Paylaş
O da “Nasıl olur bu saatten sonra?” diye yanıt veriyor.
Arkadaşı da “İstersen olur” deyince, yolculuk başlıyor...
EĞİTİMİN YAŞI YOKTUR
22 yaşından sonra bir yılda ortaokulu ve üç yılda liseyi bitirerek, yüksek mühendis oluyor.
Ama o da yetmiyor. Doktorasını tamamlayıp, üniversitede hocalık yapıyor.
O da yetmiyor.
“İnsan hayatını değiştiren en güçlü unsur eğitim” diyor kendi eğitim kurumunu kuruyor.
Yıllar önce gecekondu versiyonu olarak kurduğum dediği Eyuboğlu Eğitim Kurumlarını, ülkenin en saygın okullarından bir tanesine haline dönüştürüyor.
Kimden bahsediyorum?
Eğitim dünyasının duayeni ve ağabeyi olarak bilinen Rüstem Eyüboğlu’ndan.
YAZAR
Elimde; Rüstem Hoca’nın “Akıllısın Neden Okumuyorsun?” kitabı var.
Kitap, “Lüzumlu Adam” ve “Lüzumsuz Adam” kitaplarının çok değerli yazarı Mehmet Gündem tarafından iki yıllık bir emek sonucunda kaleme alınmış.
Bu kitaptan kendi hayatıma ve eğitime dair çok ders çıkardım.
Peki nedir bu hayat dersleri?
CUMHURİYETİN İLK YILLARI
Kitaptaki bu fotoğraf beni çok etkiledi.
İlk bakışta bir esir kampı fotoğrafı gibi geliyor değil mi?
Ama bu bir okul.
Hepsi erkek, hepsi öğrenci ve hepsi ayakkabısız, yarım pantolonlu ve yedeği olmayan önlüklerle. O günleri çok iyi anlıyorsunuz.
Görüşlerinde bir tedirginlik ve çaresizlik; ama içlerinde bir umut ve kararlılık var. Kitap, bu umudun ve kararlılığın öyküsü.
Peki, kendime nasıl dersler çıkardım?
HAYAT DERSLERİ
Koşullar başarıyı etkiler ama asla belirlemez. En zor koşullarda bile başarıyı görebiliyoruz. İmkansızlıklar başarıya engel değildir.
Başarının B planı yoktur. 22 yaşında okumaya karar veren Rüstem Hocam, aşçılık yaptığı gemi Karaköy’e yanaşınca denizcilikle ilgili bütün evraklarını yırtıyor. Ya okuyacağım ya okuyacağım diyor.
Sevdiği işi yapan insan, her zaman mutlu olur.
Değerleri ve niyetleri güçlü olanlar, olumsuzluğu düşünmüyor. Akıllarına korku gelmiyor ve riski hiç hesaplamıyorlar. Sadece adım atıyorlar ve istediklerini yapıyorlar. Sonuç ne mi? O zaten kendiliğinden geliyor.
İnsanlar bazen bencil davranır. Aslında bundan da doğal bir şey yoktur. Ama ‘başkalarının ihtiyaçları seninkinden daha önemliymiş gibi’ yapmak ahlaki değildir.
Güven ilişikleri bu niyetleri saklayarak değil, söyleyerek kazanılır.
Rüstem Hoca çok sevdiği eşini üniversitede dersten bırakıyor. Eşi olması bir farklılık yaratmıyor. İlişkileri sağlamlaştıran, birbirine çıkar sağlamak değil, doğruluktan ve hakkaniyetten vazgeçmemektir.
Susmak bazen çok şey anlatır. Bazen de en kestirmeden anlatımdır.
Sebebi ne olursa olsun, bir çocuğun kalbi asla kırılmaz.
İnsanları ödül motive etmez. Fotoğraftaki herkesin heyecanı içten gelmiş. Rüstem Hoca’nın eğitim heyecanı ona bitmek bilmeyen bir azim vermiş.
Hala her gün Rüstem Hoca okulları geziyor. Neden geldin diyenlere, “Çocukları görmeye geldim” diye yanıt veriyor.
Okulda onu gören herkes, hemen ona sarılıyor. Rüstem Hoca, hepsinin saçlarını seviyor. Instagram hesabı bu fotolarla dolu.
Bu kadar büyük bir eğitim kurumunu, bir aile ortamına dönüştürmüş.
O günün dünyasını, şartlara teslim olmamanın öyküsünü ve güçlü bir eğitim değerinin nasıl oluştuğunu merak eden herkese kitabı tavsiye ediyorum.
DANS EDEN KELİMELER
Elimde başka bir mükemmel kitap var.
Kitabın adı “Dans Eden Kelimeler”. Elma Yayınevi’nden çıktı.
Kitabın yazarı Eylül, sadece 17 yaşında.
Yazmayı ve okumayı başaramadığı için okul sistemi tarafından dışlanmış bir disleksili öğrenci.
Hayata ve eğitim sistemine dair inanılmaz derin tespitleri var.
Eylül, kitaba “Eğitim hayatı ben çok yordu ve yaşlandırdı desem, abartı olmaz” diyerek başlıyor. Kitapta disleksi bir çocuğun okul hayatındaki dramını okuyorsunuz. Ama aslında kitap tüm ebeveynlere eğitim sisteminin iç yüzünü tüm çıplaklığıyla.
Peki nedir bu tespitler? Eylül neler söylüyor?
OKUL BİR İŞKENCEDİR
Okul öyle bir işkenceydi ki küçücük aklımla annem beni neden oraya gönderiyor. Acaba beni sevmiyor mu, diye düşünürdüm.
Adımızın ilk harfini öğrendiğimiz gün, yanlış yazdığım için öğretmen bana kızmıştı. İlk denemede insana kızılır mı? diye düşündüm. Hataya tahammülü olmayan bir eğitim sistemi olur mu?
Bir gün yazmaya çalıştım ve öğretmen geldi ve “Ne bu çivi yazısı mı?” dedi. Ne kadar da çok çabalamıştım. Sınıf içinde yine aşağılanmıştım. Öğretmen ne kadar öğrendiğimizle değil, ne kadar korktuğumuzla ilgileniyordu.
SINIFLANDIRMA SİSTEMİ
İstiklal Marşı’nı okuyamamış ve bu nedenle disiplinlik olmuştum. Çocuk bayramları bizim için işkence seanslarına dönüşüyordu.
Sahnede bir şey okunacak olunca, biz seçilmezdik ve kırılan gururumuza ek olarak bir de en arkaya oturtulurduk. Bizlere ait olan 23 Nisan’ı bile en arkadan izlerdik.
Veliler muhtemelen haberdar değil ama okullar aslında zorbalık üzerine kuruludur.
Popüler olan ve olmayan öğrenciler diye ikiye ayrılır öğrenciler de. Bolca aşağılama ve güç gösterileri vardır.
Beden eğitimi, müzik ve resim öğretmenleri diğer öğretmenlere göre daha hassas oluyor. Sanırım bu dersler “daha basit” görüldüğü için. Veli toplantılarında “Bedenci ile görüşmeyeceğim diyen birçok veli de vardır.” Ama aslında bu dersleri hakkıyla işlesek, insanlar maçlarda birbirini öldürmezdi.
SAVUNMA MEKANİZMASI
Kendimi korumak için gardım vardı. Öfkeliydim. Öfke benim gardımdı. Çabuk sinirlenirdim.
Okulda onurum sürekli kırılırdı. Okulda kızgındım ama kızgın olmamanın bir sebebi daha vardı. Okul en çok sevdiğim annemden beni sürekli ayırıyordu.
Her sabah karnımda bir ağrıyla giderdim ve okula gitmeden önceki günlerimi hatırlar, kendimi mutlu etmeye çalışırdım.
İnsanlar benle uğraşmasın diye sessiz olurdum.
NORMALLİK
Benim de normal olduğumu kimseye kabul ettiremedim okulda.
Benim durumumdan dolayı beni dışlamak, insanı ırkından dolayı dışlamak gibidir. Elinizde değil ki. Başkası gibi olmak istesem de olamadım.
Yazmakta ve okumakta zorlandığım için insanlar beni sürekli eleştiriyordu. Üzülüyordum ama kendim için değil, onlar için. Çünkü başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olunmaz.
DİSLEKSİ
Kendimde hep hata olduğunu düşündüm. Sonradan öğrendim ki disleksi çocuklar hep böyle düşünürmüş ve anneleri de kızacak diye ailelerine söylemezlermiş.
Rapor almaya gittiğimde gözlemledim ki aileler çocuklarının sorunlarını kabullenmiyor ve onlara çok kötü davranıyor. Lütfen çocuklarınızı olduğu gibi sevin diyorum.
ÇOCUĞUN ZENGİN DÜNYASI
Kitabın en güçlü hikayesi şu:
Dış dünyadan biraz uzaklaşmış olduğum için çok sevdiğim ailem sayesinde kitaplar dünyasına daldım. İnanılmaz kitap okuyordum. Evde inanılmaz bir kitaplığım var.
Bir gün öğretmen bana okuma yaptırdı ve ben öğretmenin önünde okuyamadım. Ve Öğretmen bana dedi ki “Hiç kitap okumadığın nasıl da belli oluyor.”
Annem bunu duysa ne kadar öfkelenirdi.
FARKINDALIK
Bir popülasyonda disleksi oranı %8-10’dur. Yani Türkiye’de en az 1.5 disleksili öğrenci var. Disleksi eksiklik değil, farklılıktır.
Bu kitabı okuyun lütfen. Eğitim siteminin çok yakında anlıyorsunuz. Eyleme geçmek istiyorsunuz. Bu konuda hepimize çok iş düşüyor.
NOT: Eylül’cüğüm yazmayı hiç bırakma. Hep seninleyim.
Paylaş