıda bulunduğunuz için.

* * *

Aslı

‘23 yaşındayım. Hayatımda bir kere sevdim. 20 yaşında tanışıp askerliğinin bitmesini beklemiştim. Askerden geldi, 3 ay sonra nişanlandık. (...) 13 Temmuz’da düğünümüz vardı, ama maelesef ayrıldık (...) Onunla o kadar hayallerim vardı, o benim ilk sevdiğim, ilk elimi tutandı, nefesimdi (...) Bu nasıl hayat Pakize Abla, delireceğim sanki. Her nereye baksam hep aklımda o (...) Yaşamaktan bile artık zevk almıyorum, bütün güvenim gitti her şeye. Sevgi diye bir şey yok galiba.’

Aslı’cım senin başına devlet kuşu konmuş da haberin yok! O zirzop oğlanın seni bırakıp gitmesi ne demek biliyor musun... Önümüzdeki günlerde hayatının aşkıyla karşılaşacaksın. ‘Pakize Ablam demişti’ dersin. Kader o hayırsızı tereyağından kıl çeker gibi almış atmış işte, sana iş kalmamış, daha ne istiyorsun?

Aşkın biri bitecek ki ötekisi başlasın güzelim!

* * *

Leyli Doğanöz

‘Hafta sonu çıkan ve aslında fi tarihinde yayımlanmış olan hani şu kadınlara şöyle davranın böyle davranmayın konulu yazınızı internet ortamında almam mümkün olabilirse sevinirim.’

Ayol nedir bu ilgi... İki kere yayımlandı yetmedi. Bari reçeliyle turşusunu da yapıp göndereyim. Hamsiyi geçti vallahi şu kadın-erkek mevzuu.


MIŞ-MUŞ


Sibel Can dünyaya açılıyormuş.

Hayrola, Sulhi Bey’le seyahate mi?

*

Uzun bacaklı kadınlar daha çok yaşıyormuş.

En azından canın çıkması uzun sürer.

*

ABD’de karnabaharın turuncusu yetiştirilmiş.

Kararsızlık manavda da bulacak bizi, ona yanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Beyindeki yasalar

15 Haziran 2004
<B>ANTALYA’</B>nın o güzelim Alanya’sında geçmişte yaşanan <B>‘turist kadınlara tecavüz’</B> olaylarından ötürü bizim sevgili <B>Şermin Sarıbaş </B>gitmiş, bu neyin nesidir diye bir araştırma yapmış, neticede bir yazı yazmış. Başlık şu:

‘Bir tarafta özgür mü özgür turist kadınlar, diğer tarafta işte o kafa erkeklerimiz.’

Alanya Kaymakamı’na da fikrini sormuş Sarıbaş.

‘Bizim gençler, kızlar biraz ilgi gösterse devamı gelecek sanıyor’
demiş Kaymakam Günhan Sarıkaya.

Şimdi, zaten okuduğunuz bu satırları burada neden tekrarlıyorum?

Zira diyeceğim ki Sarıbaş’la kaymakam bir vesileyle aslında Türkiye’deki erkeklerin genel durumunu pek güzel ortaya koymuşlar.

O başlıktan çıkarın ‘turist’ sözcüğünü... İşte durum budur. Ve hakikaten erkekler, kadınlar biraz ilgi gösterse devamı gelecek sanırlar. Tecavüze kadar varmadıysa da neredeyse her kadının başına gelmiştir.

Her kadın, en az bir kere işyerinde, yaşadığı mahallede, arkadaş çevresinde, sırf davranışlarından dolayı, birtakım erkeklerin ‘Verecek galiba’ beklentisiyle karşı karşıya kalmıştır.

Neden?

Zira erkek kısmı, kadının ve de kendinin cinsiyetinin her ortamda, her zaman farkındadır. Buna karşılık kadın kısmı çoğu zaman erkeğin erkek olduğunu unutur. Yani kadının ‘cinsiyet’i kenara attığı zamanlar vardır, erkeğinse yoktur. Onun içindir ki en sıkı kadın-erkek dostluklarında bile kadın için o mesele ‘Dünyada bir o bir ben kalsam olmaz’ iken, erkek için yatay geçiş her an mümkündür.

Ama erkekler, kadının bu durumunu bilmezler. Söyleseniz de inanmazlar. Anlamazlar. Kadınlar da onlardan aşağı kalmaz. Onlar da erkeğin durumunu bilmez, anlamaz. Ortada daima karşılıklı, ‘Kişiyi nasıl bilirsin? Kendim gibi’ hali mevcuttur.

Onun içindir ki kadınlar, erkek arkadaşlarıyla şakalaşmakta, konuşurken elini omzuna atmakta falan bir beis görmezken, erkekler kadının iki kere üst üste öksürmesinden bile mana çıkarırlar. Neticede ilişki erkeğin varacağını zannettiği yere varmayınca kadın onların deyimiyle gösterip de vermemiş olur.

Eğitimin bu durumu değiştirmede herhangi bir etkisi görülmemiştir. Ha, sadece bir kesim olayı tevacüzle neticelendirirken, eğitimliler aralarındaki bar sohbetlerinde kadını ‘o....u’ olarak nitelendirmek suretiyle aşağılarlar.

***

Son olarak, TÜRSAB Alanya Başkanı Bilal Korkmaz’ın sözleriyle hem durumu özetlemiş, hem de istendiği kadar evlilikte bile bir kadının rızası olmadan cinsel ilişkiye girmenin tecavüz sayılması yolunda yasalar çıkarılsın, beyindeki yasaların asla değişmeyeceğine dair bir örnek vermiş olalım.

‘İki lezbiyen kız tatile gelmişti. İki erkekle yemeğe çıkmışlar, içip sarhoş olmuş, eğlenceye gitmişler. Sonra da bu çocukların evine gitmişler. İki erkek bunlarla sevişmek isteyince itiraz etmişler. (...) Yani şimdi bunun tecavüz olduğunu kim yargılayacak? A, ama birbirlerini hiç tanımazlar, alıp götürür tecavüz ederler, tecavüz o işte!’

MIŞ-MUŞ

M.Ali Erbil, ‘Her Tuğba’yı sevgilim sanmayın’ demiş.

Ama birkaç Tuğba için bir şey demiyor.

İstanbul depreminde sıfır can kaybı için 1 milyar dolar lazımmış.

Artı idrak.

Erdoğan, ‘Laikliği son hücremize kadar savunuruz’ demiş.

İlk hücrelerine ‘Bu son hücremizdi’ deseler ne bileceğiz.
Yazının Devamını Oku

Cehalet mutluluktur

13 Haziran 2004
<B>BAZI </B>konulardaki cehaletimden çok memnunum. Mesela öteden beri birileri başka bir dilde konuşursa, türkü söylerse bunun sonu nereye varır; çocukların ismi Rona olursa bölünmüş olur muyuz falan... Hiç aklım ermediğinden mutlu mutlu yuvarlanıp gelmişimdir bugüne kadar.

Her zaman söylerim, ‘Cehalet mutluluktur’ diye.

Bilgili olmak ne zordur oysa. Bir de üstüne üstlük yetkiliysen... Her şeyi bilmek, sezmek, öngörülü olmak... Aman Allahım! Mütemadiyen tedbir alacaksınız düşünsenize... İnsanın gözüne uyku girmez endişeden, şundan, bundan.

Benim gibi sıradan, salak biri olmanın verdiği rehaveti hiçbir şeye değişmem doğrusu.

* * *

Mesela, 13 sene önceki şu meşhur yemin töreni hadisesinde memlekette yer yerinden oynarken ben yine durumun vahametini kavrayamamıştım. Neydi yani... Yemin nece olursa olsundu.

80 öncesinde de mesela, üniversitelerdeki bitmek tükenmek bilmeyen boykotların hakikaten öğrencilerin dediği gibi yemeklerin soğuk çıkması nedeniyle yapıldığına inanmıştım.

‘Çocuklar birbirini yiyor, bir ısıtmadılar şu yemekleri’ diye kızıyordum ilgililere.

İşte yemin hadisesinde de çocukluğumuzda birbirimize her dilden ‘Seni seviyorum’ dememiz gibi masumane bir hoşluk yapmışlardı demek. Zaten kendileri de ‘Vallahi kötü bir niyetimiz yoktu’ demişlerdi.

Onun içindir ki ilk zamanlar Zana, Dicle, Sadak ve Doğan’a kendi içimde, ‘B.k yoluna gitti Niyazi’ muamelesi yapmışımdır. Fakat zaman içerisinde hem şu soğuk yemek hadisesini hatırladığımdan, hem de kendime mütemadiyen ‘Ortada fol yok yumurta yokken devlet bunca yıl kimseyi içeride tutmaz’ diye telkin yaptığımdan, tam ‘Adalet yerini buldu demek...’ kıvamına gelmiştim ki kalktılar bu arkadaşları tahliye ettiler.

* * *

Sersem gibiyim şimdi.

Kim haklı kim haksız?.. Doğrusu neydi?.. Suç nereye gitti?.. Aman Allahım! Yoksa ben bir öngörü sahibi miyim?.. Falan filan.

Toparlanmak için yeniden telkine başlamam lazım da ne diyeceğimi bilemiyorum. Aslında söylenecek iki kelime var galiba:

‘Şartlar değişti.’

İyi hoş da iki kelime arasında 10 yıl var. İnsan 10 yıl sonra ‘Ne yapalım, şartlar o zaman öyleydi’ deyip hayata kaldığı yerden devam edebilir mi?

Sinir olmaz mı, isyan etmez mi, delirmez mi?

10 yaşında bıraktığı çocuğu, karşısında 20 yaşında huyunu suyunu bilmediği bir insan olarak dururken...

Cep telefonunu ilk defa eline almış Leyla Zana... Öyle bir döneme geldi ki 10 yıl... 50 yıl kaçırdılar neredeyse.

Hadi teknolojiye boş verelim de, Zana’nın şu çıplak ayakla çimlere basma özlemi...

‘30 yıl yatan var’ diyeceksiniz. Var elbet. Ama Zana ve arkadaşlarınınki ‘suçun cezasını çekip çıkmak’ değil. Onlar yeniden yargılandılar ve tahliyelerine karar verildi. Yani bir nevi ‘pardon’ durumu var. ‘İnsan delirmez mi?’ deyişim bundan.

Bazen ‘Benim gibi salaklar yönetseydi memleketi, daha mı iyi olurdu acaba?’ diye düşünüyorum.

MIŞ-MUŞ

Marmara’daki fay tek parça halinde kırılacakmış.

Bu, Şengör’ün fayı. Marmara’da her bilim adamının bir fayı var biliyorsunuz.

Gül, ‘Irak politikamız değişti’ demiş.

Fırıldak diplomasi!

Bush, Erdoğan’a ‘Büyük adamsın’ demiş.

Ona bakarsanız ‘Irak’ta kimyasal silah var’ da demişti ama..
Yazının Devamını Oku