Hz. İsa’nın zor anı

Gazetelerde okudum: Mel Gibson’un yönetmenliğini yaptığı, benim doğru çevirisi ‘Tutku’ değil ‘İsa’nın Çilesi’ olması gerektiği kavgasını verdiğim filmde Hz.İsa’yı canlandıran James Caviezel bir haftalık Meksika turnesine çıkmış.

Burada halk, ünlü aktörden hastaları iyileştirmesini, mucize göstermesini (gazetedeki çeviride ‘bazı olağanüstü haller göstermesi’ni diyor) istemiş. James Caviezel zor durumda kalmış. İnsanlara kendisinin Hz. İsa olmadığını, onu sinemada canlandıran bir aktör olduğunu bir türlü anlatamamış.

*

Bizim basında sinema oyuncularının adının önüne bir sıfat yapıştırmadan yazmazlar nedense. James Caviezel ünlü olsa ne olur, olmasa ne olur? James Caviezel ünsüz olsa Meksikalı ‘mujer’ler yani kadınlar İsa sandıkları aktörden mucize göstermesini istemeyecekler miydi?

Ha bir de şu çeviri sefaleti var basında: Allah aşkına ‘Bazı olağanüstü haller göstermek’ ne demek? Olağanüstü hal görmek isteyen bizim doğu ya da güneydoğuya gelsin!

*

Kimilerinin yere göğe sığdıramadıkları ‘halk’, dünyanın her yerinde ‘halk’tır! Abartmanın, kutsallaştırmanın gereği yok.

Meksika’da aktörü bizzat İsa sanan Katolik halkın Türkiye’deki Müslüman birader ve hemşireleri, şeyhlerin boklu tumanlarını bağrına bastırıyor.

*

Hürriyet Kelebek’te (2 Temmuz 2004) Nurettin Kurt imzasıyla yayınlanan habere göre Kadiri tarikatının müritleri şeyhleri izin vermeden işyeri açamazlarmış, evlenemezlermiş, dahası çocuk sahibi bile olamazlarmış. Müritlerin kızları şeyh efendiye hizmet edebilmek için birbirleriyle yarışırlarmış.

Bunları anladık diyelim, peki şeyhin evini temizlemek, çamaşırlarını yıkamak neden en büyük ibadet olsun? İslám’da ibadet türleri ve bunların sayıları belli değil mi?

*

Nurettin Kurt arkadaşımızın haber metninden olduğu gibi aktarıyorum:

‘Şeyh, müritlerin gözünde ulaşılmayan bir varlıktır. Şeyhin berberde kestirdiği saçlarını, kestiği tırnaklarını toplayıp saklayan bile vardır. Bir gün sohbet toplantısının ardından şeyh çay içmişti. Tekrar çay getirmesi için bardağı uzattığında bardağın dibinde kalan çayı içmek için müritler birbirine girdi.’

‘Yine bir gün, şeyh kendisinin aldığı iç çamaşırı küçük gelince değiştirilmesi için geri gönderdi. Ama iç çamaşırı geri gitmedi. Müritler arasında öpüp-koklandıktan sonra bir mürit satın aldı. Zaten şeyhin bir eksiği olduğu zaman ortaya söylerdi, müritler anında yerine getirirdi.’

*

Bu Kadiri tarikatı şeyhinin müritleri Müslüman değil de (tü tü, tütü, Allah yazdıysa bozsun!) Meksikalı Katolik olsalardı aktöre kuşkusuz Hz. İsa muamelesi yapacaklardı. İkinci Cumhuriyetçiler ile İslamcıların ‘Cumhur’ diyerek gözünü boyadıkları ve hep böyle cahil ve güdümlü kalmasını istedikleri ‘halk’ böyledir işte!

Siz kimilerinin profesör, avukat, mühendis, doktor olduklarına ve adlarının önüne bu sıfatları yazmalarına bakmayın, aktörü Hz. İsa sananlar ve şeyhin donunu sancaklaştıranlar arasında onlar da vardır.

*

Yüğrük nedir bilir misiniz? Bir çocuk hastalığıdır. Özellikle kundak çocuklarının... Çocuğun karnı şişer, kızarır. 1940 yılların ortalarında kocaman Devlet (Memleket) Hastanesi olmasına karşın, Mersin’de bile köylülerin doktor ve hastaneye gitme alışkanlıkları yoktu. Hocalara okutmaya ve ocaklara baktırmaya giderlerdi. Bizim aile ‘Yüğrüt Ocağı’ idi. Ailenin erkeklerinin de sağaltma gücüne sahip olduğu kabul ediliyordu. Ailenin öteki erkeklerinin en küçüğü benden on beş yaş büyük olduğu için hasta sahipleri benim peşimden koştururdu. Ben kaçardım onlar kovalardı. Hastalarının karnını jiletle çenterek kanatmamı, çentilen bölgeye pekmez ve kuru nane sürdükten sonra üzerine tükürmemi isterlerdi. Hasta sahiplerinin, annemin ve halalarımın yalvarmasına karşın bunları yapmazdım. Sonunda evden kül, tuz ve ekmek alarak giderlerdi.

Demek ki geçmişte bizim ailenin erkekleri arasında bir otacı, bir sağaltıcı şaman vardı!

Hasta çocukların iniltileri, genç annelerinin çaresizlikleri gözümün önünden gitmez. Yüğrük ocağına sığınmak zorunda kalan bu insanlar para sahibi olunca, biraz eğitim görünce kendi çaplarında çağdaşlaştılar.

Ben bu insanlara saygıyla ‘halk’ diyorum.

Ötekilere gelince, ellerindeki, duvarlarındaki koca koca üniversite diplomalarına karşın şeyhlerin abdest suyunu içenlere olsa olsa ‘cumhur’ denir.
Yazarın Tüm Yazıları