YAZIMIN başlığındaki "Kıprıs", özellikle, "Hasretlik" duygularla yazılmıştır. Mersin’de, açık havalarda, Kıbrıs’ın sahilden göründüğünü iddia ederlerdi 1950’lerde. Ben göremedim.
Kıbrıslı, değerli şair arkadaşım Fikret Demirağ’a "Çetingayalılar Defteralı’nın ayağından attıkları şutlar neticasında? Besaboribos santraforu Stefanapulos? Amet Samiden ispor haberleri dinlediniz!" diye takılırım.
Çetinkaya ve Bezaboribos, Defteralı, Stefanopulos, hakem ve maç anlatıcısı Ahmet Sami, Kıbrıs’ın İngiliz döneminin anılarıdır. Bir Mersinli olarak bu anılar vardır kafamda.
Radyo ve televizyonlar yerel ağızları yok ediyor. "Çetingayalılar" dediğim zaman, işin aslını bilmeyenler dalga geçtiğimi sanabilirler, sanılmasın. Ben 1950’lerin harbi Adanalısının harbi konuşmasını, Mersinli "Etim Türkü Araplar"ın kendilerine özgü konuşmalarını özlüyorum. Bereket versin, bir zamanlar, "Ası kenarına gideciyk habbe habbe gudama yiciyk" diyen "Antekyeliler" kaldı biraz. Antakyalılara, Arsuslulara selam ederim!
Elçilik yapıyorum
Kıbrıs’a hiç gitmedim! 1974’ten önce gitmemiştim, 1974’ten sonra, "Gerçek barış gelmedikçe Kıbrıs’a gidemem!" diye kendi kendime söz verdiğim için Kıbrıs’a hiç gitmedim. Yoksa Rum tarafından birkaç, Türk tarafından pek çok davet aldım birkaç yıl öncesine kadar. Bu kararım ve kararımdaki inatçılığım biliniyor artık iki yakada da...
Bu kadar gevezeliği, "Kıbrıs’a Su" konusuna girmek, girebilmek için yaptım. Çünkü Kıbrıslı Rum dostlarım Türkiye’nin Kıbrıs’ın tamamına su vermesini istiyorlar.
Ben de elçilik yapıyorum. Kuşkusuz teknik olarak nasıl olacak bu iş bilemem. Ancak politik olarak belli: Kuzey ve Güney tam anlamıyla anlaştıkları zaman!
İstanbul’da buluştuk
Farkında mısınız bilemem, "Kıbrıs Rum Kesimi"nden çok turist gelmeye başladı artık İstanbul’a. Benim de 25 yıldır görmediğim arkadaşlarım geldi. Kendileriyle buluştuk.
1974’ten sonra, 1980’lerde uluslararası yazar toplantılarında "Kıbrıs Davası" için küçük bir meydan savaşı çıkardı: Sofya’da, Varna’da, Struga’da, Delfi’de, Roma’da, Paris’te...
Kıbrıslı yazarlar, şairler kürsüye çıkarlar, özellikle kadın olanlar, Kıbrıs’ın Türk ordusu tarafından nasıl işgal edildiğini anlatırlardı. Gözleri yaşlı, duygusal.
Oturumu yönetenler, bana cevap verip vermeyeceğimi sorarlardı. Ben de "Kendileriyle yemekte konuşurum" derdim. Konuşurduk!
Bu tavırları 1990’lardan sonra azalmıştı. Avrupa Birliği üyeliğinden sonra hiç kalmadı.
Sol damardan umutluyum
Dostlarıma baktım, çok rahatlamışlar, özellikle halkın kendilerine gösterdiği yakın ve içten ilgiden çok memnun olmuşlar. Oluyorlar. Bu davranışların ikiyüzlü olmadığına inanıyorlar.
Güney Kıbrıs’ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Hristofyas ile KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın "sol" damarlı olmasına umut bağlamışlar. Ben de umut bağladım. Kıbrıs sorununun en geç bir yıl içinde çözümleneceğine inanıyorlar. Ben de inanmaya başladım.
"Barış olduğu zaman Türkiye Kıbrıs’a su verir mi?" diye sordular. Ben de "Elbette verir. Göksu’nun suyu var!" dedim. "Elektrik de verir!"
Ben söz verdim. Anam-babam Türkiye benim yüzümü kara çıkartmaz!